12 Ocak 2025

Ne kadar da etten, kemiktenmişim meğer: Kanım Açıkta

Gömleğin gerisi de yok, derisi yok, gömleğin içi yok, gömleğin içinde kimse yok ve aynı denizde yüzmeye devam eder demirden birer başsız kuğu gibi ticaret gemileri. “Dert bu mu?” diyecekler, bu dert değil de ne?

Vebali dışarıda bırakmak için
İkna dersleri almış halk
Bir ateş yaksam camları patlayacak. 

“Zemine uzananlar düşemezler” amma, dünyayı sırtlandıklarını zannederler. İnsan mı dünyaya, dünya mı insana yük? “O ihtişamlı Belirsizlik.” Oysa insan bir pencere, âlem içre, âlem içinde, âlem onun içinde… Yok ki aynası, bakınca görsün kendinin aynısını. Ekip biçip kan içinde görse kendini, ama tanıyabilecek mi ki? Bazı sesler kelimelere dönse, dünyada hiç söylenmemiş sözler de söylenmiş olurdu herhalde. İnsanların “Edebiyat yapmak” dedikleri şeye, ben “âleme bakmak, kendine batmak” diyorum. Hiç görmeden, göstermeden aksini ne kendine ne bir başkasına, “hoş bir seda” dedikleri de budur belki, aynalara baktığında dışı gürültülü, içi sonsuz bir boşluk gibi bir şeyin kalması, her şeyden sonra geriye. İşte ona “şiir” diyoruz. O şiiri, o şairi ararken su yuttum, tuz yuttum. Derken, bana ateş içirmişler meğer…

Kalemin ucunu açar gibi
Kemiklerimi kırıp içimden çıkmak istiyorum
Hayalet gemi olmayı, o ihtişamlı belirsizliği
Bir yengecin üç kalbinden birini istiyorum. 

Mürettebatı kayıp, eşyalar yeksan
Soluk alan hiçbir şey yok üzerimde
Pruvada dinlenirken ölüm, yükseliyor su
Yükseliyor sayha, denizin ve benim. 

Hiç okyanusa açılmadım, batırmadım yelkenleri
Deniz hayvanlarım olmadı omzumda soluklanan
Yine de düşledim hayalet gemi olmayı
O ihtişamlı belirsizliği, uzak tutan gizi, neden? 

Bir hayalet gemidir ölüm, tayfası bulunmaz
Bekleyişin bütün adlarını siler dalga.
Hepsini elden çıkardım, korkmuyorum sonlanmaktan
İnsan olmak istemediğimi düşünüyorum, neden? 

Uyumsuzluğun yasası gibi geldim, kuruldum. Derinleştim, derine yerleştim. İnsanlıktan ve şiirden söz ederken, teknik lakırdılardan kaçtım, vazgeçtim. “Şiir” dedikleri şey yalnızca kafiyeyle olacak şey değil, söze kudret, söze kuvvet, söze anlam verecek kadar acı çekmek de gerekir. Yahut bunu idrak edebilecek kadar uçsuz bucaksız bir empati geliştirebilmek. Budur, bu işin mayası. Fakat hep çok anlayış bekleyenlerin birden taşa çevirdikleri bir şey gibiyiz de biz şairler. Fırından çıkan toprak testinin sırlanması gibi ateşler sönmeden… Bir bardak suya baktım da demin, saatin sesini duydum, boğulacak gibi oldum, “artık bende bunlar yok” diyemediğim için. Demek insanı kullanmanın da bir kılavuzu olsaymış, kalbimiz bu kadar da kırılmayacakmış. “Devamı haftaya” dediğim yazıyı yazamadım üstelik. Muğlâk dünyanın hakikatleriyle yüzleşmenin getireceği genç ölmeyi göze alamadım mı yoksa? Hiç! Mültecilik, kolay anlatılacak şey mi zaten? Alınıp satılması insanın, insan eliyle… Nerede, neye benzerse benzesin, adından, değerinden önce ederi gelecek söze: “Batan geminin malları bunlar!” Alınıp satılan bir şey gibi “sermeye, sermaye.”

