Kendi kendine akıllıca sözler eden huysuz, ters bir adam… Cioran, Tanrı ile konuşurken de öfkesine sarılanlardan. Aslında öyle olmadığını bilmemek için ondan kaçıyoruz. Akıllı öfkenin itaati ve biat etmeyi kırıp bozduğunu gayette iyi biliyoruz. İnsanları iyi ya da kötü etiketleyen itkilerimiz, kendi elimiz olduğunu görmek, göstermek istemiyoruz. Çünkü insan bütün tespitlerini kendinden yola çıkarak yapar. Ve bir başkasını tanımlarken aslında kendini ortaya koyar. Kendiyle ilgili şeylerden söz eder. Acımasızca aksini iddia ederek... Bunun hiç farkında olmadan. Fark edilmeyeceğine inanarak… Emil Michel Cioran; yazanlar arasında mutsuzluğun ustası ve korkunun kuklasıyla oynayan akıllı bir pesimist 'olmanın' ötesinde bir düşünür. Yatışmaz akılların yatıştırıcısıdır. Okumayı bilenler için Cioran, etkili bir antidepresandır. Malumunuz, panzehir zehrin kendisinden üretilir. Merdümgiriz ve Stoacı. Ve ne yazık ki, yanlış kullanılan her antidepresan gibi Cioran da yanlış okunursa intihara sürükleyebilir. Bu sürüklenmeye kapılmamak için okurun okumak kaosunda olgular üzerinde iradesini sahiplemeyi iyi bilmesi gerekir. İnsanın kendini öldürmesi konusunda öz iradesiyle paralel eyleme geçmez bir liberaldir Cioran. Bu konuda Schopenhauer'in İrade Felsefesi'nden ne derece etkilendiğini bilmemiz gerekir. Böylesi bir özgürlük anlayışı 'sonra'nın akıbeti bakımından beni de herkes kadar ürkütür. Yürekten bir Stoacı olmama rağmen. Çünkü gençken benim de aklımdan hiç çıkmazdı, bir varlık olarak kendini yok etmek düşüncesi. Derinlik mi, saplantı mı? Bir tuhaf tutku... Cioran, akıllı gözleriyle muzip muzip gülen bir adam. Bir insanın kendini öldürmek isteyecek kadar bu dünyanın ve zamanın dışına çıkmayı istemesi gerçekten ürkütücüdür. Fakat her haklı eylem bir sonraki eylemi daha güçlü kıldığından anlayışla karşılanabilir. Bu kişilerin koşulları ve bilinçleri kendilerine has olduğundan sadece haklılık dereceleri değişebilir. Cioran, “kendinizi öldürün” demiyor zaten. Ölümü size yeni öğretiler sunacak bir olgu olarak ele alın diyor sadece. Ölüm düşüncesinin yaşamın bir uzamı ve uzatıcısı olduğu konusunda fikirler de veriyor böylece. Bunu en çok da değişimin bir daha asla değişmemesi gereken bir biçimde değişip yerine oturmasını isteyenler anlayabilir. Dipten yüzeye çıkmazların sesidir Cioran. Kendi bildiğinde ısrarcı olmasıyla takdire şayan inadının aksine bir Nihilist olarak nitelendirilmesi kolay anlaşılır değildir; çünkü bir koluyla bilginin mümkünsüzlüğüne dayanan Nihilizm'in aksine bilmenin itki ve etkileriyle söyler derdini, bilginin gerçekliğini Tanrı'yı da varlıkları da karşısına alan bir işgalci edasıyla. Bu bağlamda şunu dile getirir Cioran: İnsan bütün bildiklerine rağmen, bütün bildiklerine karşı her gün yeniden başlar. Tam da burada ölmenin değil, yaşamanın tekrarlanan bir intihar olduğunu açıklığa kavuşturur. Nihilizmle anılması hayat boyu hiççilik anlayışının intihar üzerine söylem, metin ve düşüncelerinin pekiştirilmesiyle ilgili olduğu gerçeğidir. Ciddi bir kara mizah ve ağır kinayeli ironileriyle kendi alanında bir fenomendir. Fakat bu konuda eyleme geçmemiş bir teoriyi sadece dile getirmiş olmasının yetersizliğine dayanarak söylüyorum bunu. Gerçekle hakikatin kıyasıya yarışı arasında acının insanı iplik iplik ettiğini görürsünüz. O acıyı yaratansa yalnızca bir fikirdir. Aklın içinde kara bir ura benzer. Fakat gördüğünüzü kavrayabilmeniz için onu önce hissetmelisiniz. Ve bu açıdan sezgi sürecinde soyut rasyonalizmle hissedilmeyecek bir düşünür