"Nietzsche, kaderimizi sevmemizi öğütler. Freud, tüm acılarımızı anne babamıza faturalandırır. Marx, toplumun üst sınıflarını suçlar. Hint karma felsefesi ise ne ekersek onu biçeceğimizi söyler."
Bunların tümünde gerçeklik payı olsa da zamanın ruhu başka bir şeye daha dikkat çekiyor: insanın kendisine, sorunu dışarıda aramamaya...
Hollywood zamanın ruhunu yakalayarak evrensel/içsel yolculuklarla ilgili filmleri 90'lardan başlayarak misyon edindi. 'Şeytanın Avukatı'nın ardından Matrix ile evrenin kurgusunu anlatmaya soyundu. İlk Matrix'de gezegenimizi "Neyi öğreneceğimizi öğrenmeye geldiğimiz yer" olarak tanımladı. Yeni Matrix ise "Dünya gerçekleri saklamak için var edildi!" diye gümbür gümbür geliyor. 'Lucy', düşünce gücünün beyin gücüne dönüşmesi ile olabilecekleri, "Yıldızlararası Zaman"ın doğrusal olmadığını görsel şölenler ile önümüze serdiler.
Şimdilerde ise bu evrensel görev diziler aracılığıyla evimize kadar taşındı. Sinema salonuna gitmek zorunda bile değiliz artık. Pijamanı giy, izle ve düşün: Westworld, Dark, THE OA ve daha az popüler birçok dizi manyetik alanların önemine, enerjiye dikkat çekiyor.
Gün artık varoluşun teknolojisini anlama günü. Teknoloji, bilim kurgu sözcükleri soğuk gelse de, tasavvufun huzurunu içermese de, aslında biraz huzur bulmak için kıvrılacak bir köşe arıyorsak da gün sığınma değil, çözme günü. Şimdiye kadar parça parça verilen hakikat, yüzyıllardır çekilen acılar ve geçirilen evrimler ile nihayet birçok kaynaktan bütünsel olarak verilmeye başlandı. Sanat da buradan payına düşeni fazlasıyla alıyor.
Şimdilerde de Messiah ve Atiye gündemimizde siyaset kadar yer alıyor, almaya da devam edecek. İkinci sezonlarını merakla bekliyoruz... Bu aşamada mesele beğendik /beğenmedik değil tabii ki, yorumların niteliği. Benim en beğendiğim Newsweek'teki "Yeni bir devir başlıyor ve beraber yürümeye mecburuz." yaklaşımı oldu.
Messiah'te yeni bir dönem vurgusu açık olmasa da dillendiriliyor. Dinlerden medet ummayın deniliyor. Yeni dönemin açılımı bu bir anlamda. İş'i yukarıya bırakıp izlemek değil, elini taşın altına koyup, insan olabilmek sorumluluğunu almak.
Yukarısı ne isteyebilir? Birleşmemizi tabii ki. Kardeş kavgasını bırakmamızı, yerellikten çıkıp gezegen kültürüne geçmemizi, aynı gemide olduğumuzu anlamamızı, bataklıkta çamur olmayıp Okyanus 'a kavuşmamızı. O bizi düşünmüş, biz de artık O'nu düşünmeliyiz. Yukarıyı bir talep mercii yerine koyma dönemi çoktan bitti.
Bu yeni dönem anlatılırken olay örgüsü Kudüs üzerinden biçimlendirilmiş. Kudüs şehri tarih boyunca Mesih beklemiş. Son olarak, Kanuni Sultan Süleyman, Müslümanların girdiği kapıyı açık bırakmış, diğerlerini kapatmış... Mesih'in girmek için kapıya ihtiyacı olmadığını tabii ki biliyordur ama tarihsel rolü bunu icap ettirmiş demek ki.
Mesih, bence iyi niyetli bir yapım. Günümüz dünyasına bir Mesih ışınlansa insanoğlu ona yine işkence eder mi? Kesinlikle edeceğini gösteriyor. Binlerce yıl önce inanmak için mucizeye ihtiyaç duymuş insanoğlu bugün hâlâ duyuyor mu? Hala duyuyor ne yazık ki. Gönlü ile değil, gözü ile görmeye koşullanmış çünkü. Mesih, CIA, Mossad, basın, katı insanların da bir noktada ayılabileceğini gösterdiği için gerçekçi ve umut verici bir yapım aynı zamanda. Beyaz Saray yetkilisinin gücünü var edenin gücünün üstünde görmesi ise bana geçtiğimiz yıllarda bir televizyon kanalımızda programcı kızımızın Haktan Akdoğan'a Ufo'ların ABD denetiminde olup olmadığını sormasını hatırlattı... Komplo teorilerinin ne noktaya gelebileceğini göstermesi açısından ibret verici bir örnekti...
Atiye'ye gelirsek, Türkiye'nin görevli ülke olduğuna dikkat çekmesi, Sirius'tan dem vurması, Göbeklitepe'yi odak noktasına koyması tabii çok önemli. Evrensel bilgi var ama kopuk. Uzay var ama uzaylı kötü bir karakter ile işbirliğinde. Bu tür konuların dağınık işlenmesi, neden sonuç ilişkilerinin kurulamaması yapımı aşağıya çekiyor. Hele ki kahramanımızın (bir süreliğine bile olsa) şizofren gibi sunulması... Evrensel konular kafayı yemişlerin işi olmamalı, ayağı yerden kesiklerin meselesi gibi sunulmamalı ve insanın kendisini özel zannetmesinin sapma olduğunun ayrımında olunmalı.
Atiye de tıpkı Mesih gibi "kolektif bilinç"e gönderme yapıyor, yansımanın gücüne dikkat çekiyor. Yansıma ile oluşacak kolektif bilinç meraklıları bilir bilimin çoktan alanına girdiği, nerolojinin ispatını yapmış olduğu bir mesele. Birbirimize yansıyoruz, düşüncelerimizle insan zinciri oluşturuyoruz.
Yoğun düşünce ve repliklerin toplandığı yerler birleşik alanlar oluşturuyor. Biz atmosferin içine titreşimler üretiyoruz, bunlar da toplanıyor ve zamanı gelince program olarak açılıyor. Düşüncenin yaratma gücü zaten uzun zamandır magazin eklerinin bile konusu ama söz konusu bir yapımsa bunun daha dikkatli üretilmesi gerekiyor.
Bu anlamda diziler de kurgusallığın arkasına sığınmak (belgesel değilim ne yapsam yeridir) yerine daha araştırmacı olabilirler. Özellikle de 190 ülkede birden gösterime giriyorlarsa...
İnsanlık tarihi üzerine yapılmış en kapsamlı araştırmalardan birisi olan Sapiens'in, Homo Deus'un yazarı Noah Harari, "200 bin yıl öncesine göre teknolojik olarak çok ilerideyiz ama mutluluk seviyemiz aynı." diyor. Var olmak ile varlıklı olmak karıştırılmış, mutluluk ise hepten unutulmuş demek ki ...
Olağanüstü bir dönemin tanıklarıyız ve her zamankinden daha çok akşam olsun, eve koşalım, dizi izleyelim modundayız. Bu bile mutluluk vaadi ile birlikte olağanüstü bir sorumluluk gerektirmiyor mu?