24 Mayıs 2023

Dış politikalar uzmanı Ziya Meral: Yeni bir Cumhuriyet mutabakatına ihtiyacımız var

Geçtiğimiz haftaki yazımda AKP seçmeninin tercihini değişimden yana kullanması için "Daha ne olması gerekirdi?" diye bir soru sordum. Bu hafta sizden gelen cevapları derledim ve Kraliyet Birleşik Kuvvetler Enstitüsü (RUSI) ve Avrupalı Liderler Netwörkü kıdemli uzmanı akademisyen-yazar Ziya Meral ile konuştum

Geçen haftaki "Daha ne olması gerekirdi?" başlıklı yazıma hem muhalefeti, hem iktidarı destekleyen okurlardan çok sayıda görüş e-postası geldi. Bu görüşler daha ziyade AKP seçmeninin, her ne olursa olsun neden AKP'ye oy vermeye devam ettiğini, Millet İttifakı'nın ise neden bu seçmene hitap edemediğini anlatıyordu. Yapıcı, olumlu ve ortak bir zemin bulmaya çalışan bu e-postalar açık söyleyeyim, memleketime dair tekrar umudumu artırdı. Bu yazıda sizlerden gelen cevapların ortak noktalarını toparladım ve Kraliyet Birleşik Kuvvetler Enstitüsü (RUSI) ve Avrupalı Liderler Netwörkü'nün kıdemli uzmanı akademisyen-yazar Ziya Meral'in konuyla ilgili görüşlerini aldım.

Sizlerden gelen mesajların ortak noktaları;

Muhalefet partileri, milliyetçi ve muhafazakâr seçmenin oy verme davranışını anlamış değil

  • Ötekileştirilme, Erdoğan seçmenini hor görme: Son 21 yılda ben kendimi ötekileştirilmiş hissediyorum. Benim hayat deneyimimde "sizler ve bizler" ayrımı bu hükümetle başladı gibi geliyor. Ama elbette bu 100 yıllık bir hikâye. AKP seçmeni varlığını, bugünkü imkanlarını, eğitimlerini ve iş olanaklarını Erdoğan'a borçlu olduğunu düşünüyor. Erdoğan'ın "One minute, Eyy Merkel" tarzı çıkışları AKP seçmenlerine kendilerini güçlü hissettiriyor ve onların gözünde kimseye biat etmeyen güçlü bir Türkiye imajı yaratıyor. Muhalefet partileri de milliyetçi ve muhafazakâr bu seçmenin oy verme davranışlarını anlayabilmiş gözükmüyor.
  • Gönül Borcu: Erdoğan döneminde iş hayatında üst seviyelere gelen, türbanları nedeniyle daha önce okuyamayıp da şu anda Avrupa'da, Amerika'da iyi eğitim olanaklarına kavuşan, muhalif tarafın cahil diye hor gördüğü ancak son derece eğitimli muhafazakâr bir kitlenin Erdoğan'a gönül borcu var. Bu kitle CHP'yi elitist görüyor.
  • KORKU: Korku'yu büyük harflerle yazdım. Çünkü iki taraf da korkuyor. AKP seçmeni Erdoğan döneminde kazandığı itibarı kaybetmekten, son 20 yılda ezilen taraf olan laiklerin seçimin ertesi günü intikam duygularıyla harekete geçeceğinden korkuyor. Laik seçmenler ise henüz 100 yaşına bile basmamış Cumhuriyet'i ve Cumhuriyet'in getirdiği hak ve özgürlükleri kaybetmekten... Özellikle kadınlarımız için... Millet İttifakı zaten oylarını alacakları laik kesime sesleniyor ama iktidar seçmeninin korkularını giderecek bir iletişim dili kuramamış gözüküyor. AKP seçmeni muhalefete güvenemediği için değişimden korkuyor.
  • AKP seçmeni için Erdoğan mazlumun yanında: Muhalefet seçmenleri bu 21 yıldaki saymakla bitmeyecek olumsuzluklara odaklanırken, iktidar seçmeni yüzde 300 enflasyonda yüzde 25 kira zammına, sağlık hizmetlerinin bedava olmasına, yurdun ücra köşelerine yapılan hastanelere, depremde yıkılsa da yollara, hava alanlarına odaklanıyor. Muhalefet, iktidar seçmeninin bu bakış açısına uygun söylemler geliştiremiyor.
  • Erdoğan AKP seçmeni gözünde bir tanrı gibi: Son 21 yılda AKP, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerin belediye başkanlıklarını Ama hiçbirinde Erdoğan bizzat yarışmadı ve bizzat kaybetmedi. Yine de AKP seçmeni, AKP'ye milletvekili seçimlerinde beklediği oyu vermedi ve AKP kurulduğu günden bu yana, meclisteki en düşük oy oranını (yüzde 35,5) aldı. Ancak bu oylar MHP'ye ve Yeniden Refah gibi partilere gitmiş görünüyor. Millet İttifakı, Cumhur İttifakı'nın AKP oylarındaki kaybından faydalanamadı.
  • Depremzedelere hakaret, korkuları pekiştirdi: Muhalefet seçmenlerinin, seçim sonrası zaten çok zor koşullarda yaşamaya çalışan depremzedelere öfkeyle, "Size yaptığımız yardımlar haram olsun" tarzı mesajları sosyal medyada paylaşması iki ucu birleştirmek yerine, iyice ayırmış oldu. Bu tutum "Birleşe birleşe kazanacağız" diyen bir ittifakın seçmenlerine maalesef yakışmadı. Erdoğan seçmenlerinin korkularını haklı çıkarttı. Deprem Bölgesi'nden neden AKP oylarının daha fazla çıktığını Tolga Şardan'ın "Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman'ın seçim fotoğrafı" yazısında okuyabilirsiniz.
  • Teröristlerle aynı masada, söylemi: Bir kısım AKP seçmeni, Erdoğan'ın her dediğini doğru kabul ederek Millet İttifakı'nı teröristlerle aynı masaya oturduğunu düşünüyor."Gerekirse aç kalırız ama vatanı teröriste yedirmeyiz" inancı hakim. Şehit ailelerimizin acısı ve Kürt vatandaşlarımızın mecliste temsili için son derece kritik, hassas ve iletişim dili pamuk ipliğine bağlı olan bu konu Millet İttifakı tarafından AKP seçmenine etraflıca açıklanamamış gözüküyor.

