Kapitalizmin ve tüketim toplumunun bebek rol modeli haline gelen, 64 yaşında olmasına rağmen hep genç kalan Barbie'nin yaratıcısı Ruth Handler onu kızı Barbara için "Genç, eğitimli, özgüvenli, meslek sahibi, çekici bir kadın" olarak tasarladığını söylese de işin aslı pek öyle değil.
Ruth Handler
Malum, Barbie'nin piyasaya sürüldüğü 1959 yılında kadınlar için en uygun yaşam biçimi hayırlı, mümkünse zengin bir koca avlamaktı (bu durumun değiştiğinden emin değilim). Kız okullarının ve biçki dikiş kurslarının revaçta olduğu yıllardı. Kızlar bebek ile oynar, bir an önce gerçeğine kavuşmak için can atardı.
Oysa Barbie, diğer oyuncakların aksine bebek değil, kadın olarak piyasaya sürüldü. Yani kızların eline küçücük yaşta bebek tutuşturmak, anneliği tek model olarak sunmanın ötesinde, tayyörleri ve birçok dış giyim parçaları ile kadını evinin dışına çıkardı. Çoğumuzun bu şık kadını bu kadar çok sevmemizin nedenlerinden biri de bu olabilir. Barbie yıllar içinde astronot, doktor, pilot oldu, kemoterapi aldı, down sendromlu oldu. Bugün 4 farklı beden ve 7 ten rengi var ama klasik Barbie hâlâ en çok satan ve kabul gören. Bu yüzden 'mükemmel vücudu' ne muhafazakâr çevrelere yaranabildi ne de feministlere.
Barbie'ler Türkiye'ye çok geç geldi. 60'lı yıllarda babamın yurt dışından dönmesini dört gözle bekler, yeni bir Barbie'ye ya da giysilerine kavuşmak için gün sayardım. Onları o kadar çok sevdim ki, geçmişe dair neredeyse hiçbir şey saklamamama rağmen Barbielerimin hiçbirini atmadım. Dahası, oğlum ilkokula başladığı yıl yaş gününde gidip büyük, iki katlı, pembe bir Barbie evi aldım. Birlikte kurar, döşeriz falan diye kandırmaya çalışarak…
Ama kapitalizmin neredeyse her şeyinin yalan olması gibi Barbie'nin özgür kadın serüveni de yalan.
İşin aslı şöyle: Mattel'in kurucu ortaklarından Ruht Handler, 1956 yılında kızı ile çıktığı Avrupa yolculuğunun Almanya ayağında bir tütün mağazasının vitrininde gördüğü Lilli'ye ilk görüşte aşık olur. Bunu anılarında daha sonra şöyle tasvir eder: "Tamamen hipnotize olmuştuk, o dükkandan çıkamıyorduk."
Lilli, bildiğimiz Barbie'nin masum yüzünün aksine kalp şeklinde ağızı, kemerli kaşları ile müstehcen bir sarışındı ve yaygın yoruma göre seks işçisiydi. Zaten erkeklerin alışveriş yaptığı tütün dükkanlarında satılıyordu.
Lilli'nin doğuşuna gelirsek... Berlin'de 1952 Haziran'ında Almanya'nın popüler ve tartışmalı magazin gazetesi (bizde rahmetli Tan Gazetesi'ne tekabül edebilir) Bild'in lansmanına birkaç saat kala, yazı işleri ikinci sayfada şerit halinde bir boşluk olduğunu fark eder ve karikatürist Reinhard Beuthien'den bir şeyler çizip acele doldurmasını ister. Beuthien de iğneleyici şakalar yapan, erkekleri yok sayan şuh bir sarışın icat eder.
Ağzı bozuktur Lilli'nin. Bikinisiyle sokakta dolaşırken onu durduran polise "Sizce hangi parçamı çıkarmalıyım?" der mesela.
Lilli, zaman içinde o kadar çok tutar ki, üç yıl sonra vücut bulur ve şuh bir kadın olarak 12 Mark'a piyasada satılmaya başlar. Aynı kağıt versiyonundaki gibi sarı at kuyruğu saçları, baştan çıkarıcı dudakları ve saygısız bakışları vardır. Şıllığın tekidir yani…
Lilli Almanya sınırlarında zamana yenilirken, Barbie'nin kapitalizmin pembe bayrağına dönüşmesine gelirsek... Ruth, Lilli'sini alıp Amerika'ya döner ve ortağı Harold Matson'u bebek yerine bu genç kadını piyasaya sürmeleri için ikna etmeye çalışır ancak proje pahalı gelir ve kabul edilmez.
