16 Haziran 2018

Yepyeni bir Türkiye'de buluşmayı umarken...

Çok inandığım bir ilkem, sağduyunun en iyi paylaşılmış şeylerden biri olduğudur

Sevgili okurlarım...

İçinde bulunduğumuz Ramazan ya da Şeker Bayramı’nızı candan kutlar, hepinize tüm yakınlarınız ve sevdiklerinizle birlikte iyi bir Bayram tatili dilerim. (Biraz Emin Çölaşan’vari bir giriş oldu, kusura bakmayın!)

Ama bu bayramın ya da herhangi bir mutluluk vermesi gereken olayın tadını çıkarmak mümkün mü şu günlerde? Yaşadığımız ortam, benim bu ileri yaşıma dek yaşadığım en kötüsü galiba...      

Gerçi az kötüsünü görmedik. Daha çocukluğumda, farkına varmadıysam da o savaş sırasının gerginliğini ya da Varlık Vergisi denen rezaleti sonradan öğrendim. 1955 yılının 6-7 Eylül gibi yine azınlıklara yönelik büyük suçunu ise, ilk gençlik bilincimle ve de başlamış Beyoğlu sevgimle hayli derinden hissettim.

Sonra 27 Mayıs olayı. Ve sürecek olan askeri müdahalelerin başlangıcı. Ruhları şad olsun, Metin Toker’in AKİS dergisi vb. yayınların da büyük katkısıyla oluşmuş güçlü Kemalist muhalefetin etkisiyle, neredeyse bir bayram gibi karşıladığımız bu olayın giderek siyasal idamlarla sonuçlanması, Menderes ve bir avuç arkadaşının acı akıbeti ayaklarımızı biraz suya erdirdi. Ve sanırım sağduyulu ortak bakışımızda, askeri darbelerin onaylanması tavrı hayli yara aldı.

Ama bu ne 12 Mart 1971 muhtırasını, ne de 12 Eylül darbesini önleyebildi.  Bunları izleyen baskı dönemlerini, sanki yıllar sonra  Menderes dramının intikamı gibi duran Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını üzüntüyle izledik. Tıpkı Sivas faciası ve benzer olaylar gibi.

Ve giderek bu ülkede gerçek anlamda barış ve huzurun inşası, adaletin sağlanması, idamların durması, başta Kürtler tüm farklı etnik gruplarla ilişkilerin çağdaşlaşması vb. konularda bir consensus oluşur gibi oldu. Ve biz de buna yürekten katıldık.

Ama 16 yıllık AKP iktidarının, başta bu konuların bir bölümündeki umut verici tutumu, bunca yıl sonra bakınız bizi hangi noktaya getirdi... Tüm bu andığım dönemlerden bile daha kötü. O idamları getiren askeri dönemlerden bile daha kötü. Çünkü o dönemlerin hiçbirinde bir tek adam hükümranlığı yoktu, bir diktatörlük hevesi yoktu. Kendilerine göre iyi niyetliydiler. Sadece çağın ne kadar gerisinde kaldıklarını fark etmiyorlardı. 

Oysa şimdi, tam bir tek kişi egemenliğine geçiş yapılıyor. Ve bu tek kişi de uzun zamandır tüm söylemleri, eylemleri ve girişimleriyle ülkeyi pasta gibi bölme, farklı düşünceleri, değişik dünya görüşlerini, zıt değerleri birbirine düşman etme konularında uzmanlaşan bir siyasetçi. Artık mutlaka emekliye ayrılması gereken…

Öylesine bir zat ki bu... Neresinden başlamalı, nasıl anlatmalı? Sadece son iki günün olaylarını analım. Bir yandan, bir zamanlar çözmeye gayret edeceği illüzyonunu (hayalini) verdiği  Kürt sorunundaki muhatabı olması gereken ve de olan (çünkü kendisi, malum, Kürt bir siyasetçidir!) Selahattin Demirtaş’la ilgili tavrına bakınız.

