Vancouver'daki Türk arkadaşlarımın çocukları şu anda en az üç dil konuşuyor. Biri ana dilleri olan Türkçe, diğeri İngilizce ve Kanada iki dilli bir ülke olduğu için üçüncüsü de Fransızca. Tabii bazen ortaya mevsim salatası kıvamında her üç dili de kaplayan cümleler çıkıyor. "Bu hafta amie ile playdate yapabilir miyim?" Cümlede geçen "amie" Fransızca arkadaş demek, "playdate" ise İngilizce oyun günü. "Işıkları open it (aç)" gibi tatlı cümlelere ise gülüyoruz tabii ama cümle baştan aşağı yanlış olduğu için çocukları uyarıyoruz. "Evladım, ışıkları 'turn on' olacak o, 'open it' değil" derken buluyoruz kendimizi.
Benim çocuklarım buraya 12.5 yaşında geldikleri halde, Türkçe'yi İngilizce'den çevirerek konuşmaya başladılar. "Acting'de bu hafta film etçez" "Sahile inerken otobüs alacağım" "Kadın doğum vermiş" gibi cümleler kurduklarında, kendimi elimde tuttuğum Türkçe kitapları burunlarına burunlarına doğru sallarken, "Ben Türkçe konuşamayan çocuk istemiyorum. Okuyacaksınız!" derken buluyorum. Ne demek yahu "film etçez!"
Arkadaşlarım bazen çocuklarının Türkçe'yi gurbetçi aksanıyla konuşacakları konusunda endişe ediyor, bazen de kafalarının karışacağından ve üç dili de tam öğrenemeyeceklerinden...
Bu haftanın konuğu Profesör Dr. Nergis Canefe, 10 parmağında, 10 marifet bir hoca. Sıfatları saymakla bitmez. Ama biz konumuzla alakalı olan kısmına odaklanarak kendisini "Siyasi Felsefe, Zorunlu Göç Etütleri ve Uluslararası Kamu Hukuku alanlarında, İnsan Hakları ve devlet-toplum ilişkilerine yoğunlaşarak, otuz seneyi aşkındır akademisyen olarak çalışan bir göçmen" olarak tanıtacağız. Halen IASFM'nin (Zorunlu Göç Etüdü Çalışma Uluslararası Birliği) yürütme kurulu üyesi olan Canefe'nin, 50'den fazla bilimsel makalesi ve 6 kitabı bulunmakta.
Profesör Canefe'nin Toronto'da "Göçmen Aileler ve Çok Dillilik" üzerine bir seminer verdiğini görünce, hemen kendisini buluyor ve merak ettiklerimi soruyorum.
Profesör Dr. Nergis Canefe
Dili bilmek, konuşmak ve yazmak ayrı şeyler
- Sizin göçmenlik maceranızı öğrenebilir miyiz?
Toronto'ya 1990 yılında doktora öğrencisi olarak, bursla geldim. 1996'da büyük oğlum doğdu. 1998'de oğlum ve babası ile birlikte İngiltere'ye taşındık. Ben önce Oxford'da doktora sonrası uzmanlığımı tamamladım, ardından London School of Economics'te ders vermeye başladım. Bu esnada küçük oğlum dünyaya geldi. Yaklaşık beş sene Londra ve bir sene Türkiye macerasından sonra, 2003'te çekirdek aileyi toplayıp, yeni işime başlamak üzere, göçmen olarak tekrar Kanada'ya döndük.
Trakya usulü "üç-beş" diyelim. Bilmek ile konuşmak ve yazmak ayrı şeyler.
- Kendinizi hangi durumlarda, hangi dillerde düşünürken ya da ifade ederken buluyorsunuz?
