İnsanların tek farkı tüm şeytanlıkları yaptığı alet olan “el”idir
George Orwell, Hayvan Çiftliği
Kızım dört-beş yaşlarındayken sokakta gördüğü tüm köpeklere sarılıp öpüyor, oynayabileceği, tüylerini tarayıp, kafasına renkli tokalar takabileceği, yemeğini verip gezdirebileceği küçük bir köpeği olmasını her şeyden çok istiyordu. Sırf onu kırmamak adına bir gün ailecek Mecidiyeköy’deki bir pet shop’a gittik. Bundan 16 yıl önce köpek sahiplenmek için barınağa gitmemiz gerektiğini düşünemediğimiz için şu an utanç içinde olsam da gittiğimiz pet shop’taki hayvanların durumu da içler acısıydı ve oradan alınan her köpek de kurtarılmış sayılırdı. Hepsinden daha önemlisi bizim Mişka ile yollarımızın kesişmesi gerekiyordu.
O bizi seçti
Kapıdan girer girmez kızım King Charles Spaniel cinsi minnoş bir köpekle aşk yaşamaya başladı. Benim ve eşimin gözü ise kaka ve çiş içindeki kafesinin içine sığamaz hale gelecek kadar irileşmiş, hareket alanı daralmış, yeşil gözlü, yerinde duramayan üç aylık bir çikolata labradora takıldı. Uzun kulaklı bu tatlı şey, gözleriyle her hareketimizi takip ediyor, patisiyle kafesin kilidini zorluyor, kafamızı başka yöne çevirsek hemen arkamızdan havlıyordu. Eşim kızıma döndü ve dedi ki; “Önemli olan senin hangi köpeği seçtiğin değil, hangi köpeğin bizi seçtiği... Bu yavruya ne dersin?”
Kızım biraz hayal kırıklığına uğrasa da hemen kabullendi. Oğlum kafesinden çıkartılıp yere konulur konulmaz sağa sola ışık hızında koşturmaya başlayan yavrudan biraz korktu. Onu hemen kucağıma aldım. Yüzümü yaladı, başını boynuma soktu, içimin yağları eridi. Sonra çocukların kucağına verdim tek tek... Onların da yüzünü yaladı, kokladı, hemen patisini ellerine verdi.
Mişka 4 aylık, çocuklar 4 yaşında, 2008
Sevgilim değil ayı yavrusu
Birkaç saat içinde veterinerde ilk kontrolü yapılmış, misler gibi yıkanmış bir şekilde ailemizin yeni ferdi olarak evimizdeki yerini almıştı. Adını Mişka koyduk. Eski patronumun ona durmadan “Mishka” diye seslenen Rus bir sevgilisi vardı. Bu yüzden bu kelimenin “Sevgilim” anlamına geldiğini sanıyordum. Aylar sonra Rusça bilen bir tanıdığımızdan “Mishka”nın “Sevgilim” değil, “Ayı yavrusu” anlamına geldiğini öğrenince kahkahalarla gülmüştük. Poposunu sağa sola devire devire koşan küçük kahverengi kızımız, ayı yavrusuna benzese de bizim çoktan sevgilimiz olmuş, evimizi de küçük bir savaş alanına çevirmişti.
Üçü birlikte büyüdü
Tuvalet eğitimi tamamlanana kadar kısa bir süre her yer çiş kaka oldu, dişleri kaşındığı için bol bol tahta yemek masasının ve koltukların ayaklarını kemirdi, çocukların birkaç oyuncağını yürütüp nüfusuna geçirdi, birkaç yastık parçaladı, birkaç saksı devirdi, komşunun kedisini kovalayacak diye sık sık evden kaçıp yüreğimizi ağzımıza getirdi. Elbette eve yavru köpek almanın maddi, manevi zorlukları olacaktı ama karşılığına evimize fazlasıyla neşe gelmişti. “Yat” deyince oturuyor, “Otur” deyince kalkıyor, ben çocuklara sarıldığımda kıskanıp aramıza giriyor, türlü maskaralıklarla bizi durmadan güldürüyordu. Çocukların bir kardeşi olmuştu. Ona masal kitapları okuyor, onunla futbol oynayıp, yemeklerini paylaşıyorlardı. Bazen tüylü gövdesine yastık gibi başlarını dayayıp çizgi film izliyor, bazen göbeğini davul gibi çalıp şarkılar söylüyor, bazen de Mişka’ya piyeslerinde at rolünü veriyorlardı. Üçünün birlikte büyümesine tanık olmak büyük bir keyifti.