Ziya Meral: "AKP seçmeni değişimden korkuyor"

  • Bir kısım AKP seçmeninin değişim istememesinin nedeni korku. Rövanşist bir sürece geçilmesinden korkuyorlar. Sosyal, ekonomik, kültürel ve eğitim seviyesi anlamında son 21 yılda geldikleri konumu ve kazanımlarını kaybetmekten korkuyorlar.
  • Bir kısım ise AKP'yi gerçekten ideolojik olarak destekliyor. Şunu da unutmayalım sağ, sol, ya da muhafazakâr sağa oy veren aileler yaşadıkları sürece genelde aynı tarafı ve aynı partiyi desteklerler. Bu dünyanın hemen her yerinde böyledir. Muhafazakâr seçmenin, sol partiye veya sol parti liderine oy vermesi pek beklenen bir durum değildir. AKP'ye her koşulda oy veren ve verecek olan yüzde 35'lik bir kesim var.
  • Türk siyasetinde yeniden gördüğümüz gibi Türk milliyetçiliği çok önemli bir yere sahip. Kılıçdaroğlu milliyetçi istikamete gidiyor, çünkü orada oy eksiği var. Ancak Erdoğan'ın da zaten milliyetçi bir söylemi var. Her iki koalisyonda da göçmen alt sorunu ve milliyetçilik temaları var. Ama birinin kimyası ve formülü Türkiye'de ötekinden daha çok oy topluyor.  

"Türkiye'de din-siyaset-kimlik denklemi seçmen için çok önemli"