Ana dilim olarak Türkçe, bende nüanslar, deyimler, çağrışımlar konusunda her zaman bir serbestlik ve nefes alma alanı. Fakat hemen hemen bütün yüksek lisans eğitimim, profesyonel iş hayatım ve çocuklarımın babasının İngiliz olmasından ötürü ev hayatımın büyük kısmı İngilizce konuşarak geçti. İngilizce kamusal olarak belki Türkçe'den de daha hakim olduğum bir dil haline geldi. Fransızca hülyalı dünyalar dili benim için. Keza İbranice ve daha sonra öğrenmeye çalıştığım başka bir kaç dil de öyle... Başka dünyaların habercileri gibiler.
Türkçe ve İngilizce, benim gerçeğimin iki temel taşı. Hem ifade yöntemleri hem yapısal yaklaşım açısından ciddi olarak farklı bu iki sistem arasında kendimi evimde hissediyorum.
Türkçe konuşurken bir tür dans gösterisine dönüşüyor sohbetim
- Konuştuğumuz dil düşünce şeklimizden başka neleri etkiliyor? Yüz ifadelerimizi, mimiklerimizi vs... Açıklayabilir misiniz?
Tabii, bunları direkt olarak etkiliyor. Anglo-Amerikan dünyası vücut dilinden ürker, hareketli anlatımı duygusallıkla eşleştirir. Beden dilini aşikâr olarak kullanan toplumların rasyonaliteden uzak olduğu konusunda önyargıları vardır. Benim kariyerim ve kamusal kimliğim bu dünyada oluştu, o yüzden İngilizce konuşurken -eğer oğullarımla konuşmuyorsam- bedenime çok daha hakimim ve onu sınırlıyorum. Türkçe'ye döner dönmez, entonasyondan tutun da, el, kol, vücut, boyun, baş ve yüz hareketleriyle bir tür dans gösterisine dönüşüyor sohbetim.
- Tipik Akdenizli hareketleri...
Evet, Akdenizli toplumlar için de 'normal' olanı zaten bu. Yine de bir tür sahne gösterisi özeniyle bir dilden diğerine geçtiğimi fark ettiğimde çok şaşırmıştım. Bununla birlikte, toplumsal varoluş bilincim ve iletişim yöntemleri konusundaki seçimlerim de değişti.
Öfkemi törpüleyip, süzgeçten geçirmeyi öğrendim
Türkiye'de büyüyen, uzun yıllar yaşayan ve çalışan biri olarak "Anneniz yabancı mı? Oturuşunuz, beden diliniz buralı değil" laflarını çok sık duyuyorum. Bir başka konu da "Ne kadar sakinsin, hiç sinirlenmez misin?" meselesi. Sinirlenmez miyim, tabii ki sinirleniyorum. Ama 30 sene Amerika, Kanada, İngiltere arasında yaşadıktan sonra, öfkeyi törpüleyip, süzgeçten geçirip, kamuda asla ham hali ile paylaşmamayı da öğreniyorsunuz. Anglo Amerikan ahlakı ile hareket etmek artık içselleşmiş bir durum benim için.
7 yaşından sonra öğrenilen dil, 'ana dil' değil, 'yabancı dil' oluyor
- Göçmen bir ailenin çocuğu erken yaşlarda kaç dil öğrenebilir? Yaş büyüdükçe dili öğrenme kapasitemiz azalıyor değil mi?
İki dili zaten çok doğal ve hiç zorlanmadan öğreneceklerdir. Bu sayı üç de olabiliyor. Yedi yaşından sonra dil öğrenme konusunda çok farklı melekeler devreye girdiği için artık o öğrenilen dil 'ana dil' olmuyor, 'yabancı dil' oluyor.
- Kendi çocuklarınıza "çift dillilik" konusunda nasıl destek oldunuz?
Ben 'karışık evlilik' denen düzende iki erkek çocuğu yetiştirdim. Oğullarımın babaları Türkçe'yi ne öğrenebildi, ne de alışabildi. Buna rağmen küçük oğlum ile 8 yaşına kadar inatla sadece Türkçe konuştum. İlerleyen yaşlarda unutsa da, konuşunca hemen hatırlıyor. Bu iki dillilik sayesinde diğer dillerle de arası çok iyi oldu. Rusça, Lehçe, Fransızca çok kolay öğrendi.
