Benedict Anderson, Hayali Cemaatler (1983) adlı kitabında, bir ülkeyi gazetelerde ve edebiyattaki temsilleri üzerinden hayal ettiğimizi savunur. Biz de modern Türkiye'yi erken cumhuriyet dönemi romanlarının eğitimli, başı açık kadın karakterleri ve güzellik kraliçelerinin mayolu resimleri üzerinden tahayyül ettik. Türk dizilerine de laik kadınlar hâkim. Son birkaç yıl öncesine kadar dizilerde türbana yer verildi mi? Anderson'a göre sanatta gösterilmeyen toplumda görünmez kılınıyor.
Kızılcık Şerbeti daha ilk sahneden toplumda laik ve muhafazakâr kesimler arasındaki gerilimi cesurca gözler önüne seriyor. Evrim Alasya'nın başarıyla oynadığı otoriter lise müdürü Kıvılcım, mağazada türbanlı bir kadını ima ederek haykırıyor: "Medeniyet düşmanı… Böyle özgürlük olmaz. Bu insanları niye alıyorsunuz buraya? Hiç yakışıyor mu? Bunlar sosyalleşmeye alışık değiller." Annesine, "Sana ne kadının başına ne taktığından" diyerek çıkışan Doğa ile biz de utanıyoruz. Kendi içimizdeki Kıvılcım'ı görüyoruz. Kızılcık Şerbeti belki de ilk defa bizi bizden ayıran çatışmayı ekranda bu kadar net gösteriyor.
Hakan Kırvavaç'ın yönettiği ve Melis Civelek'in senaryosunu yazdığı dizi, toplumdaki kutuplaşmaya aşkla çözüm arıyor. Kıvılcım'ın kızı Doğa ve dindar nişanlısı Fatih'in boğaz köprüsünün altında bir restoranda buluşmaları çok sembolik. Asya ve Avrupa kıtasını birleştiren köprü gibi dizi aşkı da modernite ve İslam gelenekleri arasında bir köprü kuruyor. Doğa'nın hamilelik müjdesini verdiği sahnede köprü başrolde. İki uçtaki ailenin sentezi olacak çocukları, uzlaşmacı bir Türkiye sinyalini veriyor.
Kendi tabiri ile "köşeli" bir eğitimci olan Kıvılcım'ın en önemli hayat dersi, damadının amcası Ömer'e duyduğu aşkla gerçekleşiyor. Hor gördüğü dünürleriyle aynı kefeye koyamadığı Ömer ile nişanlandığında, eş seçiminden dolayı azarladığı kızından farkı kalmıyor. Dizinin biraz zorlama platonik aşıkları da Doğa'nın "açık saçık giyinen" teyzesi Alev ve Fatih'in altmışlı yaşlardaki evli babası. İlk görüşte birbirlerini "faşist" ya da "gerici" olarak damgalayabilecek karakterlerin zamanla gelişen ilişkileri sayesinde tabularımızı kırıyoruz. Birbirlerine kavuşmasını ümit ettiğimiz karakterlere, politik ve dini görüşleri fark etmeksizin sempati duyuyoruz. Dizi, dindar ya da değil hepsinin "etten kemikten" ve "hassasiyetleri" olan bireyler olduğunu vurguluyor.
Dizideki en güçlü sempati kanalı, Fatih'in türbanlı kardeşi Nursema ile Doğa'nın beklenmedik dostluğu. İkisi de aile baskısına karşı direnirken kadınların kıyafetinin modernitenin ölçütü olmadığını görüyoruz. Doğa'nın, içki içmeyen, bayramda el öpen bir erkekle birlikteliği ailesinde fırtınalar estiriyor. Ceren Karakoç'un canlandırdığı Nursema ise zorla imam nikahı ile evlendiriliyor. Nursema'yı zorba kocasından nasıl Doğa ve Alev kurtarıyorsa evlenmeden önce hamile kalan Doğa'ya da kayınvalidesi Pembe kol kanat geriyor. Kıvılcım, kızını tartıştığı kocasından kurtarmak için sokakta kolundan sürüklüyor; Pembe bir flörtü olduğundan şüphelendiği Nursema'yı evde çekiştiriyor. Başı açık ve kapalı iki anne, kızlarının özel hayatlarına saygı duymuyor.
Dini inançları farklı aileleri tarafından neredeyse eşit derecede baskı kurulan Nursema ve Doğa'ya sempati duydukça karakterleri kıyafetlerinden bağımsız değerlendirmeye başlıyoruz. Ve bir bakıyoruz ki Nursema'ya "inşallah" demek yerine "evrene pozitif enerji" göndermesini tavsiye eden Doğa da görümcesi kadar inançlı.
Nursema'nın eğitimli ve zengin olması, Kızılcık Şerbeti'ni başörtülü bir karaktere odaklanan Netflix dizisi Bir Başkadır'dan farklı kılıyor. Peşin hükümlerimiz, gelenekselliği Öykü Karayel'in başarıyla canlandırdığı temizlik görevlisine yakıştırabiliyor. Amerika'da okumuş, İngilizce bilen, sergi açmayı planlayan Nursema'nın örtünmesi ise örttüğümüz din ve sınıf ayrımcılığımızı gün yüzüne çıkarıyor.
Toplumda başörtülü kadınların edilgen olduğu önyargısı da kırılıyor. Dizinin en güçlü ve cesur karakteri, nikah gecesi "psikopat" kocasını elindeki bıçakla öldürmekle tehdit eden Nursema. Zorla sevişmek isteyen kocasından kendini kurtarmak için camdan atlayan, hastanede telefonuna el konulan kızlarını İtalya'da balayında zanneden ailesine, "Siz beni hiç mi merak etmediniz!" diye başkaldırışını yürekten alkışlıyoruz. Tüm engellere rağmen boşanıyor ve laik bir ailenin oğlu olan aşkı Umut ile nişanlanıyor.
Peki, dizinin sonunda Pembe, Alev, Kıvılcım gibi özenle seçilen isimlerle yayılan aşk kokusu geçince ne yapıyoruz? Karakterlere duyduğumuz sempati sayesinde bizden farklı düşünen ve giyinenlere hoşgörü ile yaklaşıyor muyuz? Yoksa tekrar köşeli hayatlarımıza dönüp ön yargılarımıza mı tutunuyoruz?
İsmi "ışıklı, aydınlık gökyüzü" anlamına gelen Nursema, "En güzel dua hayal etmektir" diyor. Dizinin kutuplaşmayı aşma hayali bile güzel.
Naz Bulamur kimdir?
Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı.
Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur.
Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor.
|