14 Temmuz 2024

Çiftçi kadınları görünür kılan Toprağına Renk Katanlar

Ön yargılara boyun eğmeyen kadınlar, yollarından dönmemiş. Osmaniye'nin Düziçi ilçesinde ilk kadın kooperatifini kuran Rahime Yüksel, çalışırken "Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek?" şarkısını söyleyerek hayallerine sımsıkı sarılır

Türkiye İş Bankası sponsorluğunda Habitat TV'de yayımlanan Toprağına Renk Katanlar belgesel serisi, "Kadından çiftçi olmaz." inancını başarıyla kırıyor. Dokuz bölümlük belgeselde kadın girişimciler, çiftçiliğin erkeklere has bir meslek olduğu algısını alaşağı ediyor. Her bölümde Türkiye'nin farklı bir yöresine seyahat ederken ataerkil toplumda var olmaya çalışan kadınların cesaretine ve öz güvenlerine gıpta ettim.

"Sevmek emektir." derler. Çiftçi kadınlar da hayvanlarını ve bitkilerini severek okşayarak büyütür. Osmaniye'de tarım ve hayvancılık yapan Rahime Yüksel ineklerine seslenir: "Günaydın kızlarım. Anneniz geldi. Biricik, Kiraz hadi kızlar gelin." Kiraz'ın doğumunu kendisi yaptırmış. "Kiraz kızımız çok düşkün bana. Hayvanlar ailemizin parçası." derken gözleri ışıldar. Şanlıurfa'nın Bakımlı köyünde ejder fideleri yetiştiren Zeynep Yavuz ise "Bitki ne isterse onu yapıyoruz. Ben ve eşim." derken çocukları gibi yetiştirdiği bitkilerin ailelerinin bir parçası olduğunu vurgular.

İçlerindeki doğa sevgisi sayesinde ailelerindeki genetik hastalıkları kabullenmişler. Hayvancılıktan gelir getiren kadın sayısını arttırmak isteyen Rahime Yüksel'in kocası, Behçet hastası. Antalya'da seracılık yapan Aşkı Çağatay'ın kalp hastası eşi ve oğlu genç yaşta vefat etmiş. Kadınlar sevdiklerini kaybetse de kendilerini kaybetmemiş. Üreterek hayata tutunmuşlar.

Doğa, çalışmanın her derde deva olduğuna inanan kadınların ilham kaynağı. Kahramanmaraş'ta ilk defa mantar yetiştirmek istediği için "deli" addedilen Cennet Polat, ön yargılara değil, doğaya kulak vermiş: "Bazen pes etme noktasına da gelsek doğaya baktığımızda hayatın hiç aksamadan devam ettiğini görüyoruz. […] Tıpkı doğa gibi her gün yeniden canlanıp kaderimize çizilen yolda yürümeye devam ediyoruz." Kadınların sevgisiyle yeşeren doğa, onları yaşam enerjisiyle besliyor. 

Kadın girişimcileri, deprem bile yollarından döndürememiş. Hatay'da ipek böceği yetiştiren Tülay Genç, "Hayallerimiz, yaşamlarımız, şehrimiz yok oldu. Üreterek yaralarımızı sarmalıyız ki ayağa kalkabilelim." der. Etrafı ölümle sarılan kadınlar için istihdam alanı yaratır. Kahramanmaraş depreminden sonra hurma ve zeytin yetiştirmekten vazgeçmeyen Cennet Polat ise "Yaşadığı coğrafyaya karşı çıkan bir kadın." Evlerini ve sokaklarını yok eden depreme inat kadınlar var güçleriyle üretmeye devam eder.

Murat K. Toy'un yapımcılığında çekilen belgeseldeki kadınların başarı hikâyeleri, Türkiye'nin tarihi ile harmanlanmış. Şanlıurfa'da serası olan Zeynep Yavuz'a göre kadının tarımdaki önemi, dünyanın ilk tapınağı olarak bilinen Göbeklitepe'ye uzanır. Geçmiş ve günümüz arasında köprü kurarak çiftçiliğin hiçbir zaman erkeklere özgü olmadığını ima eder. "Kadın gelişirse Türkiye değişir." diyen Yavuz'a göre kadınlar toplumsal gelişimin öncüleri. 

Toprağına Renk Katan 10. kadın da yönetmen Selin Aktaş. Kadınların çocukları gibi sevdiği bitkileri ve hayvanları karakterleştirmiş. Örneğin, Zeynep Yavuz, "Urfa'da asla ejder meyvesi yetişmez." inancını nasıl kırdığını anlatırken yönetmen bizi fidelerin yetiştiği serada bir gezintiye çıkarır. Yakın çekim sayesinde sanki fidelerin aralarında dolaşıp doğanın kokusunu duyarız. Seçilen müzikler de kadınların doğada bulduğu huzur ve mutluluğa eşlik eder.

