Selmin Zeki Hanım: Hasta Adamın Kızı oyunundan bir sahne ve Dr. Mürüvet Esra Yıldırım (sağda)
Moda Sahnesi’nde izlediğim Selmin Zeki Hanım: Hasta Adamın Kızı oyununun senaristi Dr. Mürüvet Esra Yıldırım ile yollarımız Boğaziçi Üniversitesi’nde kesişti. Yüksek lisansını Kültürel İncelemeler alanında, doktorasını da Atatürk Enstitüsünde yaparken birçok kitap projemde asistanlık yaptı. Esra’nın tez jürilerinden benim araştırmalarıma uzanan akademik iş birliğimiz yıllar boyu devam etti. Senaryosunu yazdığı Selmin Zeki Hanım’ın, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin 31. Tiyatro Ödülleri’nde Yılın Metni adayı olduğunu öğrendiğimde gurur duydum. Mürüvet Esra Yıldırım ile senaryo yazma yolculuğunu konuştuk:
-Esra’cım, Boğaziçi Üniversitesinin Tarih bölümünden mezun oldun. Sonrasında kadınların boşanma deneyimine ve Türkiye’de makbul babalığa dair araştırmalar yaptın. Akademik çalışmaların oyunu zenginleştirmiş. Bilgi birikimin oyuna akmış. Peki tiyatro oyunu yazmak nereden aklına geldi? Disiplinler arası çalışmaların, senaryo yazarlığında nasıl yardımcı oldu?
Selmin Zeki Hanım’ın yolculuğu, Kemal Aydoğan’ın bana yakın tarihimizi oyunlarla anlatmanın mümkün olup olmadığını sormasıyla başladı. Yüksek lisans tezim de doktora tezim de saha araştırması, aslında kalitatif araştırmacıyım ama bir janr olarak otobiyografiye ilgi duyuyorum. Bu ilgim olmasaydı Selmin Hanım’ı yazmam imkânsızdı çünkü otobiyografilerde hiçbir tarih dersinde görmediğim bir duygusal derinlik var. Ama bu işi kendi yaşanmışlıklarım da dahil olmak üzere hem yaşanmışlıklardan hem de tarihi araştırmalardan beslenerek ortaya çıkardım.
-Bize Selmin Zeki Hanım’dan bahseder misin? Hastalık teması oyunda nasıl bir metafor?
Osmanlı’da Avrupa tarihinde gördüğümüz anlamda bir aristokrasi sınıfı mevcut değil. Ancak seçkin bir zümre var. Selmin Hanım o zümreye ait bir yalı kızı. Yıldız Sarayı’ndan emekli Zeki Bey’in küçük kızı. Abdülhamid’e karşı ne olursa olsun sempati besleyen, tabiatla lirik bir ilişkisi olan, yapı itibariyle hüzünlü bir kadın. Döneme göre iyi bir eğitim alsa da yalıda yaşadığı için biraz izole bir yaşamı var. Hayatın aksiyonu ona hep çevresindeki erkekler aracılığıyla akıyor. Biliyorsunuz, “Hasta adam” Avrupa tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine yakıştırılmış bir ifade. Selmin Hanım da “hasta adam”ın kızı olarak Osmanlı’nın tüm hastalıklarını kendinde taşıyor. Aslında çağdaşı olan herkes bu hastalıktan payına düşeni alıyor diyebiliriz çünkü o dönem hep kesintilerden, “yarım”lardan oluşuyor. Hiçbir şeyin sürekliliğinin olmadığı, her şeyin aniden kesintiye uğradığı inanılmaz derecede baş döndürücü bir dönem...Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme hikâyesi yaklaşık 200 yıllık bir hikâye. Fakat “Hasta adam” olan Osmanlı’nın ölüm fermanı veya Anadolu’da süren dört yıllık mücadelenin zaferle sonuçlanması o zaferi kazananlar için bile gereği gibi edilememiş bir veda, ani bir ölüm ve yarım kalmışlıkla anlam buluyor. Zira dediğim gibi Selmin Hanım’ın çağdaşı olan herkes o hastalıktan payını almıştı.
Selmin Zeki Hanım: Hasta Adamın Kızı oyunundan bir sahne
-Osmanlı döneminde geçen oyunun günümüzle nasıl bir diyaloğu var?