Çirkinlik güzellikten uzun sürer, geçmiş gelecekten. Uzun sürmeyi kim ister ben bunca sabırsız. Şöleni mateme çeviren kapım hep açık. Mezar taşındaki unvan kadar berbat eşiğim, aşılsın. Ölümün bile ticaret olmasına çatılsın. Biriksin alında çizgi, parmakta garaz. İnsan ürün değildir kanım açıkta. İnsan ürün değildir kanım açıkta.

Seyrettim ömrümce âlemi, yeryüzünde her şey silinir, kan silinmez. Sıçradığı duvarı kat kat sıvayla kapatsalar, ışığı tutunca o bile bağıracak kadar canlı çıkar ortaya “Kanım açıkta.” Savaş zayiatı olunca, insanın ölüsü bile para ediyor da yaşarken bir başına beş yılda bir iki kez bir oy pusulasını bilir-bilmez işaretlemekten başka bir değeri olmuyor galiba. Dahası bunun, denizlerin karalara savurduğu cesetlerden söz etmek. Fazla gelmiş gibi dünyaya, vurmuş kendini karaya… Kıpırdamayan şeyleri de oradan oraya çarpa çarpa sürükleyen bir su gibi akıp gidiyor diye mi hayat? Bir kadın eşarbı, bir küçük çocuk ayakkabısı, yırtılıp kalmış suyun üzerinde bir gömlek gibi içi boş, çünkü içi yok artık, içinde bir şey yok, üzerinde insan kanı... Gömleğin gerisi de yok, derisi yok, gömleğin içi yok, gömleğin içinde kimse yok ve aynı denizde yüzmeye devam eder demirden birer başsız kuğu gibi ticaret gemileri. “Dert bu mu?” diyecekler, bu dert değil de ne? Bir bardak suya bakıyorum da dalgaların sesi, dünyanın sesi... Boğulmaktan kaçarken yuttuğum suyun, tuzun sesi… Bakıp bakıp sulara tiksiniyorum. Su karadan uzaklaştıkça kuruyup kararan ağaçlara benziyorum. Ne kadar da etten kemiktenmişim meğer… “Acile Tek Giden,” “Beni Nerden Vuralım?” diyen şair gibi, birileri yaşasın diye birilerini öldürmeye giden gemilere sesleniyorum: “Kanım açıkta.”

Zeynep Tuğçe Karadağ

Bilen söylesin nereye geç?
Neşe provalarına, gönülsüz yemeklere mi?
Kadrajda bulunan kimliğe mi yoksa?
Sayfayı tekrarla, günü tekrarla, şarkıyı baştan
Yaşatan ve çürüten aynı sebep.

Makineler çürüyemez, toplumun makineleri, ailenin
İş yerinin, sevilme arzusunun, güvensizliğin
Paslanır sadece, bilmez hiçlik ne demek.
-Kazıyorum, kazıyorum, bitmiyor kandırılmışlığım
Tüm gün susmak için yıllık izin alıyorum.

Ne zaman kalabalık dayansa alnımıza
Bakışlar, eşiğimizi kapatır.
Gündelik bir şey olur boğulmak
Suya gerek kalmadan, uğultuda. 

Hiçbir şey paylaşmadığında yaşamadığın sanrısı
Oysa beş vakit paylaşanların bir yaşamı yok.
Kablosuz kuşatmanın mağluplarıyız
Mutsuzluk hepimizin en bilinen mesleği artık. 