Mişka altı aylıkken, pet shop’taki ilk üç ayında kendisine çok kısa sürede, çok fazla aşı yapıldığı için gençlik hastalığına yakalandı. Onu kaybedeceğiz diye aklımız çıktı ama hayata tutundu benim güzel kızım. O zaman anladım ki, bir çocuğum daha olmuştu. Köpek sahibi olmanın sorumluluğu büyüktü. Çocuklarım bir gün büyüyecek ve yuvadan uçacak ama Mişka’m yaşamı boyunca benim sevgime, ilgime, bakımıma ihtiyaç duyacaktı.
Güllü kızımız, 2017
Ben ona baktım, o bana baktı
İki yıl sonra eşimle boşandığımızda bunun tam tersinin de geçerli olduğunu şaşkınlıkla fark ettim. Boşanmanın üzüntüsünü elimden geldiğince çocuklarıma yansıtmamak için onları okul servisine bindirene kadar dik durmaya çalışıyor, onlar evden gittikten sonra ise Mişka’nın mamasını verip yatağıma koşuyor, battaniyemi kafama kadar çekip karanlıkta yatıyordum. Yutkunamadığım için en küçük lokmalar boğazıma takılıyor, yemek yiyemediğim için her geçen gün kilo kaybediyordum. O günlerde Mişka her sabah yatağıma gelir, dişleriyle battaniyeyi üzerimden çeker, yüzümü uzunca yalar, kuyruğunu sağa sola sallar, ağzına aldığı tasmasını getirir üstüme atardı. İlk zamanlar onu gezdirebilmek için birkaç saat sonra yataktan çıkabilirken, zamanla bu süre kısaldı. Birkaç ay sonra birgün baktım ki, çocuklar okuldan gittikten sonra yatak yerine mutfağa gidip, kendime güzel bir kahve koyup, iki yumurta kırıp, yutkunmayı başarabilip, Mişka mamasını yerken ona eşlik edebilmişim. Onu gezdirirken ağaçların arasından yüzüme vuran güneşten tekrar keyif alabilmişim.
Yer yarıldı, Mişka içine girdi.
Mişka’nın bir yaşam koçu gibi hayatımı düzene soktuğunu fark ettiğim günlerden birinde kapı çaldı. Postacı gelmiş. “Dış kapıyı kapatın” diyene kadar, Mişka gördüğü bir sokak kedisinin peşinden dışarı fırladı. Postacı teslim kağıdını imzalattı ve gitti. Evin önüne çıktım, Mişka ortalarda gözükmüyordu. Beş dakika içinde fazla uzaklaşmış olamazdı ama yoktu işte. O gece ve sonraki günlerde sokaklarda deli gibi Mişka’yı aradım. Depresyonum geri gelip, üstelik ikiye katlanmıştı. Eşimden ayrılmıştım, babam ağır hastaydı ve şimdi de Mişka yer yarılmış içine girmişti. Bu kadarı fazlaydı. Eşimi geri döndüremez, babamı iyileştiremez ama Mişka’yı bulabilirdim. Ailem, arkadaşlarım koca İstanbul’da kaybolan bir köpeği bulabileceğime inandığım için deli olduğumu düşünüyorlardı. Deli değil anneydim ve bulacaktım dört ayaklı kızımı...
Çocuklarımla bir takım olduk, el ilanları hazırladık, bu ilanları oturduğumuz evin etrafına ve yakın mahallelerdeki elektrik direklerine, bakkalların, taksi duraklarının, postanelerin camlarına astık.