Kürtlerin siyaset alanındaki yasal kurumu ve tek partisi olan HDP’nin eş başkanı olduğu gibi, aynı zamanda o partinin yine yasal ve kabul edilmiş cumhurbaşkanı adayı olan Demirtaş için bir yandan “Tutukludan aday olmaz. Onun idam kararı önüme gelse hemen imzalardım” diyor. Ama aynı gün onun TRT için konuşma yapması konusunda şöyle diyor: “Arkadaşlara YSK (Yüksek Seçim Kurulu) ile görüşün, cezaevinde çekim yapılsın dedim. Kalkıp ‘İktidar engelledi’ diye rant elde etmesinler”. 

Ve yine tam o sıralarda yaptığı, İstanbul mahalle başkanlarına seslendiği ve basına kapalı bir toplantıda “sandığa herkesten önce gidilmesi, kurullarda hakimiyet kurulması ve de HDP’yi baraj dışı bırakacak farklı çalışmalar yapılması” tavsiyelerinde bulunuyor. Ve de ekliyor: “İş çantada keklik değil!” Anlaşılan hazret kek’den başladı, kekliğe uzandı!....

Ve böylece bakınız kaç pot birden kırıyor. Bir yandan idamın Türkiye’nin de imzaladığı uluslararası ortak bir metinle kalktığını unutuyor.  Ve elbette, hadi öbürleri bir yana, ama en azından Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan’ın anılarına saygısızlık ediyor. 

Öte yandan, YSK’nın tümüyle tarafsız olması gerektiği kuralını ihlal ediyor. Ve de seçimin güvenilirliğini şimdiden çiğniyor, sonuçların üzerine gölge düşürüyor. Böyle bir siyasetçiyi daha uzun yıllar başınızda ister misiniz?  O denli mazoşist misiniz?

Bakınız, araştırmacı ve siyaset uzmanı olduğu yazılan Mehmet Hakan Doğan adlı kişinin bana Galatasaraylı arkadaşlarım tarafından yollanan yazısı. Bu yazıda Hakan bey uzun zamandır siyaseti yakından izlediğini, 2000’lerin başlarında AKP’ye oy verdiğini, ama 2010’lardan sonra ondan koptuğunu belirtiyor ve bugün artık ona oy vermemesinin tam 53 nedenini kısaca yazıyor. Yazıyı merak edenler internette ulaşabilir.

Evet, artık bu manzara değişmeli. Kötü yaşlanan o adamlar, o siyasetin yorgun cambazları, o suratları takallus etmiş, ağızlarını ne zaman açsalar öfke, kin, küfür ve hakaret yağdıran sözüm ona liderler, artık yerlerini gençlere bırakmalı. Elbette saygı duyduğum çok yaşlı var. Ama gençlik başlı başına bir erdemdir derler ya... Galiba bunda gerçeklik payı var.

Sanırım sizlere seçimden önceki bu son siyasal yazımda şunları öğütlemek istiyorum. T24 okuduğunuza göre. Zaten temelde benzer görüşleri paylaşıyoruzdur. Ama ayrıca mutlaka oyunuzu verin: Gerekiyorsa tatilinizden özveride bulunmak pahasına..  

Ve görüşlerinizi paylaşın. Biraz farklı görünenlerle bile... Çok inandığım bir ilkem, sağduyunun en iyi paylaşılmış şeylerden biri olduğudur. Ve gidişat kesinlikle bu yöndedir: bir temel dönüşüm, bir radikal değişim ihtiyacı...

Ayrıca hem kendiniz, hem de başkaları için, T24’den sonra  Cumhuriyet ve Sözcü’yü de okuyun: Hem yazıları, hem de haberleri için... TV’de ise mutlaka Fox’un sabah-akşam haberlerini ve söyleşilerini izleyin. Ama Halk TV’yi de kaçırmayın.

Benim de oyum Hasan Cemal gibi olacak: Elbette Muharrem İnce. Ve de HDP’nin baraj sorununa katkıda bulunmak için o parti.

İki hafta sonra yepyeni bir Türkiye’ye uyanalım. İnşallah!...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"