Bir filmde izlemiştim, dünyanın katı huyuna katıksız ve katılmaktan yorulmuş bir adam, üzerinde “özür dilerim” yazan bir kâğıdı boynuna, kendini de sokak lambasına asmıştı. Çok yıllar yıllar oldu, hiç atlatamadım bunu. Ben olsam, pek konuşmayan, çok yazan ben, oraya da sadece bir dize yazardım, “Dünyaya bir kez çocukken bakarız.”* Hepsi bu. Kaybettiğim uzuvlarımın yerine ölümden ve yaşamaktan söz eden dizeler yerleştirdim. Yutkun şimdi, yutkunabilirsen eğer. Bir buğday tanesi yahut bir elma yüzünden mi, dünyanın bir çilehaneye benzemesi? Her yanı kıymık içinde bir et parçası gibi hem şifasız hem ölümsüz olmanın ne demek olduğunu öğrendim. “Dünya işte, böyledir, geçer gider” diye bekliyorum. Beklerken de kıpırdamadan durabiliyor muyum? Bilmiyorum. Sözün sahibi olmakla köpeği olmak arasındaki fark, ateşten yakıcı, buzdan soğuk, hem de araf. İnsanı ancak çukuru paklar. Çamurdan olanı çamur yutunca, ancak sükûn bulacak demek ki insan… Birçok şeyden kaçarak yaşamak, ben işte bunun ustasıyım artık. Yazsam “kendini ipe çekecek” diye birileri yazmaktan da kaçıyorum bazı şeyleri. Çünkü dayanamazsınız. Canını seven şiir okusun o zaman “daha uzun bir şeye dönsün” diye “yaşamak.”

Bebek mezarları, kimsesizler, sağırlar aşağıda
Yerimiz yanlış, uzandığımız merdiven kül
Çatıda bırakılmakmış ceza, tanıklık giyotinden ağır
Dinlenme fırsatını hiç vermedi tarih. 

Kusur başladı, bize benzesin adlı silah çıktı menzilden
Yaralarım denizi çağırdığında yoktu tayfam
Sanatçılar gelince çekildi deniz
Poz hakkı sınırsızdı gerçeklik güçsüz. 


*Louise Glück

-Şiirler, Zeynep Tuğçe Karadağ, “Kanım Açıkta.”

Ayfer Feriha Nujen kimdir?

Ayfer Feriha Nujen; yazar, sosyolog ve mühendistir. İlk şiirleri on dört yaşından itibaren Taflan, Berfin Bahar, Varlık, Sincan İstasyonu, Üç Nokta, Kaçak Yayın, Deliler Teknesi, Az Edebiyat, Yokluk, Forum Edebiyat, Evvel Fanzin, Amargi gibi dergi ve edebiyat sitelerinde yayımlandı. Pek çok alanda ve türde çalışmalar yaptı. Halen T24'te haftalık yazılar yazmaktadır.

Bedenim Mezarımdır Benim, Yüzü Avuçlarında Solgun Bir Gül, Aşkın 7. Harikası Tac Mahal, Ay İle Güneş Arasında, Duasız Ölüler, Şairin Kara Kutusu/ Nilgün Marmara, Kırağı/Seyhan Erözçelik Şiirine Bodoslama, Öteki Cins Şair, Ey Arş Sıkıştır! yayımlanmış bazı kitaplarıdır. Yazmayı ve çeviriler yapmayı sürdürmektedir. İstanbul'a bağlı bir kasabada yaşamını sürdürmektedir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İnsanlıktan daha eski, Suriye meselesi: İnsan, mekân ve sermaye

Son yirmi yılda mülteci krizinin ortaya koyduğu şey sadece göç, yeni yurtlar edinmek zorunda kalan bir yığın insanın korkunç bir dram yaşamasına da neden olmuştu. Bütün bunlar hangi dünya liderinin umurunda?

Tarihi “yürümek” ve “savunma” ile ele alan ‘Karşı Roman’ın yazarı Ali Ayçil: İnsan güvenilmez bir varlıktır ve her organizasyon bir iktidardır

“Durduğunuz yerin başkalarının durduğu yerden daha kıymetli olduğunu gösteren bir ölçü mü var elinizde? Biri size nişan alarak bu ya da karşı taraftan bahsettiğinde cehaletin şiddetiyle yüzleşiyorsunuz. Cevap vermek bile yorucu”

Halk edebiyatı, halkın edebiyatı: Veysel’i dinliyorum, gözlerim kapalı

Veysel’i okuduktan sonra öğrenmiştim kör olduğunu. O söyledikçe sesinin tutulmuş kayıtlardan yazıya aktığını… Allah Veysel’in iki gözünü birden almış, ama yerine de görünün en hakikisini bırakmıştı. Masal gibi, masaldan gerçek!

"
"