değil asla. Cioran'ın tüm söylemlerinde kabul edilebilir şeylerin bilgisini bile ancak Cioran reddedebilir. Her red bir yeniden yeniyi istemek içindir. Buradaki istenç mükemmel olan değil, kusursuz iyi olandır. Ve ancak kusursuz iyi olan ahlaklı bir bilgi ile mümkündür. Buradaki derin incelik, hassas bir kalp taşımanın cezasını felsefeye olan eğilimi ile ödemiş olmasıdır. İntihar düşüncesi, ölümü övmek, ona methiyeler düzmek çoğunluk için ahlaksızca gelebilir. Fakat Cioran, bütün çılgınlıklarını ahlakçılığına borçludur. İnsanı ahlaklı kılansa elbette ki onu dizginleyen kavramlardır. Ölüm, vicdan ve bilinç gibi. Cioran, yaşam denen trajediyi öyle derin ve içten ele alır ki, Genç Werter'in Acıları suyun yüzünde gülünç bir mesele olarak kalır. İnsanın kendini zamanın dışına çıkarma isteğini haklı kılabilmesi için gerçekten kale alınabilir derecede ciddi bir mazerete ihtiyacı vardır.
Cioran, retorik sentezci üslup ve metinsel stili ile temelleri Antik Yunan'a dayanan Sofistlerin bir tür hitap etme sanatı olarak verdikleri eğitim biçimiyle metinler oluşturur. Bir şeyi konuştuğu gibi metne aktarması dahiyane bir şairanelik içerir. Çünkü şiir diğer türlerden çok daha fazla felsefeyle ilintili bir türdür. Daha önemlisi hitabetin temelini oluşturur. Bir felsefe kitabından bile çoğu zaman daha fazla derinliği açığa çıkarır. Ve elbette güzel konuşmak nedir? bunu bilmek gerekir. Bizim Divan Edebiyatı'nı akıllara hışımla getirecek bir yazma tarzıdır bu. İçeriğini oluşturduğunu sandığımız anlamından çok daha fazla anlamlandırmasıyla ön plana çıkarır metinlerini. Ve kesinlikle bilinçlice yapar bunu. Çürümenin Kitabı, Burukluk, Tarih ve Ütopya, Var Olma Eğilimi ve Parçalanma bunun en sağlam örnekleridir. Türkiye'de pek az yayınevinin eğildiği bir tür olarak Cioran kitaplarını aynı zamanda bir çeviribilim ürünü olarak yayımlamak az şey değildir. Çeviri ürünü olarak şiir ve felsefe her zaman en zorlayıcı tür olmuştur. Bu iki türü aynı anda içeren Cioran kitapları elbette çok daha zahmetli çeviribilim edebiyatı ürünleridir. Cioran'ın Metis yayın etiketiyle Haldun Bayrı çevirisiyle okura bir armağan gibi sunduğu kitabı Zamana Düşüş (La Chute Dans Le Temps) bu günlerde raflardaki yerini aldı. Bir kitabı kaleme alındığı dilden okumak gibisi çok daha başka bir şey. Fakat Türkiye'deki müthiş eğitim sistemi henüz o aşamaya maalesef ki gelemedi. En çok da bu yüzden çevirmenler yazanlar arasında en kıymetli insanlardır. 1934'de yayımlanan henüz yirmi üç yaşında kaleme aldığı Ümitsizliğin Doruklarında (Sur les Cimes du Désespoir) ile bu kitap arasında çok da uzak bir mesafe yok. Işık hızının hiçbir zaman değişmeyeceği ve fizik kurallarının her durumda aynı olduğu gerçeğini kabullenirsek. Hatta denebilir ki, ilk kitapla son kitap arasındaki tek fark göreceli olan zaman farkı ve giderek kendini de aşan anlamlandırma gücü. Her iki kitapta da sonsuz sanılan dünya içindeki sonlu varlıkların en canlısı olan insan ve onu peşinden sürükleyen kavramlar yer alıyor. Bu kavramlar ve kitap etrafında birçok şey var dikkatleri çekmesi gereken. Sezgi, soyut rasyonalizm, Zaman Felsefesi, irade ve tahakküm… Birçok açıdan kendini zamanın dışında gördüğünü ifade ederken, Zaman Teorisi'ni akıllara getirmemiz gerekiyor. Dünyanın iki kutbu arasına gerilmiş hayat ipliği üzerinde bir dengeden söz ediyor. İnsanın sahip olduğu şeylerle, insana sahip olan şeylerin eleştirisini sürdürüyor. Zamanı planlayabilen insanı zamana hükmedemediği için aşağılıyor. Onlardan biri olduğunu da gizlemiyor.
