Evet, Topkapı sarayı bizleri uyarıyor. Dünya üzerinde imparatorluk kurmuş çok sayılı ülkelerden biri olan Osmanlı’nın belki hepsinden daha sade, daha gösterişsiz, ama bunun ardında görkemli bir uygarlığın sayısız inceliğini ve güzelliğini barındıran o eşsiz mekân, şimdi bizzat bizlere sesleniyor, yardım ya da imdat çığlığı atıyor. Duymak isteyenlere, duymasını bilenlere…
Çünkü mekanların da bir ruhu vardır, hep inanırım. Hele eski olanlarının: eski bir tiyatro salonu, bir sinema, bir ahşap ev, bir köşk, bir yalı. Bir saray? Haydi haydi…
O mekanın yıllara, kimi zaman yüzyıllara yayılmış öyküsü, içinde yaşanmış bin bir olaya ev sahipliği yapmış, insan dramlarına tanık olmuş, gönül hikayelerinden siyasal entrikalara, tutkulu aşklardan cinsel alemlere, isyandan teslimiyete her şeye dekor oluşturmuş bir varlığı, bir belleği vardır artık…
Ve o mekânların tümü bir araya gelir, bir kentin asıl kimliğini yaratırlar. Ait oldukları halkın ortak tarihini de oluşturarak…
Bunu bilmek isteyen herkes bilir, ya da öğrenebilir. Yalnızca İlber Ortaylı gibi tarihin nabzını tutanlar değil.. Sadece aydınlar, okumuşlar, entelektüeller değil. Kimi zaman halk da, sokaktaki adam da… Köylüsünden emekçisine en sade vatandaşlar da…
O yüzden değil mi, kimi zaman hiç beklemediğiniz çevrelerden doğaya ve tarihe ait değerleri korumak için en inatçı, en bilinçli, en kararlı girişimler geliyor… Yıllar önce Bergama’da altın madenlerine karşı çıkanlarla bugün Artvin’de Cerattepe’yi korumak isteyenler… Bugün İstanbul’un Ihlamur’undaki güzelim parkı içindeki ağaçlar kadar mezar taşlarıyla da savunanlar. (Üstelik son haber: başardılar!)…
Ya da yıllardır Boğaz sırtlarındaki yeşilliği korumayı başaran, üstelik bu uğurda yakın tarihin en tuhaf işbirliklerinden birini, tarih ve kültür adamı Çelik Gülersoy’la dediği dedik asker-başkan Kenan Evren anlaşmasını yaratan bir ülkenin ve bir kentin, şimdi da yıllarca yapılmayanı yapıp bunu yok etmeye çalışanlara elbette direneceği gibi…
Evet, laf lafı açtı, bir türlü ana konuya gelemedim. Topkapı sarayı da sanki isyan ediyor. Önce Marmara tarafındaki istinat duvarı göçtü, köşkler boşaltıldı, Hazine güvenceye alındı. Ve şimdilik görülemiyor. İçinde Hazine olmayan bir sarayın turizmimize yapacağı korkunç etkiyi düşünebiliyor musunuz? Tam da zaten baş aşağı giden bir turizm döneminde?
Uyarı bu kadarla kalmadı. Ardından yine Hazine yakınında bahçe çöktü, 3 metre çapında ve 2 metre derinliğinde bir çukur oluştu. Uzmanlar buna ‘obruk’ diyor. Bu da bence bir başka uyarı.
Elbette sorun daha geneldir. Topkapı sarayı Suriçi dediğimiz eski İstanbul’un bir parçasıdır. O gözümüz gibi bakıp korumamız gereken bölgede, bunu gereğince yapabiliyor muyuz? Bölgenin belediye başkanı yapıp ettikleriyle size daha çok bir koruyucu gibi mi gözüküyor? Yoksa daha çok her yerde bir rant yaratmak isteyen hırslı bir bürokrat gibi mi? Benim için tümüyle ikincisi.
Öyle ya… Tarihi Sulukule’de modern bir semt yaratan… Eski Eminönü hanlarını otele çevirmek isteyen…Balat veya Fener semtlerini ‘kentsel dönüşüm’e kurban etmeye kararlı…Yedikule bostanlarına göz dikmiş bir zihniyet bu…
Ve daha genel merkezi iktidar projeleri olarak…Sarayın hemen dibinde Marmaray ve benzeri projeler için beton yollar inşa eden, deniz ve karanın doğal ve tarihi çizgisini yok edip dengesini bozan...Sirkeci garı ve karşı yakadaki Haydarpaşa gibi tarihi mekanları hizmet dışı bırakıp kendi hallerine terk eden… Yenikapı’yı tanınmaz hale getiren…Burnunun dibinde düğün-eğlence mekanları açıp eski surlara zarar veren…
Ve gerçekten de bu kente yakışmayan, onu yönetme onurunu ve sorumluluğunu tam olarak idrak edememiş, modern dille söylersek algılayamamış bir yönetim. Onu korumayı asıl amaç olarak alamamış, bunun evrensel önemini kavrayamamış bir zihniyet. Ve de rant yaratmaya, ya da kendi damgasını vurmaya teşne bir bakış açısı.
Ne yapsın, zavallı Topkapı sarayı? Kendince uyarıyor, tehlikeyi haber veriyor. Ama kim duyuyor ki?