04 Ağustos 2024

Zeytin Ağacı ve toplumsal tarih

Nazar ve fala inanan bizler, neden dizideki aile dizimi hikâyesinden rahatsız oluyoruz?

1988'de Bursa'da başlayan Zeytin Ağacı'nın anlatıcısı Doktor Ada, belki de hatırlamadığımız geçmişin bir yerlerde kayıtlı olabileceğini düşünür:

"Tatlar, kokular, anlar bir gün tekrar hatırlanmak üzere en doğru zamanı bekler. […] Ve geçmiş biz unutsak bile bizi etkilemeye devam eder mi?"

Nuran Evren Şit'in senaryosunu yazdığı Netflix dizisinde, geçmiş günümüzde. Ayvalık'ta yaşayan karakterler geçmişleriyle hesaplaşırken biz tarihimize doğru bir yolculuğa çıkarız.

İzlediğimiz aile dizimi aslında bir tarih dizimi. Biz ne kadar üç dostun -Leyla, Sevgi, Ada- geçmişlerine tanık olsak da asıl aralanan perde, kozmopolit toplumumuzun hazin tarihi. Leyla'nın (Seda Bakan) annesinin anneannesi Rum, Leyla'nın kocası Kürt, Ada'nın gençlik aşkı Roman. Etnik kökenlerinden ya da politik görüşlerinden dolayı istenmemişler. 1924'te Girit'ten göç etmek isteyen Eleni, bindiği kayıktan denize atıldığında boğularak ölmüş. Sevgi'nin Kurtuluş'ta bir kuyumcuda çalışan devrimci babası öldürülmüş. Ötekileştirilmiş ailelerin torunları, evsiz yurtsuz birer yetim.

Aile dizimi yapan Zaman'ın (Fırat Tanış) babaannesi, 1900'lerin başında İran'dan göç etmiş. Kocasını savaşta ve çocuklarını göç sırasında kaybetmiş. Kendi topraklarından Ayvalık'a tek taşıyabildiği, ailesi anısına ektiği bir zeytin çekirdeği. Zaman'ın dedesiyle evlenince zeytinliği birlikte ekip biçmişler. "Benim buraya dönüşümün sebebi bu zeytin ağacı." der Zaman.

Zeytin ağacının hikâyesini anlatan Zaman, Doktor Ada'ya (Tuba Büyüküstün) sorar: "Geçmişini öfke yüklü bir küfe gibi sırtında mı taşıyacaksın? Yoksa küfenin içinden sana gerekli olanları alıp kendine yeni bir yol mu açacaksın?" Belki de yola devam edebilmek için önce geçmiş ile yüzleşebilmeliyiz.

Dizide geçmiş ve günümüz arasındaki diyaloğa inanç ve bilim de katılır. Nasıl savaş tanrıçası Athena rakibi Poseidon'a bir zeytin dalı uzattıysa bilim ve inanç çatışmayı bırakmış. Ada, "Kalbimle zihnim arasında kaldım." dese de zıt kutuplar buluşur. Laik karakterler; Athena Tapınağı'nda dilek tutar ve aile dizimi seanslarında geçmişlerindeki travmalarla yüz yüze geldiklerini düşünürler. Kanser hastası Sevgi, dedesinin yaptığı bir karışımdan medet umar. Umut bizi hayata bağlar.

Aile dizimi şimdi moda olsa da geçmişin hayaletleri aslında hep peşimizdeydi. 19. yüzyılda Thomas Hardy'nin romanları ya da Henrik Ibsen'in tiyatro oyunlarında geçmiş, karakterlere musallat olur: Alkolik bir babanın oğlu alkoliktir; cinayet işlemiş bir kadın mutlaka bir katilin soyundan gelir. Tarihin gölgesini hep hissederiz.

Zaman, kimseyi iyileştirme vaadinde bulunmaz. Kanser hastası Sevgi'yi (Boncuk Yılmaz) bir süreliğine de olsa tedavi ettiğini ve Ada'nın ellerinin titremesini engellediğini iddia etmez. Yaraları sarmak yerine yaralarla başa çıkabilmeyi öğretir. Peki nazar ve fala inanan bizler, neden dizideki aile dizimi hikâyesinden rahatsız oluyoruz?

[Spoiler içerir.]

Burcu Alptekin ve Erdem Tepegöz'ün yönettiği dizi, Zaman karakterini idealleştirmediği için başarılı. Herkesin saydığı, sevdiği, güvendiği Zaman; kendi geçmişiyle hesaplaşamamış ki çevresindekilere yardımcı olabilsin. Hayatının aşkı doğum sırasında ölünce oğlu Diyar'ı bırakıp gitmiş. Babasının hasretiyle büyümüş genç adam, yıllarca öfke biriktirmiş. Baba oğul, aralarındaki mesafeyi geçmişi kabullenerek kapatmaya çalışıyor.

Dizinin kırılgan erkekleri, beyaz atlı prens değil. Fiko (Rıza Kocaoğlu) aile içi şiddet mağduru. Leyla'nın kocası hapiste. Toprak (Murat Boz), babası tarafından terk edilmiş. 1992 Erzincan depreminden kurtulan Selim (Serkan Altunorak), iletişim kuramadığı karısı Ada ile bir enkazın içinde olduğunu hisseder.

Kadınlar da koruyucu bir erkeğe muhtaç değil. Leyla ekonomik zorluklarla, Sevgi kanserle mücadele eder. Ada ise iki sevgili adayından vazgeçip akademik araştırmalarına ağırlık verir. Hastalığın dramatize edilmediği dizide aşk yerine dostluk ağır basar. Ada, ona ihtiyacı olan Sevgi'yi bırakıp Toprak'ın peşinden Hollanda'ya gitmez.  

Belki de hepimizin acıları geçmişte saklı. Fakat biz bilinçli izleyiciler, kurgu ve gerçeğin arasındaki farkı hissederiz. Yaraların metalaştırılmasına izin vermeyiz. Geçmişin sırları, Zamanlarda değil de aile büyüklerimizin anlattığı hikayelerde gizli olabilir. Yeter ki kulak verelim.

Naz Bulamur kimdir?

Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı.

Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur.

Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Longlegs, bir ayrımcılık “Cambaz”lığı

Cambaz’ı bir çocuğun perspektifinden gösteren sahnelerde katilin yüzünün yarısını görürüz. Ajan Lee’nin çocukluk travması, failinin yarım yamalak ekrana gelen görüntüsüyle yansıtılır. Fakat bu detay dışında kurgu sıradan

Faruk, kameranın gölgesinde bir baba kız ilişkisi

Gerçek ve kurguyu buluşturan film, bizi toplumsal duyarsızlığımızla yüzleştirir. Yönetmen, kendi aile tarihini hikâyeleştirirken evsizliğimizi de başarıyla resmetmiş

Dr. Mürüvet Esra Yıldırım ile yılın metni adayı Selmin Zeki Hanım üzerine

"'Hasta adam' Avrupa tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine yakıştırılmış bir ifade. Selmin Hanım da 'hasta adam'ın kızı olarak Osmanlı’nın tüm hastalıklarını kendinde taşıyor. Aslında çağdaşı olan herkes bu hastalıktan payına düşeni alıyor diyebiliriz çünkü o dönem hep kesintilerden, 'yarım'lardan oluşuyor"

"
"