Mişka, Defne, Ela ve Peri ile, Sunshine Coast, 2019
Zayıf bir “Söz”
O günlerde bir gün, yeni evlenen arkadaşlarım, kendilerine ev bakarken benim de fikrimi almak istedikleri için -amaçları fikir almaktan öte beni oyalamaktı- beni ev bakma turuna çıkartmışlardı. Gitmişken o bölgeye de ilan asarım diye kabul ettim. Boş evi gezerken, odalardan birinde gözlerimin karardığını, dengemi kaybettiğimi, sırtımı soğuk duvara yasladığımı ve yavaş yavaş aşağı kaydığımı hatırlıyorum. Gözümü hastanede açtım. Damar yolumdan sakinleştiriciler veriliyor, kardeşim başımda “Evet boşandın! Evet babamız ağır hasta! Ve evet Mişka kayboldu! Bunları kabulleneceksin artık. Çocukların sana ihtiyacı var. Söz ver bana artık Mişka’yı meczup gibi sokaklara aramayacaksın. İki hafta oldu. Kayıp insanların bulunamadığı koca şehirde Mişka’yı bulman imkânsız!” Gözümden yaşlar süzülürken, zayıf bir “Söz” çıktı ağzımdan.
Beklenen telefon
Ertesi gün verilen ilaçların etkisiyle öğlene doğru uyandım. Telefonumda bilinmeyen bir numaradan 12 cevapsız çağrı vardı. Hemen geri aradım. “Abla, ben Zorlu İnşaat’ta işçiyim. Memlekete mektup yollarken, postanede sizin ilanı gördüm. Bizim kampa sizin köpeğe benzer bir köpek bağladılar. Abla, emin değilim tabii ama çok benziyor.” Kafam ilaçlardan çok ağır olmasına rağmen hemen ayıldım, işçi kardeşime öğle tatilinde onu bugünkü Zorlu Alışveriş Merkezi’nin inşaatının girişinden alacağımı söyledim. Eniştem beni yalnız bırakmamak için benimle gelmeyi kabul etti. Duraktan taksi çağırdık, işçi kardeşimizi aldık ve Ayazağa’daki kampın yolunu tuttuk. Durumu bilen durağımızın taksi şöförü “Abla inşallah Mişka’dır” diyerek bazı dualar mırıldanıyor, eniştem hayal kırıklığına uğramamamı, köpeğin Mişka olma ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor, işçi kardeşim “Abla işte bizim hanıma Bitlis’e mektup yazdıydım” diyerek, ilanı nasıl gördüğünü ve resimdeki köpekle, kamptaki köpeğin benzerliklerini sayıyordu.
Anneler Günü, Defne, ben, Ege ve Mişka, North Vancouver, 2020
Koca kulübeyi sürükledi güzelim
Kampa vardık. Daha taksiden inmeden kuyruğundan tanıdım Mişka’mı. “Mişka” dememle birlikte, kalın bir zincirle bağlandığı koca kulübeyi peşinden sürükleyerek koştu bana kızım. Arka ayaklarının üstüne kalkıp, ön patileriyle boynuma sarılıp, göz yaşlarımı öpücükleriyle sildi. Film karesi gibi bir andı. Koca İstanbul’da kızımı bulmuştum işte! Hayatıma tekrar güneş doğmuştu.
Sonraki yıllarda Mişka ile birbirimize bakmaya devam ettik. Çeşitli nedenlerle üç dört kez hayati riski olan ameliyatlar geçirdi ve hepsini de sağsalim atlattı. Çeşitli nedenlerle evden çıkacak gücü kendimde bulamadığım günlerde, üzerime fırlattığı tasma sayesinde kar, kış, yağmur demeden evden çıktım ve her seferinde de “İyi ki Mişka var!” dedim. Çocuklarımı nasıl koruyup kolladığı, aralarındaki kardeş bağının gücü ise bambaşka bir yazı konusu.
