17 Mayıs 2024

Ülkemizdeki dinle laiklik arasındaki bitmeyen savaş üzerine

Ben bu filmi hayli sevdim doğrusu... Sonundaki trajik finale karşın... Benim için en ilgi çekici ilişki Ahmet'le Hakan arasında olandı

YURT

X X X X

(Dormitory)

Yönetim ve senaryo: Nehir Tuna
Görüntü: Florent Herry/ Müzik: Avi Medina
Oyuncular: Doğa Karakaş, Can Bartu Aslan, Ozan Çelik, Tansu Biçer, Didem Ellialti, Orhan Güner, Ozan Bilen, Işıltı Su Alyanak, Ercan Erdil, Emrullah Erbay

Türk-Alman-Fransız ortak-yapımı, 2023

İşte son Venedik festivalinde gösterilip bir ödül de kazanan, ayrıca İstanbul Film Festivali'nde de sunulup büyük ödülü kazanan ve en azından yabancı eleştirmenlerden hayli övgü alan iddialı bir Türk filmi... Pazartesi sabahı bunu, öncesindeki yine bir Türk filmi olan Eclipse ile birlikte izledik. İkisi de belli benzerlikler taşıyordu: siyah-beyaz olan, ancak sonunda renklenen filmler. Ama kuşkusuz konuları, sorunları ve kaygıları çok farklı olan...

Ama isterseniz önce şu "yurt" sözcüğüne eğilelim. Ve onca şairimiz arasından iki örnek verelim. Örneğin Galatasaray lisesinde öğrencisi olduğum, biraz unutulmuş ozan Ahmet Kutsi Tecer nasıl başlamıştı Anadolu şiirine:  

"Anadolu'm, yurdum, toprağım, yuvam;
Göğünde şahinler, dağında çobanlar
Yayılır gece gündüz ovan, dağın, ırmağın
Bütün bu güzellikler senin, yalnız senin."

Faruk Nafiz Çamlıbel ise kısacık şiirinde şöyle demişti:

"Bir gün gözlerin buğulanırsa
Fırtınalı bir akşamüstü anla ki:
Belki de yurdumun toprağına düşen
Bir damla yağmur musun."

Daha sayısız örnek verilebilir. Biz filme gelelim. Yurt, ilk uzun filmini çeviren Nehir Tuna'nın yazdığı senaryoya dayanıyor. Hikâye 1996 yılının gergin Türkiye'sinde başlıyor. Dine dayalı siyasal partilerin belli bir güç kazandığı ülkede, dindar ve seküler iki kesimin belli ölçüde çatıştığı bir dönem... Ahmet adlı sevimli bir oğlan, 13-14 yaşlarındadır. Ve babası Kemir tarafından geceleri kalmak üzere Yurt denen gece okullarından birine gönderilmiştir. İşin tuhafı, gündüzleri gittiği okul temelde laik bir kuruluştur. Ciddi öğretmenlerin öğrencilere İngilizce de öğrettiği; seküler sistemin ana düşüncelerini savunduğu...

Ama babası, ah babası... Kemir yürekten inanmış bir cemaat mensubudur ve oğlunu ne yapıp edip bu yönde yetiştirmek arzusundadır. Tam tersini düşünen, arada kalmış zavallı anneye rağmen...

Böylece Ahmet için zor günler ve geceler başlar. İki ayrı düşünce birbiriyle çatışsa da, gönlü asıl okuldadır elbette; ama orada da çeşitli zorluklar vardır. Geceleri Yakup Hoca'nın yönetimi altındaki yurtta cübbe, takke, tespih gibi nesnelerin yanı sıra din üzerine ahkam kesilir; örneğin "Bir günahın günah olduğu nasıl anlaşılır?" konusu tartışılır; Arapça broşürler dağıtılır. Kuran okunurken öğrencilerin birden futbola geçmeleri ve bunun yurtçuların baskınına uğraması da çok ilginç bir sahne... Babanın ısrarcı din savunuculuğuna karşın, baba-oğul hemen küsmüş değildirler. Arabayla yaptıkları bir gezideki çılgınlıkları, sanki ideal bir baba-oğul sergiler. Ve baba ona açıkça "Gez, gör, oku, okumayı sürdür; benim gibi olma!" nasihatını verir.

