87. Oscar ödülleri hayli sürprizsiz geçti. Neil Patrick Harris’in hayli soğuk ve kendine özgü bir espri anlayışı içeren sunuşu bunda bir ölçüde etkendi. Nerede o eski sunucular!...
Ama gerçekten de sinema olarak iyi bir yıldı. Ve ortada birbirinden güzel filmler vardı. Ben kendi adıma bu yıl olaya çok giremedim, çünkü görmediğim önemli filmler vardı: Birdman, Boyhood veya Theory of Everything gibi. Bunları görmeden seçme yapılır ve tahminde bulunulur mu?
Neyse, yine de söylenecek şeyler var. Öncelikle Paramparça Aşklar/ Köpekler, Babil, 21 Gram, Biutiful gibi başyapıtların yaratıcısı Alejandro Gonzales İnarritu’nun’yu sonunda Oscar’a ulaştıran son filmi Birdman’i kutlamak gerekir: en iyi film, yönetmen, özgün senaryo ve görüntü dallarında gelen dört ana ödül, bu değerli yönetmenin düzeyini tartışılmaz biçimde kanıtladı.
Imitation Game-Enigma gibi çok sevdiğimiz bir film sadece uyarlama senaryo dalında, yine çok sevdiğimiz Whiplash ise J. K. Simmons’un önlenemez yardımcı oyuncu ödülünün yanı sıra kurgu ve ses miksajı dallarında heykele uzanarak listede yer alabildi.
Birçok dalda aday olan Büyük Budapeşte Oteli ise öncelikle bestecisi, verimli Fransız sanatçısı Alexander Desplat’ya değerli bir en iyi müzik ödülü kazandırdı. Desplat’ın tam sekiz adaylığı ve şu anda bizde gösterilen iki filme de katkısı var: Enigma ve Boyun Eğmez. Ancak Wes Anderson’un Büyük Budapeşte Oteli’nin yan ödülleri de var: kostüm, yapım tasarımı, makyaj/saç...
En iyi yabancı filmin Polonyalı Pawel Pawlikowski’nin İda’sına gitmesine kendi adıma çok sevindim. İstanbul festivalinde gördüğümden beri bende etkisini sürdüren bir film bu...Umarım kendisi veya DVD’si bize de ulaşır.
Oyunculara gelince... Eddie Redmayne’in birinciliğini filmi izlemediğim için ön görememiştim. Ama sanırım hakkaniyetli bir ödül oldu. Julianne Moore’un en iyi kadın oyuncu ödülü hiç tartışılmadı ve herkesi rahatlattı. Yardımcı kadın dalında uzun süredir ortalarda gözükmeyen bir dönemin parlak oyuncusu Patricia Arquette’in ödülü de genelde kabul gördü. 12 yıl boyunca çekilip duran bir filme (Boyhood), böylesine uzun bir süre boyunca katılmak...Kolay iş mi?
Anılarına bölümü her zamanki gibi çok hüzünlüydü. Ne çok sanatçı ölmüş... Elbette başta Robin Williams olmak üzere... Ama başta Philip Seymour Hoffman unutulanlar da oldu. Tam 50. yılını kutlayan ünlü the Sound of Music- Neşeli Günler filmiyse gayet genç duran bir Julie Andrews’in nostaljik katkısıyla çok etkileyici oldu.
Bence adaylıklardan başlayarak hakkı yenen Selma- Özgürlük Yürüyüşü sadece şarkı dalında Glory adlı parçasıyla ödül aldı. Ama bu parçanın harika bir şarkıcı ve ünlü köprü sahnesini fon olarak alan görkemli bir mizansenle icrası sıradışıydı. Ve de filmin ünlü cümlesi yinelendi: “Olanları unutma. Herşey daha dün kadar yakın!”. İzleyenler renk ayrımı olmadan gözyaşlarına boğuldular.
Tören bu yanıyla bu yılki listelerde adeta tümüyle unutulan ‘Afro-American’ vatandaşlarından özür diliyordu. Ve ödül vermek için sahneye çağrılan ‘çikolata renkli’ ünlülerin sayısı da oldukça kalabalıktı: Eddie Murphy’den Oprah Winfrey’e, Viola Davis’ten Octavia Spencer’e dek. Ve o adını bilemediğim kusursuz siyahi şarkıcı ve müzisyenler de cabası...
Konuşmalar da kolay unutulacak gibi değildi. Patricia Arquette ABD’deki ‘kadın sorunu’na dikkat çekti ve kadınların hala ezildiğini söyledi. Bizim için ne şaşırtıcı bir şey.. Ve üç Oscar’lı ve 19 adaylık sahibi, ülkenin belki en saygın kadınlarından biri iolan Meryl Streep, bu sözleri ayakta alkışladı. Ne ders!... En iyi belgesel seçilen Citizen Four’un Oscar’lı yaratıcıları ise bir ülkede gazetecilerin asıl görevlerini yapmalarının ne önemli olduğunu anlattı. Bir kez daha: ne güzel bir ders!...
Enigma’nın gencecik senaryo yazarı Graham Moore’un, içinde 16 yaşındayken intihara kalkıştığı bilgisi de bulunan itiraflarını içeren teşekkür konuşması ya da Eddie Redmayne’in başlıbaşına bir sahne performansı sayılabilecek alabildiğine duygusal ve heyecanlı mini-gösterisi de unutulmayacak anlar arasındaydı.
Kısacası, güzel bir törendi darısı başımıza...