Ruth Handler da üç yıl sabrettikten sonra markayı 25 bin dolara satın alır (bugün yıllık satışı 1,5 milyar değerinde) ve 1959'da projesini hayata geçirerek yüzyılın en ünlü bebeğini yaratır. Lili'yi saygın bir kadın yapmayı ihmal etmeyerek tabii…
Barbie - Lilli
Anneler kızlarının ne kadar ileriye gittiğini görmek için kıpırdamadan duruyor
Bu yaza damgasını vuran, ABD'nin bir çok eyaletini ve Avrupa'yı pembeye boğan Barie filmine gelirsek...
1950'lerde doğmuş bir oyuncak bebek 2023'te pembe giyinmiş kız/kadın kalabalıkları tarafından Margot Robbie'nin oyunuyla bağırlara basılıyor. Cinsiyetçilikle oyunlar arasında derin bir bağ olduğunu kanıtlıyor.
Haliyle sosyal medya kadar yazılı basın da olay analizine girişti.
Deadline: Küçük kızların umutsuzca rol model aradığı bir dönemde Barbie bağımsızlık ana temasıyla geldi ve izleyiciyi toplumun normlarını yeniden gözden geçirmeye davet etti.
Plastik bir bebek bize kültürümüzün en yüzeysel ögelerinde bile beklenmedik bir derinlik olabileceğini gösterdi.
Guardian: Filmin tamamı bir feminist peri masalı, film gibi kırdığı gişe rekorları da aldatıcı. Hem kutlamak hem kızmak gerekiyor.
Baştan çıkarıcı bir gülümseme, imkansız kıvrımlar, havalanmaya hazır göğüsle sahip bir bebek/kadın feminist ikon olabilir mi?
New York Times: Yarım yüzyıldan fazla bir süredir Barbie kızlar için bir oyuncak olurken, zehirli toplumsal cinsiyet mesajları ile tüketiciyi kadınlık idealleri için araç olarak kullandı.
Sonuçta herkes değişti Barbie de değişti. Yaratıcısı "Anneler kızlarının ne kadar ileriye gittiğini görmek için kıpırdaman duruyor" diyor. Ne var ki tüketici sorunlarıyla ilgili diğer filimler gibi Barbie de daha ileriye gidemez, çünkü artık markamız kendimiziz.
Rotten Tomatoes Platformu: Yardımcı yazar Noah Baumbach ile birlikte Gerwihg bu filmi olabildiğince yıkıcı yapmış.
Kültürel savaşın sıcak bir noktasına parmak basan film kadınlar üzerinde çok değişken görüşleri temsil etti ve özellikle Ken'i sarstı.
Gerçekten de Roma sokaklarında pembe Vespalı, pembe giysili adamların fotoğrafını göremeye başladım. Ken'le dayanışmak ya da dalga geçmek için.
Atmaya kıyamamış olabilirim (bir daha okumayacağımı bildiğim halde romanlarımı da atmam, kapakları beni okuduğum yıllara götürdüğü için) ama Barbie'yi 11 yaşımdan sonra bir daha elime almadım.
Filmini izlemeyi de düşünmüyorum. Kapitalizmin jelatinli oyuncuklarından da oyunlarından da gerçekten bıktım.
Ama benim bıkmış olmamım hiçbir önemi yok tabii ki. Şimdiden 800 milyon dolar gişe yaptı. Kara deliklerin mucidi Oppenheimer ise 400 milyon dolarlık gişe hasılatı ile ancak yarısı olabildi.
İlginçtir, Türkiye'de tersi oldu, Oppenheimer Barbie'yi geçti.
Ya içimiz 'kara deliğe' dalacak kadar karardığı için ya da aşağılık kompleksini bir yana bırakırsak daha derin olduğumuz için, bilmiyorum.
Ama zamanı yakalamak, kollektiflik bilinç, kollektifliğin ortalaması önemli şeyler.
Asıl zaman bilinçtir zira…