04 Mart 2025
X X X (Conclave) Yönetmen: Edward Berger |
Evet, Oscar’lar da verildi. Ve bendeniz Emilia Perez dışında tüm filmleri gördüğüm için, rahatça yargılayabildim. Bence tek bir işim kaldı: son birkaç günde gördüğüm Konsey filmini de yazmak... Film tek bir ödül aldı: Uyarlama Senaryo. Her neyse, biz objektif kalarak filme bakalım. Hemen söyleyeyim. Bu konuda çok eleştiriler okudum. Hatta tümüyle zıt... Çok sevenler de var; neredeyse alay edenler de... Ben ortalarda bir yerdeyim. Özellikle belli bir noktadan sonra hayli etkilendiğimi belirterek...
Yine bir noktayı belirteyim. Filme tümüyle girmeden... Biliyorsunuz, şu günlerde 88 yaşındaki papa Francis ağır bir hastalık geçiriyor. Vatican’dan gelen haberler hiç iç açıcı değil... Şöyle deniyor: “Papa Francis'in sağlık durumu stabil olsa da hayati tehlike devam ediyor.” Ne diyelim, Tanrı onu kutsayıp kurtarsın!...
Artık filme gelelim... Filmin adındaki Conclave- Konsey, bir papa öldüğünde yenisini seçmek için kardinallerin olabildiğince toplanması anlamına geliyor. Yani tam 108 din adamının!.. Belli kurallar, belli rakamlar var: erişilmesi veya aşılması gereken... Ve bu günler-haftalar sürebiliyor. Din gibi eski deyimiyle mukaddes, çağdaş adıyla kutsal bir kurumun gerçek anlamda entrikalara konu olmasına hayret etmemek mümkün değil... İslam’da veya diğer inançlarda bu kadarı var mıydı, hiç oldu mu? Doğrusu bilemiyorum...
Elbette kimi adaylar daha hırslı. Örneğin Kardinal Lawrence...Ama bunu belli etmemesi gerekiyor. Bu rolde tam formunda bir Ralph Fiennes olduğunu hemen belirteyim. Ama örneğin kardinal Bellini şöyle diyor: “Her kardinal bunu ister. Her biri kendi varlığına inanır; yeteneklerini savunur. Ama kolay değil, oraya gelmek!” Sonra onca din adamının hemen herbirinini öylesine farklı düşünmesi ve seçim için kendine göre nedenler icat etmesi de tuhaf. Taa Afganistan’dan gelmiş biri dahil!.. Çekimler için Vatikan kapılarını açamadığından, filme göre yaratılan dekorlar da olağanüstü.
Bir de dil sorunu var. Evrensel dinlerin tarihinde hep olduğu gibi.... Elbette burası Roma, yani İtalya... Ama ayni eşitlik düşüncesiyle, herbir mensubu kendi dilini konuşabiliyor. Böylece İtalyanca, İngilizce veya Fransızca başta gidiyor. Irk olarak, siyahiler de var. Ama finale doğru, o zamana dek ağzını pek açmayan biri öylesine doğru ve yüreğe dokunan sözler ediyor ki.. .Belki filmin zirvesi bu: tüm dinlerin ayni biçimde ve benzer ölçüde merhamete, adalete, hoşgörüye, insancıl değerlere önem vermesini tavsiye etme gereği... Orada, pek ‘mümin’ olmasanız da, şapka diyorsunuz!..
Konsey’in hikayesi İngiliz yazarı Robert Harris’in 2016’da yayınlanan kitabından alınmış. Yazar tarihsel olduğu kadar, gerilim içeren romanlarıyla da biliniyor. Yine İngiliz yazarı, Tinker Tailor Soldier Spy- Köstebek, Frank, The Snowman- Kar Adamı gibi romanlarıyla tanınmış Peter Straughan senaryosunu yazmış. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok adlı filmiyle Oscar alan Alman Edward Berger ise yönetmenliğinde başarılı. Başta Ralph Fiennes olmak üzere Stanley Tucci, John Lithgow, Lucian Msamati, Carlos Diehz. Bruno Novelli ve de Isabella Rossellini gibi sanatçıları da birbiriyle aşık atıyor.
Ben özellikle İsabella’dan çok etkilendim. Sadece filmin baş (ya da tek) kadın rolünde olduğu için değil... Ama 1952 doğumlu oyuncu sinemada çok önemli bir yer tutmuştu. Çünkü annesi İngrid Bergman, babası ise Roberto Rossellini idi. İlki benim sinemadaki İsveç kökenli baş idolüm; bunca yıldır en sevdiğim kadın starım... Ve bu yılın Oscar’larında, yardımcı kadın oyuncu dalında aday olan (ama alamayan) kızı... Baba Rossellini ise Neo-Realismo/ Yeni Gerçekçilik denen akımın en önemli temsilcisi. Ve onları Hollywood’dan Cinecitta’ya (Roma) bir araya getiren kader... Şöyle ki, tam 1950 yılında Hollywood’dan İtalya’ya gelip Stromboli adlı filmi Rossellini’nin yönetmenliği altında çeviren Bergman, bu ilişki ve sonundaki çocukla sinema alemini çalkalamıştı. O çocuğun da İsabella olduğunu tahmin edebilirsiniz!...
Kısacası, filmde onu izlerken tüm bunları hatırlamak, beni ayrıca etkiledi. Genel standartlarla olduğu kadar, özel nedenlerle de… İşte böyle...
Atilla Dorsay kimdir?Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. 10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.." |
Eunice tutuklanır, en zalim biçimde sorgulanır. Aynı şey sadık hizmetçileri Zeze, hatta sevimli köpekleri Dimpao’nun bile başına gelir; hayvancık ezilir gider... Ve sonunda Eunice, kimi itirazlara rağmen, Sao Paolo’ya göç etmeye karar verir. Artık yol iyice gözükmüştür
Hepimiz değilse de bir bölümümüz Avrupa seyahatlerinde eski toplama kamplarını görmüştür. "Gerçek Acı" filminin belki en ilginç yanı, o korkunç manzaraları hiç göstermeden, bizlere acısını duyurmayı başarmasıdır
"Evrensel Dil", içerdiği mizah duygusu filme neredeyse bir tutam gerçek-üstücülük bile kazandırıyor. Bu çok değişik filme nasıl ve hangi çerçeveden bakacağınıza bağlı... Kendi adıma hayli özgün buldum
© Tüm hakları saklıdır.