24 Eylül 2023

Hatırla sevgili

Biz bu Eylül'ü de sessiz sedasız idrak ederken Şili'de askeri darbenin 50. yılı bayağı bir yazıldı, çizildi, hatıralar tazelendi. Bu vesile ile Isabel Allende de yeniden gündem oldu

Zaman yaraları iyileştirir derler, ama diktatörlüğün korkunç deneyimini yaşayanlar için değil bu söz.

12 Eylül'ün acılarını yaşayanlar izlerini ölümlerine dek unutmayacaklar, ama gariptir diğer nesiller bunlar hiç yaşanmamış gibi bihaberler. O kadar ki "Dilek Taşı" dizisinin haberlerine bakıyorum, dehşete düşmeler, yürek dayanmaz nidaları falan…

Dizisini izlerken yüreği dayanmayanların gerçeği yaşanırken yürekleri duymadı. Bu yakın geçmiş onların geçmişi değil gibi. Oysa epi topu 40 yıl önceydi.

İnsanın hayatında hiç unutamadığı günler vardır, birçok kadın için düğün günüdür bu mesela. Benim için 12 Eylül'dü. Ankara Maltepe'deki çatı katı öğrenci evimizin karşısında oturan Orhan'ın evindeydik, annesi yazlığa gittiği için dayalı döşeli, banyo dolabını açtığında tertemiz havluların dizili olduğu eve yerleşmiş keyif yapıyorduk. Çok eğlendiğimiz bir akşamın sabahında öğrendik askeri darbe yapıldığını, okul kantininde sol tarafta oturduğumuz için hayatlarımızın tümden değişeceğini anlamamız da çok sürmedi…

Eski İçişleri Bakanı'nın oğlunu ve gelinini görmek için Mamak'ın önünde saatlerce kar altında beklediği yıllardı. Cezaevlerinde işkence sonucu 171 kişi olmak üzere yaklaşık 300 kişi öldü. 28'i adli suçlu 48 kişi idam edildi, biri henüz 18 yaşında değildi. 650 bin kişi askerî mahkemelerde yargılandı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.

Yani 1960 ve 1971 darbelerinde olduğu gibi olay birkaç bin kişiyi değil milyonlarca aileyi etkiledi. Etkilemeye de devam ediyor. Yukarıdaki sayıları derleyen 78'liler Vakfı'nın kurucusu Celalettin Can şimdilerde son derece hukuksuz bir şekilde Silivri Cezaevi'nde yatıyor. İçeride 12 Eylül'den beri demir parmaklıkların altına tutulan bir şair ve tiyatro oyuncumuz var, belleğimizde gencecikler ama artık saçları bembeyaz.

Biz bu Eylül'ü de sessiz sedasız idrak ederken Şili'de askeri darbenin 50. yılı bayağı bir yazıldı, çizildi, hatıralar tazelendi. Bu vesile ile Isabel Allende de yeniden gündem oldu.

Geçtığimiz sene Allende'nin "Denizin Uzun Taçyaprağı"nı okurken inanamamıştım, askeri darbeden sonra orada da ana yola bakan gecekonduların beyaza boyanmasına, yok artık diye. ABD, bunların birisi Latin Amerika ülkesi diğeri Orta Doğu'da diye paket programda en ufak bir değişikliğe bile gerek görmemişti yani. Ne kadar gurur kırıcı, insan bizim etkin özeliklerimize falan bakar, birkaç değişiklik yapar, günleri bile neredeyse aynı, biri 11 diğeri 12 Eylül…

"Denizin Uzun Taçyaprağı" genç doktor Victor Dalmau ile piyanist Roser Brugera'nın hikâyesi. İç savaş başlayınca Barselona'dan kaçarak Şili'nin yolunu tutarlar, ülkelerinde kavuşamadıkları huzur ve barışı, Neruda'nın "Uzun Taçyaprağı" diye tanımladığı Şili'de bulurlar. Ta ki 1973'te Salvador Allende'yi deviren askeri darbeye kadar…

California'da kitaplarla çevrili evinde askeri darbe ve 12 Eylül'de yayımlanan yeni kitabı "Rüzgar Adımı Biliyor" (Bizde Can Yayınları'ndan 2024 yılında çıkacak) üzerine gazetecilerin sorularını yanıtlıyor Isabel Allende:

- 11 Eylül 1973?

