Aslında halen Netflix'te gösterimde olan 'Ruhların Sonbaharı' filminin tanıtımı için gittiği Venedik Film Festivali'nde, kolunda kendisinden bir yaş küçük Jane Fonda ile boy gösterirken sinemayı bırakacağının sinyallerini vermiş, "Artık bedenim bana itaat etmiyor tam tersine beni sınırlıyor" demişti yorgun gözlerle...
Nitekim bir yılı aşkın bir süre sonra, ABD bağımsız sinemasının en önemli figürlerinden, Sundance'in kurucusu Robert Redford yeni filmi 'Man & The Gun' ile veda ettiğini açıkladı. Yaşlılığı kabul edemeyenlere, bir türlü çekilemeyenlere sevimli bir gönderme gibi 'Adam ve Silah.'
David Lowery'nin yazıp , yönettiği film 2003 yılında New Yorker'ın hayatını mercek altına aldığı Forrest Tucker'ın öyküsüne dayanıyor. Hayatının büyük bölümünü geçirdiği hapishanelerden tam 18 kez kaçmayı başaran Tucker , 15 yaşında başladığı soygunculuğu 80'li yaşlarında bile sürdürmüş, polisleri emekli görünümü ile hep şaşkına çevirmiş. Dudağından eksik etmediği tebessümü ve zarif hareketleri ile de bilinen Tucker çalmadan yaşayamadığını kendisiyle yapılan söyleşide şu sözlerle ifade ediyor:
"Beni yaşamak için kazanmak ilgilendirmiyor, sadece yaşamak ilgilendiriyor."
Robert Redford'un bir türlü veda edemeyen bir 'soyguncuyu 'seçme ironisi bir yana yaşını ve sınırlarını kabul etmesi , 80'lerinde ergen giyim ve davranışları sergilemeye başlayan yeni yaşlı tipolojisine de nefis bir gönderme aslında.
1950'lerde başladığı sinema kariyeri ile bizi ihya eden oyunculardan biri olan Redford'un unutamadığım çok rolü var ama; 'The Way We Were'deki isyankar komüniste aşık Habbell romantizmi, Watergate 'in iki kahramanından birini oynadığı Woodward, 'Atlara Fısıldayan Adam 'olması, Che Guevara'nın 'Motosiklet Günlükleri' ( yapımcı olarak) görsel ve duygusal hafızamdan asla silinmeyecek.
82 yıl önce ışıltılı bir ağustos sabahında Santa Monica'da dünyaya gelen Robert Redford, hayata şanslı başlayanlardan olmamış, İrlanda kökenli babası (kızıl saçlarını ve genç yaşlarda buruşmaya başlayan kuru cildini ondan almış) onları hep yoksulluk sınırında yaşatmış, annesini de genç yaşta kaybedince aile karavanda yaşamaya başlamış .
"Depresif yıllardı, ailem her şeyini kaybetmişti, eğitimimi bıraktım ve oyuncu olmak için Fransa'ya gitmeye karar verdim" diye anlatıyor oyuncu o dönemi.
Her rolün adamı olmayı başaran Redford'un kariyerini belirleyen kuşkusuz 1958'de Sidney Pollack ile yolunun kesişmesi olmuş (sonradan Sundance'i birlikte kuracaklardı).
Sineması kadar siyasi tavrı ile de dikkat çeken Robert Redford, Donald Trump için "Yaptıkları Watergate'den daha kötü" demişti. Katıldığı son Venedik Festivali'ndeki şu sözleri ise onun hayat görüşünü özetler nitelikte"
"Her nesil kendi zamanın efendisi olma şansına sahiptir. Ne yazık ki benim neslim öyle bir parçalandı ki bu şansı kullanamadı, bunun gençlere karşı bir sorumluluk olduğunu bile anlayamadı. Yalpalamak yerine güzel bir şeyler yaratabilmeyi ve bırakabilmeyi bilmeliydik."