  • Sembolik olarak milli marşımızın ilk kelimesi bana çok anlamlı gelir: "Korkma!" Türk halkı olarak biz sürekli iç ve dış mihraklarla bir mücadele ve bir savaş halindeyiz ve bizim Türk'ten başka dostumuz yok. Bu toplumsal güveni zayıflatıyor, ve mutabakatı mümkün kılmıyor. Siyasilere ise sürekli oynayabilecekleri kurgular sağlıyor. Dindar muhafazakâr Cumhuriyetçiler ile laik Cumhuriyetçiler arasında gerilim Cumhuriyet'in kuruluşundan beri var. Bu denklem içinde çoğulculuğu, çok kültürlülüğü ve tam anlamı ile seküler özgürlükleri savunan liberal sayısı son derece az.
  • Türkiye'de din-siyaset-kimlik denklemi çok önemli ve bu seçimden önce yeteri kadar konuşulmadı. Türkiye'de derinden bir değişim süreci yaşandığını düşünüyorum, özellikle dindar ve milliyetçi gençler arasında. Bu seçimde ilk kez oy veren zehir gibi muhafazakar gençlerin, Erdoğan'a oy vermelerinin nedeni alternatiflerinin olmaması. Birçok konuda muhalefete oy veren gençler gibi bakıyorlar dünyaya aslında. Ama onlar için Kemal Kılıçdaroğlu bir çözüm değil, çünkü Kılıçdaroğlu'nun CHP'in lideri olarak onlara uygun bir söylem geliştirebilmesi bir noktadan sonra mümkün değil. "Geliştiremedi" demiyorum bakın. "Geliştiremezdi" diyorum, ama yine de anlamlı girişimlerde ve açıklamalarda bulundu.

"Bir CHP'linin alternatifi nasıl AKP olamazsa, AKP'lilerin alternatifi de CHP olamaz"

  • Şöyle düşün. Sen CHP'lisin, CHP içindeki kırılımları, zayıflıkları ve zaafları biliyorsun, 20 senedir seçim kazanamadığını biliyorsun ama yine de oyunu CHP'ye veriyorsun. Neden? Çünkü alternatifin yok. Senin alternatifin nasıl AKP olamazsa, AKP'lilerin alternatifi, ya da Erdoğan'a oy verenin alternatifi de CHP olamaz.
  • Kılıçdaroğlu bana kalırsa seçim öncesi çok iyi bir liderlik Ben de gerçekten ilk kez kazanacağını düşünmeye başladım. Ama diyorum ya ne derse desin, ne yaparsa yapsın, kimliğinin etkileyeceği alan kısıtlı. "Birleşe birleşe kazanmak" aslında birleşe birleşe Erdoğan'ı devirmeye çalışmaktı. Yoksa bir oluşum, aynı anda hem sağa hem sola, hem milliyetçi sağa, hem muhafazakâr sağa, hem Kürt siyasi hareketine ve Kürt dindar muhafazakârlara ne kadar istese de hitap edemez. Erdoğan seçmenine hitap edecek rakip ancak kendi tabanı içinden çıkabilirdi. Gül, Davutoğlu, Arınç, Babacan dışlandılar. Erdoğan sonrası dönemde AKP'yi bu oranlarda bir arada tutabilecek bir lider artık mümkün değil. Yine de muhalefet bir miktar daha oy alabilirdi periferiden. Belki de muhalefet içim siyasi en büyük risk CHP'nin Genel Başkanı'nı aday göstermek oldu. Sırf "Erdoğan gitsin de kim olduğu önemli değil" tutumu sadece bu kadar oyu kısa dönemde tutturabiliyor.

"Kaybedilmiş bir şey yok, iki tarafın da hâlâ şansı var, ama Erdoğan 1-0 önde gibi bir algı var"

  • Hangi taraf kazanırsa kazansın, ertesi gün rövanşist bir tutum izlenip, "Hadi bakalım, bu bizim devrimiz" diyerek geri kalan tarafı yok sayarsa, Türkiye çok zarar görür. En büyük korkum bu. Kazanmayı doğru yönetmek lazım.
  • Millet İttifakı ilk seçim sonuçlarından sonra dağıldı algısı yarattı. "İlk turda kazanacağız" mesajı sonuç öyle olmayınca büyük bir hayal kırıklığına yol açtı. Halbuki ya Sayın Kılıçdaroğlu'nun, ya da Sayın İmamoğlu veya Sayın Yavaş'ın hemen çıkıp, o olumlu havayı sürdürecek mesajlar vermesi gerekiyordu. Koalisyon partnerleri de etkisiz kaldı. Üç gün kimseden hiç ses çıkmaması maalesef Millet İttifakı'nın iletişim hatası Öte yandan Erdoğan aynı gece çıktı, ilk turu önde bitirmenin sevincini seçmenleriyle paylaştı. Unutmayalım ki psikolojik algı yönetimi çok önemli. Önümüzdeki seçimde iki adayın da hala şansı var. Aslında kaybedilmiş bir şey yok. Ama Erdoğan sanki 1-0 önde başlıyor gibi bir algı var.