31 yaşındaydım, gazeteciydim, evliydim, iki küçük çocuğum vardı. Salvador Allende babamın kuzeniydi, amcamızdı. Annem ile babam ayrıldıktan sonra annemin Peru'dan Şili'ye yerleşmesine yardım etti. Darbeden bir ay önce aile yemeğinde beraberdik. Ekonomiden, sosyal krizden, ayaklanma söylentilerinden konuştuk. "Görevim bitene kadar başkanlıktan ayrılmayacağım" dedi. Olayların arkasında CIA olduğuna emindi. Silahlı kuvvetlerin başına üç ay önce getirdiği Pinochet'e güveniyordu.

Ama 11 Eylül sabahı işe giderken Hava Kuvvetleri'nin Başkanlık Sarayı'na saldırdıklarını gördüm. Ordu demokrasinin sembolüne saldırıyordu. O sesleri hiç unutmadım. Hayatım o anda değiştiğini anladım.

- Aynı gün Latin Amerika'nın seçimle gelen ilk Marksist Devlet Başkanı Allende intihar etti. Ailenizin büyük kısmı kaçtı, siz kaldınız.

Darbenin uzun sürmeyeceğini düşünüyordum. Hapishanelerde yaşanan dehşeti, işkenceyi, cinayetleri tek tük duyuyorduk. Gerilim Pablo Neruda'nın cenazesinde yükseldi. Bir anlamda Allende'nin ve demokrasinin cenazesiydi. Korkuyorduk, ayakta durmaya çalışıyorduk ama 1975'te bir arkadaşım sivil polis çıkınca orada daha fazla kalamayacağımı anladım. Pasaportumu aldım tarifeli uçak ile Venezuela'ya kaçtım. Eşim çocuklarım ile arkamdan geldi. Orada 13 yıl kaldık.

- 50 yıl sonra?

Şili demokratik kimliğini geri kazandı. Hem de şiddete başvurmadan. Vahşet, diktatörlüğün işi oldu. Şili Latin Amerika'nın geri kalanından çok daha müreffeh bir hayat sürüyor. Ancak şimdilerde kutuplaşma artmaya başladı ve yeni bir toplumsal nefret biçimi ortaya çıktı: göçmenlik.

Göçmenlik benim hayatımın da bir parçasıdır. Babamın annemi terk ettiği Peru'da doğdum, sonra büyükbabamla Şili'de yaşamaya başladık. Annem bir diplomat ile evlendi. Sürekli taşındık. Evlilikle ve gazetecilikle Şili'de istikrara kavuştuğumu düşünürken darbe oldu. Kendimi Venezuela'da siyasi mülteci olarak buldum. Sonunda ABD'ye göç ettim. Tabii ki çok şanslıydım ama göçmenliğin ne olduğunu biliyorum o yüzden bu romanda da bir çok kişisel şey var.

 Yazmak benim için hep terapi oldu, kızım Paula'yı 29 yaşında kaybedince bir kitabımı ona adadım. Sonra 1996 yılında kızım adına bir vakıf kurdum, amacımız mülteci kız çocuklarına ve kadınlara yardım etmek. Trump'ın politikası yüzenden sınırda annesinden koparılan 7 yaşındaki görme engelli Anita'yı da Vakıf'tan öğrendim.

2018 yılında, eteğine yapışmış 4 yaşındaki erkek kardeşi ile kendilerini bir merkezde bulmuşlar bu iki çocuk, bilmedikleri bir ortam, anlamadıkları bir dil. Bir avukatın ilgilenmesi soncu anne bulunmuş, aile hakim karşısına çıkmış ve sınır dışı edilmişler. Ailenin izini kaybettik.