Bu arada Ahmet büyümenin tüm sorunlarını yaşamaya başlar. Zaten dönemin siyah-beyaz TV'sini ve örneğin bir öpüşme sahnesini izlerken, kendilerinden geçerler. Bir genç kıza tutulur; ilk mastürbasyonunu yapar; cinselliğin sorunları onu da hayli sarsar. O eski klasik çıplak heykeller bile tahrik nedeni olur. Okuldaysa kıyametler kopar. O tokatlaşma sahnesi, o dayaklı eğitim, o şeriata karşı çıkanların mitingleri... Ama yapacak çok şey yoktur ve sonunda babanın ısrarıyla, bir ölçüde cemaatçilere katılacaktır.

Bu arada işin içine Hakan girer. Sokakta yetişmiş, hınzır ve sevimli bir genç. Belki Ahmet'ten birkaç yaş büyük... Öylesine dost olurlar ki, birlikte kaçıp gitmeyi bile düşünürler. Ama bu gerçekleşebilir mi? Üstelik o dönem Türkiye'sinde sonunda Mustafa Kemal sevgisinin, Atatürk hayranlığının galip gelmemesi mümkün müdür? Tıpkı günümüzde olduğu gibi...

Ben bu filmi hayli sevdim doğrusu... Sonundaki trajik finale karşın... Benim için en ilgi çekici ilişki Ahmet'le Hakan arasında olandı. Birçok sahnede hem fiziksel, hem de manevi (ya da duygusal) olarak öylesine yaklaştılar ki... Bunu kesinlikle eşcinsel bir ilişki olarak yorumlamıyorum. Ama filmde iki kişi arasında oluşan en derin bağ, en dokunaklı ilişki buydu. Gerçek bir sevgi; dostluğun belki en nadir ve etkileyici örneklerinden biri... Ve bana çok etki etti. Neredeyse filmdeki Ne Mutlu Türküm Diyene deyişi kadar!...

Filmin başka özelliklerine gelince... Önemli bölümü siyah-beyaz olarak çekilmiş. Ancak belli bir noktadan itibaren (ki o da Ahmet'in Hakan'la birlikte kaçışı) film renkleniyor. Her iki bölümde de kameranın ardındaki özellikle Reha Erdem'in filmlerinde tanıdığımız Florent Herry elbette son derece başarılı. Avi Medina'nın fazla öne çıkmadan misyonunu yerine getiren müziği de öyle. Yazar-yönetmenine gelince... 1985 Tekirdağ doğumlu Nehir Tuna 2004'den itibaren kısa film ve videolar çekmiş. Bu ilk uzun filmi. Doğrusu böylesine bir başarı bu açıdan şaşırtıcı. Ama o kısaları da küçümsememeli. Hepsinin öylesine ilginç adları var ki...

Filmin bizde çekilmesi sorunlu olmuş ve gereken maddi destek bulunamamış. O nedenle karşımıza bir Türkiye-Fransa-Almanya ortak yapımı olarak geliyor. Gösterildiği andan itibaren Batı'da çok sevilmesinin nedenleri arasında özellikle eleştirmen ve sinefillerin filmi sevmeleri neden olabilir. En çok François Truffaut'nun başyapıtı Les 400 Coups - 400 Darbe ya da Xavier Dolan'ın başta Mommy kimi filmleri anılıyor. Oyuncularsa gayet iyi. Özellikle Ahmet'te Doğan Karakaş, Hakan'da Can Bartu Aslan, babada deneyimli Tansu Biçer sivriliyorlar.


YARIN: HAYALİ ARKADAŞLAR

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"