Peki, zamanın dışına çıkmak mümkün müdür? Augustinus'un idrak etmeyi şimdiki zaman, hatırlamayı geçmiş zaman ve beklentiyi gelecek zamanla ilişkilendirmesini anımsarsak eğer. Cioran, Zamana Düşüş'de şöyle diyor: Başkaları zamana düşer; bense zamandan düştüm. Zamanın üzerinde yükselen ebediyetin yerini, onun aşağısında kalan öteki ebediyet alır; o kısır mıntıkada artık ancak tek bir arzu duyulur: Tekrar zamanla bütünleşmek, her ne pahasına olursa olsun ona yükselmek, yerleşilen bir yuva yanılsaması için ondan bir parseli sahiplenmek. Ama zaman kapalıdır, ama zaman erişilmezdir: Bu negatif ebediyet, bu kötü ebediyet de zamana nüfuz etmenin imkânsızlığından ibarettir zaten. Bu konuda Cioran'ı tam anlamıyla idrak edebilmek için Fizik Felsefesi'ne az da olsa eğilmiş olmak gerekir. Söylenenler ve duyulanlar bir enerjidir. Evreni ve onun çevresini halelendiren de bu enerjinin kendisidir. Çünkü söylenenler ve duyulanlar birer hareket sağlayıcıdırlar. Bir duyum, bir duyguyu metabolizma içinde harekete geçirirken bunu zaman parçacığı üzerinde göreceli kılar. Cioran'ın duru ve doğal kaosu da böylece gerçeklik kazanır. Çünkü kimse zamandan dışarıya sağ çıkamaz. Ancak kendine ait zamanın dışındakilere ait zamanların esiri olan insanların zamanından dışarıya çıkabilir. Cioran'ın ifade ettiği düşme tam da budur. Tıpkı lisans tezinin konusu olan Bergson'un etkili sezgisel yaklaşımı gibi. Cioran'ın da sezgisel olarak bir üstün yazan düşünür olduğu gerçeği vardır. Her ne kadar ilk gençliğiyle birlikte Bergson'a karşı tezler geliştirmiş ve onu yaşamanın trajedisinden habersiz olmakla suçlamış olsa bile. Bu realist yaklaşımı yaşamın ona yazan biri olmasıyla ilgili açtığı bütün kapılara sırtını dönme cesareti vermesi de üstüne düşülmesi gerek bir başka özelliğidir. Ümitsizliğin Doruklarında ile genç yazarlara verilen Kraliyet Akademisi'nin ilk ödülünü aldı. Ve çok daha sonra 1957'de Sainte-Beuve Deneme Ödülü'nü ve 1977'de Nimier Ödülü'nü geri çevirdi. Cioran'ın kendi yaşamıyla paralel tavırları ve nasıl geliştirdiğini hiçbir zaman bilemeyeceğimiz bir tür kendini savunma olan yaklaşım ve bakış açısını Zamana Düşüş'de görmemek imkânsızdır. Zaman sadece bir kavram değil, sessizce yükselen bir sonsuz ezgidir. Bu ezgiyi susturabilmek için içinden çıkmak gerekir. Müziğe âşık bir Cioran için bu mümkün değildir. Böylece yaşamı da hayatı boyunca sayıkladığı intiharla değil, kendisine olan hayranlığını da yaşarken sık sık dile getirdiği Friedrich Nietzsche gibi Alzheimerla son bulmuştur. Öyle ya, Unutan iyileşir. Unutmak için zamanın içinden çıkmak gerekir.