Mültecilere sınırda bir numara veriliyor ama Anita bir sayı olmak istemiyor. "Rüzgar adımı biliyor" diyor, bir yerlerde birisinin onu aradığını umarak...

Diğeri ise 6 yaşındaki Avusturyalı Samuel. 1938'den 1940'a kadar 10 binden fazla Yahudi çocuğu İngiltere'ye getiren Kindertrasport projesi ile trene bindirilen çocuklardan biri…

- Bunlar biraz da gazetecilik çalışması değil mi?

Gazeteciliği sürdüremediğim için yazar oldum. Yoksulları, hayvanları, çevreyi önemsiyorum. Adalet takıntım var ve sınırlar dram dolu ama bu bir gazetecilik çalışması değil. O mülteci bir gün herkes olabilir, benim başıma gelmez diye arkasına yaslanmasın kimse.

Benim derdim Latin Amerika'da yaşanan felaketin sebebinin ABD olduğunu anlatabilmek, sol hareketleri silahlandırdı ve ortadan kaldırdı, askeri kendine göre eğitti, baskıyı finanse etti.

Bugün göçmenlerden nefret eden Amerika, göçmenlerin yasa dışı yollardan girmesini engellemeye çalışıyor ama başarısız hükümetlerin, yozlaşmış orduların, şiddetin ve çetelerin büyük ölçüde kendisi olduğunu biliyoruz artık.

- Salgını nasıl yaşadınız?

Salgın zamanın kıymetini öğretti, boşa geçirecek zaman yok, gerçek ve önemli şeyler yapmalıyız. Kayıtsızlık bence bir insanlık suçu, herkesin sorununu çözemeyiz ama her zaman kurtarabileceğimiz hayatlar var. Anlamlı olabilmek, benim için daha büyük ödül yok...

Bugüne gelirsek, bence dünya iyiye gidiyor. Öyle olmak zorunda. Ben sırf Avrupa'da 50 milyon insanın evinden koptuğu yıllarda doğdum. Bugün çok farklı bir yerdeyiz. Her şey tekerrür gibi gelse de çok ilerleme var. Kötümser değilim, ama Trump'ın intikam ruhu ile dopdolu bir şekilde dönebilecek olma ihtimali insanda iyimserlik bırakmıyor.

Allende'nin tatlı ve uyarıcı sohbeti burada bitiyor.

Evet, demokrasiyi asla hafife almamız gerekiyor, uyanık olmak zorundayız ama bunun için tarih bilmemiz gerekiyor. Oysa biz tarihi dizilerden öğreniyoruz, Osmanlı'yı TRT'den, 12 Mart'ı "Hatırla Sevgili"den falan ..

"Dilek Taşı"na gelirsek... 12 Eylül'ü hatırlaması, hatırlatması, cezaevleri, işkenceler, devlet eliyle işlenen cinayetler gibi "dehşet verici" sahneler iyi niyetli bir çaba ama Türk dizilerinin tutunabilmek için olmazsa olmaz kuralı burada da şaşmamış. Olay örgüsü dizi için yeni yapılmış gibi duran kamelyalı, antikalarla dolu bir konak ve evde en şık halleri ile dolaşan zengin kadınlar etrafında döndürülmüş.

Baş rol eve verilmiş yani.

Yazarın Diğer Yazıları

Göçerken kendi hikâyeni de götüreceksin

80'li yıllarda New York Üçlemesi ile hayatımıza girdi Paul Auster ve günümüz insanının acılarını yazdığı metinleri, yakışıklılığı, hüzünlü bakışları ile bir daha çıkmadı. New York'u en çok onunla sevdik

Hükümetlerin, savaşların zulmüne uğrayan yazarlar, şairler

Uluslararası PEN hükümetlerin - savaşların zulmüne uğrayan yazar ve şairler hakkında bir rapor yayımladı

"Tutti Frutti"den Kızılcık Şerbeti'ne

Diğer her şey hayatın olağan seyrine uygunmuş gibi, laikçi görünümlü siyasal İslam propagandası pompalanıyor, diye isyan eden edene