"Yüz yıl önce Cumhuriyet kurulurken yaşanan gerilimler bugün hâlâ baki"

  • Erdoğan'ın tek partili başkanlık ve muhafazakâr toplum projesi uzun dönemde Türkiye'de tutmaz. Muhalefet bu seçimde başaramazsa bile, bir dahakinde eninde sonunda kazanacak.
  • Yüz yıl önce Cumhuriyet kurulurken yaşanan gerilimler hâlâ baki. Hala dindar Cumhuriyetçiler, laik Cumhuriyetçiler çatışıyor ve Cumhuriyet altında azınlıkları birleştiren tek bir millet kavramı sorgulanıyor.
  • Alfabe, yasalar, meclis derken Cumhuriyet çok cesur bir devlet yapılanmasıdır ve 100 yılda çok şeyler başarmıştır. Aynı cesaretle yeni ve daha güçlü bir Cumhuriyet'in altında toplanmamız gerekiyor. Herkes kendi cumhuriyetini koruma derdinde. O da Türkiye'yi bir yere götürmüyor. Çağın gidişatına baktığımızda da bunun Türkiye'yi nasıl zayıflattığını görüyorsunuz. Tüm potansiyeli kendi içindeki kırılmalarla harcanıyor.

"Yeni bir Cumhuriyet Mutabakatı lazım"

  • Hiçbir seçim nihai son değil ve hiçbir siyasi hükümet ya da lider nihai bir son söz değil. Sözün bittiği yer diye bir şey yok siyasette. Hele hele Türkiye kadar bu kadar karmaşık ve dinamik bir ülkede. Bu seçimin ilk turu bize gösterdi ki Cumhuriyet'in ikinci yüz yılına girerken, demokrasinin ışığı altında yeni bir Cumhuriyet mutabakatı ve vizyonu gerekiyor. Olaya Erdoğan'ı devirmek diye de bakmamak gerek. Erdoğan gider, başkası gelir ama yeni pozitif bir vizyon sunamazlarsa sonuçta yine Türkiye kaybeder. Atatürk'ün 100 yıl önce ortaya attığı en radikal fikirlerin, bugünkü versiyonları nedir, onlara bakmamız lazım. Atatürk'e yapılacak en büyük hakaretin Türkiye'nin vizyonunu ve referanslarını 1920'lere çevirmek olduğunu düşünüyorum. 100 yıl öncenin dinamikleri ile bugünün dinamikleri bambaşka. Türkiye hepimizin ülkesi; bu yeni mutabakat hepimize hitap etmeli ve bu karmaşık çağda hepimizi koruyabilip hepimize umutlu bir gelecek sunabilmeli.

Ayşe Acar kimdir?

Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. 

Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. 

Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. 

Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. 

Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 

2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. 

Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

'Bir Gün, 365 Saat'in yönetmeni Eylem Kaftan: Saraybosna gösteriminden sonra bir kadın 20 yıl önce başına gelen olay için polisi aramış

“Bir Gün, 365 Saat” filmi aile içi istismar kurbanı üç genç kızın dayanışmasını ve hukuk mücadelesini anlatıyor. Kızlar kendi hikayelerini kendi oynuyor. İzlerken zorlanıyorsunuz ama filmin sonunda içiniz umutla doluyor. 25 Aralık’ta vizyona girecek olan filmin yönetmeni Eylem Kaftan’la konuştum

Tehlike ölçme radarı: Anksiyete

2024 yılı benim anksiyetemle barıştığım, onu küçük bir çocuk gibi şefkatle sarıp sarmaladığım bir yıl oldu. Boynuma taş bağlanmışcasına düştüğüm karanlık dipten, yunus gibi fırlayarak çıktım. Artık içindeyken, konuya dışarıdan bakabiliyorum. Eskiden içinde sıkışıp kalırdım. Umarım bu yazı içinde sıkışanlara umut olur

Kanada’ya göç kısıtlamaları

Bugüne kadar birçok kez Kanada’ya nasıl göç edileceğini yazdık. Bu hafta Covid sonrası hızla büyüyen nüfusu kontrol altına almak için Kanada göçmenlik programlarına getirilen kısıtlamaları yazıyoruz

"
"