06 Ocak 2023

Spielberg usta kendi geçmişine dönüyor

-

FABELMANLAR

X X X

Yönetmen: Steven Spielberg
Senaryo: S. Spielberg, Tony Kushner
Görüntü: Janusz Kaminski
Müzik: John Williams
Oyuncular: Michelle Williams, Gabriel LaBelle, Paul Dano, Judd Hirsch, Seth Rogen, Keeley Karsten, Chloe East, İsabelle Kusman, Robin Bartlett, David Lynch

Amerikan filmi, 2012.

Steven Spielberg'den 'otobiyografik' bir film izlemek... Yani kendi hayatını, çocukluk ve gençliğini ve sinemaya bulaşmasını... Kuşkusuz kendini sinemasever sayan herkes için, bu müthiş bir deneyim gibi duruyor. 1960'larda video, TV filmi, kısa film, derken yazar-yönetmen-yapımcı olarak uzun filmlere geçen sanatçı, asıl çıkışını 70'lerden itibaren yaptı ve hiç ara vermeksizin Sugarland Express, Jaws, Üçüncü Türden Yaklaşmalar, Indiana Jones serisi (dört filmi), E. T., Hook, Jurassic Park (2 film), Schindler'in Listesi, Amistad, Er Ryan'ı Kurtarmak, Yapay Zekâ, Azınlık Raporu, Terminal, Münih, Savaş Atı, Lincoln, Casuslar Köprüsü, Başlat gibi sinemanın bütün türlerini deneyip başaran filmler sundu.

Temposunun azaldığı 2010'ların sonunda Robert Wise klasiği West Side Story - Batı Yakasının Hikâyesi müzikalinin yeni bir yorumunu yapmıştı, ki bu da çok beğenildi. Ve işte karşımızda elinin değdiği tüm eser sayısı 80'i, yönetmenliğiyse 58'i bulan sanatçının son yapıtı.

Film New Jerseyli ailenin 1952 yılında, iddialı ve devasa filmleriyle tanınan Cecil B. De Mille'in elinden çıkmış olan The Greatest Show on Earth- Harikalar Sirki filmini görmesiyle açılıyor. Küçük Sammy Fabelman (ki bizzat Steven'i temsil ediyor), filmde hızla gelen bir trenin bir arabaya çarpıp onu 'tarumar' etmesiyle oluşan dramın öyle etkisinde kalıyor ki, günlerce bunun kabusunu görüyor ve evde oyuncak trenleri filan aracılığıyla bunu canlandırıp duruyor.

Bu büyük bir Yahudi ailedir: Hanuki'yi kutlar; Eisenhower'in başkan olduğu savaş-sonrası ABD'sinde Hazret-i İsa üzerine şakalar yapar; tipik Yahudi mizahını temsil ettikleri gibi o yıllarda nedense başlayan bir Yahudi düşmanlığını da yakından hissederler.

Zaman geçer; çocuklar büyür. Sammy ve üç kız kardeşi... Aile Arizona'ya taşınır ve film biraz bir western taşlamasına dönüşür!.. Sakin bir mühendislik kariyeri olan baba Burt, son derece kişilikli, müzik merakını ikinci plana atmak zorunda kalmış anne Mitzi; Burt'un iş arkadaşı, ama sonradan Mitzi'nin gizli aşığı olarak devreye giren ve 'amca' diye çağrılan Bennie; ilerde devreye giren Boris amca, ailenin diğer üyeleridir. Sammy'yle birlikte genç kızlar da büyüyüp serpilir. 

Ve Sammy'nin sinema tutkusu gelişerek sürer. 60'lara geçilir; 16 mm'lik bir kamera edinmek büyük bir lütuf olur; evdeki yaşlı kadınlar ortalığa neşe saçmayı sürdürürler. Okul çağında zavallı Sammy antisemitizmi (yani Yahudi düşmanlığını) deneyimleyecektir: bir kez daha... Böylece eğitimde maçoluk ve ırkçılık da filmin bir diğer ana motifi olup çıkar.

Film andığım tüm bu temaları ilginç ve canlı biçimde ele alıp işliyor, ama üç saatlik uzunluğu doğrusu biraz fazla kaçmıyor değil... Yer yer sarkmalar, tekrarlar ve kalıplaşmış anlar var. Yine de oyunculuğu, Spielberg'in gözdeleri Janusz Kaminski'nin görüntüleri ve John Williams'ın müziği filme büyük katkıda bulunuyor. ABD'nin bir diğer belası olan kasırga sahneleri de etkileyici.

Ve elbette oyuncular... Başta filmin belki en sağlam kişiliği olan anne Mitzi'de Michelle Williams parlak bir dönüş yapıyor. Saf ve naif ve kişiliğini zaten fiziğinde, yüzünde taşıyan Paul Dano, baba Burt'da gayet iyi. Yasak aşık Bennie'de hınzır gülüşüyle Seth Rogen; yaşlı Boris amcada Judd Hirsch. Ve elbette filmi sürükleyen ana karakter Sammy Fabelman'daki genç değer Gabriel LaBelle... Belki de geleceğin iyi bir oyuncusu olmaya aday... Ve de tüm o yaşlı Yahudi kadınlar; o anneler, nineler, teyzeler... Hepsi muhteşem...

Ayrıca, tam bir sürpriz oyuncu. Sonda şöyle bir gözüken efsane yönetmen John Ford'da yine büyük bir usta, David Lynch... Tüm bunlar filmin o uzun süresini sanki kısaltıyorlar.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...