01 Mart 2025

Bir diktatörlükte yaşanmış iç burucu gerçek dramlar

Eunice tutuklanır, en zalim biçimde sorgulanır. Aynı şey sadık hizmetçileri Zeze, hatta sevimli köpekleri Dimpao’nun bile başına gelir; hayvancık ezilir gider... Ve sonunda Eunice, kimi itirazlara rağmen, Sao Paolo’ya göç etmeye karar verir. Artık yol iyice gözükmüştür

HÂLÂ BURADAYIM

X  X  X  X

(I'm Still Here- Ainda Estou Aqui)

Yönetmen: Walter Salles
Senaryo: Murilo Hauser, Heitor Lorega,Marcelo Rubens Paiva
Görüntü: Adrian Teijido
Müzik: Warren Ellis
Oyuncular: Fernanda Torres, Fernanda Montenegro, Selton Mello, Valentina Herszage, Maria Monoella, Barbara Luz, Luiza Kosovski

ABD- İspanya yapımı, 2024

Yine son haftaların en ilginç filmlerinden biri. Hatta belki en ilginci... Bu kez öbürlerinden farkları var. Öncelikle en uzunu: 2 saat 17 dakika. Sonra tümüyle siyasal bir film. Ve de yine tümüyle gerçek olaylara dayanıyor. Hemen hiçbir abartmaya başvurmadan...

Film 1971 yılının Brezilya’sında ve Rio di Janeiro kentinde açılıyor. Bir askeri darbe olmuş ve tıpkı bizim yakın tarihimizde olduğu gibi, ordu yönetimi eline geçirmiştir. Bu diktatörlük birçok ailenin canına okuyacak, hep olduğu gibi tutuklamalar, hapisler, yok etmeler can yakacaktır.

Biz kentin uçsuz-bucaksız uzanan sahillerinde spor yapan ve elbette İspanyolca konuşan insanlar görürüz. Önce küçük Marcello’yu tanırız, alabildiğine sevimli bir velet... Arada yaşdaşlarıyla esrar bile çeker! Bu arada İsviçre büyükelçisi kaçırılmıştır ve uluslararası siyaset iyice sallanmıştır. İtalyan, İspanyol, İngiliz ve Türk elçileri de işe karışır. O sıralarda ekranlarda ünlü İtalyan filmi Blow Up- Cinayeti Gördüm oynar ve çok ilgi çeker. Ve de John Lennon şarkıları dinlenir; koca plaklar elden ele dolaşır. 

Sonra asıl kahramanlarımızı tanımaya başlarız. Milletvekili Rubens Paiva, eşi Eunice, bir oğul ve dört kızdan oluşan aileleri. Örnek bir ailedir bu. Hepsi birbirini çok seven... Ama öyle bir devirdir ki... O ailenin direği baba birden ortadan kaybolur. Eşi Eunice -ki perdede şimdiye dek gördüğüm en inatçı, en iradeli kadın kahramandır- kolay kolay teslim olacak biri değildir. Arada yerel basın tümüyle askeriyeye bağlıdır ve gerçek haberler ancak yabancı basından izlenebilir.

Eunice de tutuklanır, en zalim biçimde sorgulanır. Aynı şey sadık hizmetçileri Zeze, hatta sevimli köpekleri Dimpao’nun bile başına gelir; hayvancık ezilir gider... Ve sonunda Eunice, kimi itirazlara rağmen, Sao Paolo’ya göç etmeye karar verir. Artık yol iyice gözükmüştür.

Sonra tam 25 yıl sonrasına geliriz. Yıl 1996’dır, onlar hâlâ San Paolo’dadır. Kayıp babanın esrarı hala çözülmüş değildir. Ama artık Brezilya Federatif Cumhuriyeti vardır. Küçük oğlan Marcello iyice büyümüştür; ama artık sakat biridir. Kızlar da evlenip çoluk-çocuğa karışmıştır. Ya anne? Onu sormayın, gidip perdede görün... Öylesine yaşlanmış ve bu hali perdede öylesine iyi canlandırılmıştır ki... Kaynaklar o yaşlı halinin Fernanda Montenegro adlı ve 100 yaşına erişmiş bir kadın tarafından oynandığını yazıyor.

O hanım ve oyununu izlerken, yüreğiniz tam anlamıyla burkulacaktır. Ve hüzünlü bir finalde, ailenin 2014’e ulaştığı günleri bile görürüz.

İşte böyle bir film bu... Baş roldeki Eunice’yi oynayan Fernanda Torres, Altın Küre’de en iyi kadın oyuncu seçilmiş. Filmin Venedik festivalinde ödülü ve bu yıl için Oscar adaylıkları var: En İyi Film ve Torres için En İyi Kadın Oyuncu dallarında...Tüm bunlar bir Brezilyalı oyuncunun ilk kez elde ettiği başarılar oluyormuş. Hakkaniyet içinde bu başarı, bence harika... Ayrıca filmin tüm yan oyuncularını ve görüntülerde o hareketli kamerası için de Adrian Teijido’yu kutlamak gerek.

Yönetmene gelince... Walter Salles, 1959 doğumlu bir Brezilyalı yönetmen. ABD’de de çalışmış gerçi... Birçok filmden ve 2012’deki Yolda’dan sonra, kariyerinde duraklamış. Bu ondan beri ilk uzun filmi... Kitabı ailenin tek oğlu Marcello Paiva’nın sonradan yazdığı biyografik kitaptan uyarlamış. Ve şöyle demiş: “Bu kitabı okuyunca çok etkilendim. Çünkü aileyi yakından tanımıştım; çocuklarıyla arkadaştım. Sanki kendi ailemi anlatır gibi oldum.”

İşte böyle... Bunca bilgiden sonra, umarım bu filme ilgi duyarsınız.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Holocaust’un izlerini en yumuşak, ama en acı biçimde anlatmak

Hepimiz değilse de bir bölümümüz Avrupa seyahatlerinde eski toplama kamplarını görmüştür. "Gerçek Acı" filminin belki en ilginç yanı, o korkunç manzaraları hiç göstermeden, bizlere acısını duyurmayı başarmasıdır

Kanada’da çeşitli kültürlerin ve dillerin buluşması

"Evrensel Dil", içerdiği mizah duygusu filme neredeyse bir tutam gerçek-üstücülük bile kazandırıyor. Bu çok değişik filme nasıl ve hangi çerçeveden bakacağınıza bağlı... Kendi adıma hayli özgün buldum

Deniz dibinde yaşama tutunma savaşımı

'Son Bir Nefes'in gerçeklikle sağlıklı ilişkisi bir yana, film yer yer tam bir aksiyona dönüşüyor. Bu da doğrusu filmin bir ‘tür filmi’ olarak çok önemli bulunmasını engelliyor olabilir. Ancak bir göz atmaya değer bir yapım...

"
"