27 Kasım 2024

Türleri karıştıran keyifli bir seyirlik

Tümüyle pastel renklerle çekilmiş göz dolduran Wicked, aslında belki çok türü bir araya getiriyor. Başta fantastik sinema, ama ayrıca aşk ve romans, psikoloji, dram ve melodram, komedi, gerilim ve aksiyon... Daha ne istenir?

WİCKED      

X  X  X

Yönetmen: John M. Chu
Senaryo: Winnie Holzman, Dana Fox, Gregory Maguire
Görüntü: Alice Brooks
Müzik: John Powell, Stephen Schwartz
Oyuncular: Cynthia Erivo, Ariana Grande, Jeff Goldblum, Michelle Yeoh, Jonathan Bailey, Ethan Slater, Marissa Bode, Peter Dinklage, Andy Nyman

Amerikan filmi, 2024

İşte zamanında göremediğimi bir film... Getirticisi geleneksel basın gösterimini Avrupa yakasında değil, son günlerde nedense adet olan Asya yakasında (tam olarak Caddebostan’da) yaptığı ve bendeniz de birçok dost eleştirmenin bu konudaki şikayetlerini paylaştığımdan, kalkıp gitmedim. Ama sinemalara geldiğinde gördüm ve en azından şunu kabullendim: Ne olursa olsun bir göz atılması gereken, birçok açıdan ilginç bir film... 160 dakikalık uzunluğuna ve hayli karışık bir sinema çabası olmasına rağmen...

Türkçe ad konmayan Wicked, aslında uzun zamandır Broadway’da oynanmış oyun bir dönemde müzikal sinemanın klasikleri adasına giren bir filme de yaslanıyor. Unutulmaz oyuncu Judy Garland’ın tam 1939 yılında çektiği ve bir klasik olan The Wizard of Oz- Oz Büyücüsü adını taşıyordu ve bir kuşağı her şeyiyle mest eden filmlerden biriydi.

Film kanatlı canavarların uçuştuğu, şelalelerin aktığı, uzakta görkemli şatoların görüldüğü bir açılışla karşımıza geliyor. Çılgın bir kamera (filmin en şaşırtıcı unsurlarından biri) habire etrafı dolaşıyor; çoluk-çocuk da içeren son derece kalabalık bir figüranlar ordusu “cadı olmuş, cadılar nerede?” gibi tuhaf çığlıklar atıyor; birbirlerine “kötülük niçin var?” diye soruyor. Filmin anahtar sözcüğü Oz... Oz aşkına, Oz’da yaşayan bizlerin düşmanı vb. laflar gırla... Ve film öylesine çok eleman, öylesine çeşitli temalar içeriyor ki, hemen yaftayı yapıştırıyoruz: Bu aslında devasa bir masaldır!..

Etrafta çeşitli hayvanlar var: İri ayılar, cins köpekler, vahşi kurtlar... Hatta köpekler çocuklarla konuşmayı beceriyor!.. Açılıştan 15 dakika sonra gelen jenerikle birlikte, sanki şatoların dekor oluşturduğu bir okulu tanıyoruz: Shiz Üniversitesi. Nitekim en önemli kişilikler oranın öğrencileri ve öğretmenleri arasından çıkacaktır.

Sonra asıl karakterler. Çoğu kadın olan... Öncelikle şarkıya da çok hevesli bir genç öğrenci kız, Galinda. (Tanınmış şarkıcı Ariana Grande.) Sonra kısa adıyla. Elphada. Aslında siyahi; ama aynı zamanda hikayenin dönüm noktası olan ‘yeşil surat’ onun baş özelliği. Bu rolde de Cynthia Erivo var. Zaten beyaz kadınla yeşilimsi-siyahi kadının gönül ortaklığı, filmin en can alıcı özelliklerinden...

Sonra esrarengiz Madame Morrible geliyor. O açıkça değilse de bu garip diyardaki Büyücüler Kraliçesi’dir. Asyalı ve Oscar’lı oyuncu Michelle Yeoh’un sanatını konuşturduğu... O müthiş kalabalık zaman zaman bağırıyor: “Kill the Witch- Cadıyı Öldürün” diye… İşin ilginç yanı, başta en sevimsiz gözüken yeşil dilber Elphada’nın filmi boyunca gelişen o büyülü çekiciliği... Ayrıca onun kız kardeşi Elphada Thropp da koltuğa bağlı olan, ama cesur bir kişidir.

Ama bu kadarla kalmıyor. Araya daha neler neler giriyor... Örneğin bir yaşlı keçi. Evet, sahici keçi. (İşin animasyon yanını bilemem!)  Ama o aslında saygın doktor Billamond’dur ve talebelerince pek sevilir.

Sonra okulda geçen enfes bir ‘uyutma sahnesi.’ Birden ortaya çıkan o ürkünç ’maymun adamlar.’ Ki çabucak kanatlı dev maymunlara dönüşeceklerdir. Birden gelişen ‘hayvanlara yardım’ çabası. Tam Ömür Gedik’e yakışan...

Ve sona doğru artan yoğun gizem... O bulunan Kadim Kitap. İyice artan çekişme. Ve de sonunda yerçekimine meydan okuyanın kazanacağı bir savaş. İşte öyle bir şey...

Görüldüğü gibi bu hayli karmaşık ve kafa karıştırıcı bir iş. Tümüyle şarkılarla örülü olması bir başka özellik. Kimi yerde yadırgatsa da çokluk kulakları okşayan... Tüm o enfes danslar; o birinci sınıf koreografi, usta dansçılar... İkinci yarıda ortaya çıkıp Galinda’nın gönlünü çalan gerçekten çok yakışıklı Fiero (Jonathan Bailey) bile o dansçılara katılacaktır.

Tümüyle pastel renklerle çekilmiş bu göz dolduran film, aslında belki çok türü bir araya getiriyor. Başta fantastik sinema, ama ayrıca aşk ve romans, psikoloji, dram ve melodram, komedi, gerilim ve aksiyon... Daha ne istenir? Bence rahatça görülebilecek bir film. Nitekim izlediğimiz salon hemen tümüyle doluydu. Ama elbette bu bir başyapıt değil. Bir devam filminin 2025 için hazırlıklarına başlandığı söyleniyor. Hayırlısı olsun!..


YARIN: MUTFAK

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Vay... Vay... Vay... Hoş geldin Kılıçdaroğlu

Özgür Özel, Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu; hepsi bence eşit düzeyde önemli, yürekli, sorumluluk ve bilinç sahibi siyasetçilerimiz... Ama bir kenara atar gibi olduğumuz Kılıçdaroğlu, bu çıkışla aralarındaki onurlu yerini almış bulunuyor. Onu artık hiç unutmayacağız

Bir kadın casusun inanılmaz marifetleri ve gerisi

Temposuyla ve kadıncıl yanıyla olduğu kadar içerdiği teknoloji, giysilerin özenli zenginliği ve teknolojisinin gücüyle göz dolduran bir film...

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

"
"