22 Kasım 2016

Üsküdar'a giderken bir mendil bulmak... Artık hayal!

Artık bu yeni bölgelerde modern şehirciliğin gereklerini aramayın...

Kaç zamandır İstanbul ve şehircilik üzerine yazmadım. Aynen siyasette olduğu gibi: Durum öylesine karamsar ve gidiş öylesine umutsuz ki, artık bu konularda yazmak insanın içinden gelmiyor. Yapabilenleri müthiş takdir ediyor ve saygıyla selamlıyorum!..

    Ama bir konu üzerine üstüste okuduğum iki haber yine beni dürttü. Üzerine bir de görkemli bir söyleşi geldi. O zaman, hadi birlikte duruma bakalım.

     Konumuz: Üsküdar. O güzelim İstanbul semti, şarkılara konu olmuş, adını duymak bile insana o eski, güzel, sakin zamanları düşündüren bir yöre. Yani aslında her şeyiyle, doğası, eski ahşap evleri, cami ve çeşmeleri,  türbeleri ve mezarlıklarıyla gözümüz gibi korumamız gereken bir tarih ve kültür bölgesi.

   Ama elbete öyle yapmıyoruz. Öncelikle orasını da tıpkı Kumkapı ve Kabataş gibi, sürekli inşaata açtığımız bu dev kentin artık çığrından çıkmış trafiğini asgari öldüde işletmek için yapılması kaçınılmaz olan büyük ulaşım projelerine feda ettik.

Üsküdar’da kentsel dönüşüm!..

    Elbette başta Üsküdar meydanını. Bilmiyorum, öyle bir meydan kaldı mı?.. Kıyıdaki eşsiz Sinan camisini görmek, Kanaat’ta Osmanlı yemekleri yemek mazide kaldı. Kendi adıma oraya adım atmayalı yıllar oldu. Marmaray dediler, Avrasya Tüneli dediler. Üsküdar’la bizi ayırdılar.  

   Şimdiyse semtte ‘kentsel dönüşüm’ başlamış. Pazar günü Habertürk’de mimar Esin Tümer köşesinde açıklıyordu: Semtin 33 mahallesinin 16’sında dönüşüm başlıyor. 11 hektarlık bir alan yeniden planlanacak. Bu arada iki katlı yapılar 6-6.5 kat, 5 katlı yapılar ise 7-7.5 kat olacakmış.

   Başkan Hilmi Türkmen bunu ‘bir büyük müjde’ olarak veriyor.   Elbette o da olabildiğince rant sağlamak için programlanmış gibi gözüken tipik AKP’li belediye başkanlarından. Bu adamlar korumak denen şeyi bilmiyorlar mı? Tek bildikleri yıkıp yeniden yapmak; daha çok kat, daha çok imar hakkı, daha çok beton...

Caminin yanına bir de dev kule!..

   Artık bu yeni  bölgelerde modern şehirciliğin gereklerini aramayın... Yani yeterince yeşil alan, park, okul, oyun ve rekreasyon sahaları beklemeyin... O güzelim Üsküdar evlerinden de geriye bir şey kalmayacak. Ne yazık!..

   Ertesi gün Milliyet, küçük Çamlıca korusunun en yüksek yerine 365 metrelik bir kule yapılacağı haberini veriyor. O ‘çirkin’ radyo ve TV vericileri kaldırılacakmış. Yerine ‘güzel’ (yani para getiren) bir post-modern (ve bana sorarsanız ucube!) bir kule yapılacakmış. Çok sayı da turist çekeceği düşünülen... Elbette yine kimselere sormadan, ünlü yerli-yabancı mimarlar arasında bir yarışma yapılmadan...

    Çamlıca zaten tepesine oturtulan ve tümüyle kopya olduğu için hiçbir mimari değeri olmayan dev bir camiyle bezenmişti. Neredeyse yakınlardaki devasa Ataşehir camisi kadar gereksiz olan... Açıldığında o dev cami de o sakin semte büyük bir hareket getirecek. Şu günlerde de özel bir metroyla hattıyla destekleneceği de açıklandı.

    Böylece o doğanın ve Osmanlı’nın hediyeleriyle kurulmuş ve kendibaşına bir marka olan bu gözde semt, artık turizm ve kitlesel dua gibi iki büyük etkinliğe açılıyor.  Ve bizim o ünlü, dünyaca ünlü Üsküdar'a Giderken şarkımız da bir hayal oluyor.   

   Artık yolda giderken bir dilberin düşürdüğü mendili bulmanız mümkün mü?  Ya da “setresi uzun eteği çamur bir katip”le karşılaşmanız? Boşuna aramayın, hepsi eski şarkılarda kaldı.

   Ve de elbette pazar günü Hürriyet’de ünlü mimar ve düşünce  adamı Doğan Kuban’la Yenal Bilgici’nin yaptığı ve iki sayfaya yayılan enfes söyleşi. 92 yaşındaki ustanın hangi sözünü anayım? Belki en az ikisini: “Şehrin çok para getiren bir şey olduğu anlaşıldı. Ve Türkiye’nin iş damları o yüzden sanayici değil, müteahhit oldular. Bu çok tehlikeli bir şey.

   Ve de şunu: “Bizde ‘babamın evidir, koruyayım’  kültürü yok... İstanbul da böyle gitti.”

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir diktatörlükte yaşanmış iç burucu gerçek dramlar

Eunice tutuklanır, en zalim biçimde sorgulanır. Aynı şey sadık hizmetçileri Zeze, hatta sevimli köpekleri Dimpao’nun bile başına gelir; hayvancık ezilir gider... Ve sonunda Eunice, kimi itirazlara rağmen, Sao Paolo’ya göç etmeye karar verir. Artık yol iyice gözükmüştür

Holocaust’un izlerini en yumuşak, ama en acı biçimde anlatmak

Hepimiz değilse de bir bölümümüz Avrupa seyahatlerinde eski toplama kamplarını görmüştür. "Gerçek Acı" filminin belki en ilginç yanı, o korkunç manzaraları hiç göstermeden, bizlere acısını duyurmayı başarmasıdır

Kanada’da çeşitli kültürlerin ve dillerin buluşması

"Evrensel Dil", içerdiği mizah duygusu filme neredeyse bir tutam gerçek-üstücülük bile kazandırıyor. Bu çok değişik filme nasıl ve hangi çerçeveden bakacağınıza bağlı... Kendi adıma hayli özgün buldum

"
"