Göçmen Mişka
Bundan yedi yıl önce Kanada’ya göç ettiğim zaman, Mişka’yı da yanımda götürüp götürmeyeceğimi soranlar, elbette beni çok iyi tanımayan kişilerdi. Göçmenliğimizin ailecek en zor yılı olan ilk bir yılında, Mişka mahallemizde komşularımızla tanışmamıza, yeni bir çevre edinmemize neden oldu. Sadece bizim değil, burada edindiğimiz tüm arkadaşlarımızın ve çocuklarının sevgilisi oldu. On yaşından sonra kalçasında sorunlar yaşamaya başladı. Yine de ben akşamları eve döndüğümde, kilit sesini duyar duymaz, yuvarlanarak yerinden kalkar, kaya kaya kapıya koşar ve üstüme atlardı. Onun sayesinde kendimi hiç yalnız hissetmedim.
Mişka ve ben, Quarry Rock'a tırmandıktan sonra manzarının keyfini çıkartıyoruz, 2020
Zamanı geldi
Bir gün, “o gün” geldi. 12,5 yaşına gelmiş olan kızım bir anda nefes darlığı yaşamaya ve yürüyüşlerde zorlanmaya başladı. Havanın çok sıcak olduğu ve benim evde olmadığım bir gün, çocuklar onu gezdirirken nefesi neredeyse tamamen gitmiş. 17 yaşına gelen çocuklarım Mişka’yı taksiye attıkları gibi acile götürmüşler. Ben de bulunduğum yerden taksiye atladığım gibi hastaneye gittim. Güzelim beni görür görmez son gücüyle kuyruğunu salladı. Hastanede üç dört gün kaldı ama düzelemedi. O hastanedeyken bir rüya gördüm. Mişka önüme iki köpek yavrusu atıyor; biri sarı labrador, öbürü kendisi gibi çikolata labrador ve gidiyor. Sonradan bu rüyayı Mişka’nın çocukları bana emanet ettiği şeklinde yorumladım.
Hastaneden çıktıktan sonra, evin önünden öteye yürütemedik. Kızım, oğlum ve ben ayrı köşelerde ağlarken bir kuvvet yanıma geldi, sanki ağlıyorum diye bana kızdı, gözyaşlarımı öperek sildi ve gözümün içine ilk günkü gibi aşkla, fakat bu sefer “Zamanı geldi” der gibi baktı. Hayatımızın en zor kararını vererek, veterinerimizin de önerisiyle, çocuklarımla birlikte kollarımızda uyuttuk güzel kızımızı. Bu sefer onu kurtaramadım.
O bize çok güzel bir hayat verdi
Herkes bana dedi ki “Ama çok güzel bir hayat verdin Mişka’ya. Ona çok iyi baktın, onu ardında bırakmadın.” İşin aslı o bize çok güzel bir hayat verdi. Mişka’yla birlikte çocuklarımı büyüttüğüm yıllar, hayatımın en güzel yılları olarak kalbimde yer alacak.
Güzel kızım melek olalı üç yıl oldu. Onu anmadığımız tek bir gün yok. Hala onu yürüyüşe çıkarttığım saatlerde yürüyüşe çıkıyor, bazen sağıma baktığımda yanımda yürüdüğünü hissediyorum.
Bu yazıyı Vancouver’daki evimde, Mişka’nın bebekken ayaklarını kemirdiği tahta masanın üstünde, Mişka’ma ve devlet tarafından katli vacib görüldüğü için, Gebze’de ve ülkenin çeşitli yerlerinde hunharca öldürülen dört ayaklı masum canlara ithafen yazıyorum. Eğer o canlara bir fırsat verilseydi, bir evin Mişka’sı olup, o eve koşulsuz sevgiyi öğretebilir ve insanlarına güzel bir hayat verebilirlerdi. Belki de o zaman bazı insanlar bu kadar kötü olmaz, şeytan elleriyle etrafa “zehir” saçmazdı.
Ayşe Acar kimdir?
Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı.
Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu.
Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü.
Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı.
Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı.
2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu.
Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor.
|