Büyük oğlum akademisyen ve zaten dillere meraklı biri. Şu anda 7 dil biliyor, Türkçe okur ve yazar. Çocuğunuza ana dili öğretmenin zararı olmaz, deneyimle sabittir.
Türkiyeli göçmenler, çocuklarıyla sadece Türkçe konuşmalı
- Göçmenlerin iki hatta-üç dilli çocuk yetiştirmek en büyük dertlerinden biri. Bu konuda ailelere neler önerebilirsiniz?
Bu konuda zaten iki ayrı söyleşi yaptım Kanada'da. Kendimi tekrarlama riskini azaltmayı umarak, şunları önerebilirim:
* Çocuklarınıza ana dilinizde ninni söyleyin, masal anlatın, şaka yapın ve gerektiğinde azarlayın. (Bu sonuncu tuhaf gelebilir ama yanlış bir şey yaptığı zaman İngilizce veya Fransızca 'Ne yapıyorsun sen, Allah Aşkına' demek, gerçekten komik oluyor.)
* Türkiyeli göçmenler, çocuklarıyla sadece Türkçe konuşmalı. Hepimizin aksanı var ve yabancı dil konuşurken dil bilgisi hatası Çocuklarınız bu ülkede ana dil olarak İngilizce veya Fransızca öğreniyorlar ve sizin az da olsa hatalı, göçmen İngilizceniz ya da Fransızcanız onların gözünde sizi ebeveyn sıfatından hep bir şeyler öğrenmesi gereken ikinci sınıf göçmen sınıfına indirger.
* Çocuklarınıza Türkçe alfabe ve okuma yazma öğretin, Türkçe kitap okuyun, filim izlettirin. Bilgisayar oyunları, kutu oyunları... İlgilerini çeken her şeyin Türkçe çevirisi var, evi bunlarla doldurun.
* Anne babanız İngilizce veya Fransızca bilse dahi, ısrar edin, çocuklarınızla Türkçe konuşsunlar. Israrlı olduğunuz zaman çocukların Türkçe'ye gayet kolay alıştığını göreceksiniz. Bu ileriki yaşamlarında hem aile büyükleriyle hem de genel olarak Türkiye'deki yaşam ve Türk kültürüyle bağlarını devam ettirecek yegâne yöntem.
* Eğer yakınlarda varsa ve ilginizi çekiyorsa, çocuğunuzu Türkçe hafta sonu dil okuluna gönderin. Eğer yoksa Türkiye'den yaşıtları ile tanışmasını ve Türkçe yazışmasını sağlayın. Bu konuda Google translate çok ise yarıyor.
* Çocuğunuz 8 yaşını geçtikten sonra, tren hemen hemen kaçmış demektir. Ergenlik yıllarında siz de İngilizceye döneceksiniz çünkü Türkçenizi anlaması için kelime ve kavram dağarcığı açısından 'mutfak Türkçesi' dediğimiz göçmen Türkçesi iletişiminiz için yeterli olmayacak. Fakat ısrarla kendi kendinize Türkçe mırıldanın, ısrarla her fırsatta Türkçe konuşmaya devam edin. Türkçe şarkı dinleyin, gazete okuyun, Türkiye'den kitap getirin. Ev ortamında Türkçe asla kaybolmasın.
* Son olarak, tek göçmen millet biz değiliz. İtalyanlar, Portekizliler, Çinliler, Ruslar, Hintliler, bir onur meselesi olarak çift hatta üç ana dilli çocuklar yetiştiriyorlar ve bu toplumda en iyi mevkilere geliyorlar. Ana dilinizden korkmayın, statü kaybı getirmez.