Bazen seyircilerin hiç beklemediğim yerlerde güldüğüne tanıklık ettim. Türkiye’ye dair konuşan herkes “Hiçbir şey değişmedi, her şey aynı işte” hissini bilir. Ben seyircinin güldüğü anların nelerin değiştiğine dair iyi bir işaret olabileceğine inanıyorum. Bazı gülüşlerin sebebi o günle bugün arasındaki mesafede özellikle toplumsal cinsiyet alanında kat etmiş olduklarımız. Toplumsal olarak homojen kazanımlar söz konusu olmasa da bunun bir anlamı var. İkinci olarak, Selmin Hanım’ın ruhunda bitkilerden hayvanlardan başka şeye yer olmadığını söylediği babası Zeki Bey’in bütün ailesi Boğaz’la, gökyüzüyle, ağaçla, kuşla bugünkünden bambaşka bir ilişki içinde. Tabiat Selmin Hanım’ın her türden duygusunu büyüten müthiş etkili, aktif, canlı bir varlık. Bugün neo-Osmanlıcılığa sarılan herkesin Boğaz’la, gökyüzüyle, ağaçla, kuşla kurduğu ilişkiyi sorgulatan bir varoluş hâli bu.
-Birçok izleyicinin sahnede heyecan ve aksiyon aradığı günümüzde tek kişilik oyunlara rağbet var mı?
Ben çok iyi bir tiyatro izleyicisi değilim. Bu alanda uzman da değilim, o yüzden haddimi aşmadan bir cevap vermem gerekirse gördüğüm kadarıyla evet, böyle bir moda oluşmuş gibi duruyor. Yönetmenimiz Onur Ünsal’ın tek başına oynadığı Babamı Kim Öldürdü, Nezaket Erden’in tek başına sırtlandığı Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit gibi birçok oyun var. Oyuncuların yeteneklerini göstermeleri için de işe yarıyor gibi duruyor.
-Senaryo yazarlığı dışında Rehberli Otobiyografi atölyeleri veriyorsun. Rehberli Otobiyografi ve tiyatro birbirlerinden nasıl besleniyor?
Rehberli Otobiyografi (ROB) olarak Türkçeleştirdiğim bu çalışma aslında hem yazma hem okuma hem de dinleme egzersizi. Benim kısaca ROB dediğim bu teknik, kişilerin yaşam deneyimlerini belirli temalar dahilinde kaleme alıp daha sonra bir araya gelip sesli olarak birbirlerine okumalarına ve üzerine sohbet etmelerine dayanıyor. 2019 yılında kendi geliştirdiğim bir teknik olduğunu zannediyordum. Meğer yıllar önce başkası geliştirmiş. Bunu öğrenince hemen eğitimini aldım ama bu eğitimi Türkiye’den alan ilk kişi olduğum için önce ne olduğunu duyurmam gerekiyordu. Bu sırada yolum otobiyografik bir oyun sahnelemek isteyen Melek Ceylan’la kesişti. Onun On İkinci Ev adlı tek kişilik solo performansına bu teknikten faydalanarak danışmanlık yaptım.
Selmin Zeki Hanım: Hasta Adamın Kızı oyunundan bir sahne
Makbul Babalığın Oluşumu başlıklı doktora tezinin, Palgrave Macmillan tarafından yayımlanması büyük başarı. Peki erkeklik çalışmalarındaki uzmanlığın, Selmin Zeki Hanım’ın senaryosunu nasıl etkiledi?
Doktora tezim için yaptığım saha araştırması tezimden bambaşka bir kitaba zemin oluşturdu ve kitap Palgrave Macmillan tarafından The Making of a Makbul Father adıyla ağustos ayında yayımlandı. Tezimin üst başlığıyla aynı adı taşısa da tezimle teorik anlamda hiçbir ilgisi olmayan bir çalışma bu. Ama Erkeklik Çalışmaları beni birçok anlamda besledi. Mesela Selmin Hanım’ın ilk sahnelendiği günlerde bir ilkokulun bahçesinde çekilen bir videoda cumhuriyetin kazanımlarını sembolize eden bir müsamere görmüştüm. Çarşaf içindeki kadın birden modern kıyafetlere geçiyordu ancak efeler yine efe kıyafeti içinde dans etmeyi sürdürüyordu. Selmin Hanım’ın hikâyesine bakarak kadınların kat ettiği yola dair bazı çıkarımlarda bulunabiliyoruz. Ama oradaki erkek karakterler sanki hâlâ aramızda dolaşıyor.
-Bundan sonraki projelerin neler?
Bir doktora sonrası araştırma projesinde yer alma hevesim var ancak fırsatım olsa otobiyografik bir mini dizi senaryosu yazmayı çok isterdim. Zira bugünün Türkiye’sine dair anlatacağım şeyler olduğuna inanıyorum. Kendimi hep buna dair hayaller kurarken yakalıyorum.
-Dizi senaryonu merakla bekliyorum. Söyleşi için çok teşekkürler. Akademisyenliğin en büyük heyecanı, geleceğe umutla bakmamı sağlayan genç yeteneklerle tanışabilmek.
Ben teşekkür ederim.
Naz Bulamur kimdir?
Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı.
Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur.
Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor.
|