Selin Aktaş, kadın girişimcilerin çalışma tarzını, belgesel çekimine yansıtarak fark yaratmış.

Örneğin, İznik'te internet üzerinden yabanmersini pazarlayan Eda Halıcı'nın sosyal medya sayfaları ekrana yansır. Instagram hesabında üretimin her anını paylaştığına şahit oluruz. Halıcı'nın tarımda dijitalleşme ilkesini belgesel çekimine yansıtan yönetmen, genç girişimcinin ruhunu kamerasıyla yakalamış. 

Türkiye'nin neresinde olursa olsun başarılı kadın girişimcilerin heveslerini kırmak isteyenler var:

"Arabayı sen mi sürdün? Buraya yalnız mı geldin?"

"Ne gerek var bu yaştan sonra ne yapıyorsun?"

"Sen kadınsın başaramazsın." "İnternetten satış mı olur?" "Anlayamazsın."

"Bütün gün serada ne yapacaksın?"

Ön yargılara boyun eğmeyen kadınlar, yollarından dönmemiş. Osmaniye'nin Düziçi ilçesinde ilk kadın kooperatifini kuran Rahime Yüksel, çalışırken "Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek?" şarkısını söyleyerek hayallerine sımsıkı sarılır.

Azimle çalışan kadınlar, gün batımını huzurla karşılar. Yüzlerindeki tebessüm, aşkla yaptıkları işten aldıkları hazzın göstergesi. Biliyoruz ki dokuz girişimciden her biri, ertesi gün yeniden doğacak. Ona köstek olanlara inat, kadınların çalışmalarını ve eğitimlerini var gücüyle destekleyecek. 

Gelin biz de "Asla pes etme!" çağrısında bulunan girişimcilerin güçlü, kararlı ve bir o kadar da şefkatli seslerine kulak verelim. Yeteneklerimize sırtımızı dönmeyelim. Sevdiğimiz işi yapabilmek hayatın en büyük lütuflarından biri.

Naz Bulamur kimdir?

Prof. Dr. Ayşe Naz Bulamur, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun oldu ve Yeditepe Üniversitesinde İngiliz Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptı. University of Wisconsin-Milwaukee'de Edebiyat Çalışmaları dalında doktorasını tamamladıktan sonra akademik kariyerine Boğaziçi'nde başladı.

Çağdaş romanda İstanbul temsillerini incelediği Tales of Istanbul in Contemporary Fiction (2011) adlı doktora tezi, Edwin Mellen Press tarafından yayımlandı. Victorian Murderesses: The Politics of Female Violence (Cambridge Scholars, 2016) başlıklı kitabı, 19. yüzyıl İngiliz romanlarında kadın katillere odaklanır ve kadınların ekonomik ve kanuni hakları olmadığı için şiddete başvurduğunu savunur.

Amerikalı, İngiliz, Türk yazarlar (Elif Şafak, Julia Kristeva, Orhan Pamuk, A. S. Byatt, Edith Wharton, Elizabeth Gaskell, Erendiz Atasü, Theresa Cha, Martin Amis) üzerine yazdığı makaleler, uluslararası akademik dergilerde yer aldı. Boğaziçi Üniversitesinde roman, tiyatro, edebiyat teorisi dersleri veren Bulamur, feminizm, oryantalizm ve kültürel çalışmalar ışığında kitap, film, dizi eleştirileri yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Longlegs, bir ayrımcılık “Cambaz”lığı

Cambaz’ı bir çocuğun perspektifinden gösteren sahnelerde katilin yüzünün yarısını görürüz. Ajan Lee’nin çocukluk travması, failinin yarım yamalak ekrana gelen görüntüsüyle yansıtılır. Fakat bu detay dışında kurgu sıradan

Faruk, kameranın gölgesinde bir baba kız ilişkisi

Gerçek ve kurguyu buluşturan film, bizi toplumsal duyarsızlığımızla yüzleştirir. Yönetmen, kendi aile tarihini hikâyeleştirirken evsizliğimizi de başarıyla resmetmiş

Dr. Mürüvet Esra Yıldırım ile yılın metni adayı Selmin Zeki Hanım üzerine

"'Hasta adam' Avrupa tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine yakıştırılmış bir ifade. Selmin Hanım da 'hasta adam'ın kızı olarak Osmanlı’nın tüm hastalıklarını kendinde taşıyor. Aslında çağdaşı olan herkes bu hastalıktan payına düşeni alıyor diyebiliriz çünkü o dönem hep kesintilerden, 'yarım'lardan oluşuyor"

"
"