11 Mart 2025
BAŞKA BİR SEN X X X 1/2 Yönetmen: Ömer Faruk Sorak Disney- Türkiye (MİGROS) yapımı, 2025 |
İşte uzun zamandır görmediğimiz düzeyde bir yerli film... Öylesine çok şey vadediyor ve bunların hepsini de tutuyor! Daha ne istenir?
Hikâye Boğaz kıyılarında dolaşan bir arabada açılıyor. Bir çifti tanıyoruz: Mümtaz ve Derya. Birbirlerine çok yakışan, belli bir yaşa gelmiş bir ikili. Derya’yı hala çok güzel Ezgi Mola, Mümtaz’ı ise dazlak kafasıyla bana bir dönemin Hollywood yıldızı Yul Brynner’ı hatırlatan Giray Altınok oynuyor. Hem de ne oyunla! Tüm bunları şimdiden söylüyorum; ben filmi anlatırken her tür görsellik hemen gözünüzün önüne gelsin diye!
Sonra çift içinde oldukları arabayla büyük bir kaza yapıyor. Ama kimse ölmüyor. Filmin esrarengiz gelişimi içinde, sonradan bu olay kahramanları şöyle düşündürecektir: Nasıl oldu da o kazadan kurtulduk; bunu neye, kime borçluyuz diye! Ve bu kaza belki tüm kaderlerini değiştirecektir.
İlk yarıda bu, son derece keskin bir mizah içeren, pırıl pırıl bir zekânın elinden çıkmış bir filmdir. Diyalogların adeta mitralyöz gibi patladığı, ana karakterler kuşağının çok konuştuğu, hatta çocukların bile alaydan ve mizahtan hiç sakınmadığı... Ve harçlığı bile alay konusu yaptığı...Bu arada olaylar öylesine gelişiyor ki, biri şöyle diyor: “Anlasam inanamıyorum, inansam kaldıramıyorum!” Bir terapi gurubu olarak altı kişi toplanıp dertlerini anlatıyor. Arada cinsel sorunları da konuşarak...
Böylece film belli bir surrealism-gerçeküstücülük sosuna kavuşuyor. Birden ortaya çıkan bambaşka ögeleriyle... Sanki yönetmenin dediği gibi “Her gün başka bir bedende, başka bir yerde uyanma” olayı... Bu bir lütuf mu, yoksa lanet mi? Bu nedenle fondaki İstanbul bile değişip bir başka ülke olabiliyor! Her gün ölmek ve hayata yeniden başlamak... Baştaki ikili için, birden üç çocuğun anne-babası olarak uyanmak... Ama acaba ezeli ve ebedi aşkı bulmak mümkün olacak mı? Böylesine soyut motifleri ilk yarıdaki o çılgın biçimde şen-şakrak bir filme getirip koymak. Ne cesaret!
Derya-Mümtaz neslinin yanı sıra, aile büyükleri ve de çok daha küçükler işin içine katılıyor. Örneğin kayınvalidede görkemli oyuncu Nevra Serezli ya da deneyimli Cihat Tamer gibi yaşlılar; ya da İpek’ten Ece’ye gencecik kızlar önem kazanıyor. Bu ikinci yarı ilkindeki çılgın tempoyu ve bitmez alaycılığı biryana bırakarak, aile kavramını öne çıkarıyor.
Somut çevre olarak Çağdaş Bilişim Koleji; maçların oynandığı stadlar; görkemli bir pazar yeri (elbette filmin ortaklarından MİGROS) seçilmiş. Maç sahneleri (ve sadece onlar) esnasında perde ikiye bölünüyor. Ve aileden biri şu lafı ediyor: “Biz hiçbir zaman, hiçbir yerde olamayan hiçbir kimseyiz!” Tüm bu soyut lafların yine Mümtaz’ı da oynayan Giray Altınok’la birlikte Kerem Özdoğan’ın senaryosundan çıktığını da hatırlatayım.
Filmin bambaşka erdemleri de var. İstanbul’dan verilen özellikle gece manzaraları başlı başına övgüye değer. İlker Hamamcı ve Yasin Kanar’ın emeklerine selam! Filmin sonlarında herkesin herkesle dans ettiği sahne de unutulmaz. Sonlardaki şu sözlere de kulak verin: “Benim hikayem, benim masalım bu... Yoksa hiç yazılmamış bir hikâye mi?” Ve o başlarda çılgın bir tempoyu bizlere sunan film, dramatik bir finalle noktalanıyor.
İşte geçen gece, şimdiye dek pek görülmemiş parlak bir galayla seyirciye sunulan film böyle bir şey... Başta da dediğim gibi, son dönemin Türk filmleri arasında seçkinleşen bu yapımı görmeye çalışın. Sanırım sinemalardan çok bir kanala (Disney+) gelecek…
NOT: Sevgili okurlarım. Milliyet-Sanat’ta yıllardır sürdürdüğüm Sinemanın Hazineleri yazılarımda bu ay 1956 yılından bir film var: Moby Dick. Herman Melville’in klasik romanından uyarlanmış filmi John Huston yönetmiş. Gregory Peck, Orson Welles, Richard Basehart, Leo Genn, Harry Andrews gibi oyuncuları var. Ayrıca bu derginin önemini ve kültürel zenginliğini bir kez daha sizlere hatırlatayım.
Atilla Dorsay kimdir?Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. 10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.." |
Mickey’i tam 17 kez yaşamla ölüm arasında gidip gelmeye yönelten, kimi zamansa ikişer, hatta üçer Mickey olarak yan yana, hatta karşı karşıya getiren ukala çaba...
Ani, İvan'ı bulduğunda karşısında aynı İvan olacak mıdır acaba? O genç ve tutkulu aşığın yerini içki ve uyuşturucuyla doldurmuş bir zavallı almışsa ne olacaktır?
Filmin zirvesi bu: tüm dinlerin ayni biçimde ve benzer ölçüde merhamete, adalete, hoşgörüye, insancıl değerlere önem vermesini tavsiye etme gereği... Orada, pek ‘mümin’ olmasanız da, şapka diyorsunuz!..
© Tüm hakları saklıdır.