31 Ocak 2025

Sinema tarihinin belki en uzun filmi, bir iddialar zirvesi

'Brutalist', bence tam olarak doyurmuyor. Bunca iddia, doluluk ve özgün olma çabası yer yer geri tepiyor. Kendi adıma, yine de sinefillere tavsiye edeceğim bir film. Hele Oscar’ların eşiğinde... Ama bir başyapıt değil...

BRUTALİST

X  X  X

(The Brutalist)

Yönetmen: Brady Corbet
Senaryo: Brady Corbet, Mona Fstvold
Görüntü: Lol Crowley
Müzik: Daniel Blumberg
Oyuncular: Adrian Brody, Felicity Jones, Guy Pearce, Joe Alvyn, Raffey Cassidy, Stacy Martin,  Alessandro Nivola, İsaach De Bankole, Ariane Labed

Universal (ABD)-İngiliz-Macar yapımı, 2024

İşte beni her açıdan ilgilendirecek bir film. Her şeyi bir yana bırakın... Ama iki nokta önemli... Bir kez kahramanlardan birinin adı Attila. Gerçi benimki Atilla ama olsun! İkincisiyse hikâyenin ana kişisinin bir mimar olması. Yani benim tüm üniversite eğitimimi hasrettiğim asıl mesleğim! Ama sonradan sinema sevdamın ağır bastığı ve kendimi tümüyle 7. Sanat’a adadığım asıl yaşamım ağır bastı... Ne yapalım, kader!

Bu uzun, hatta çok uzun film (3 saat 40 dakika!) bu çabayı hak ediyor mu? Birçok kaynağa göre evet; hatta bol bol... Ben aynı kanıda değilim, ama erdemlerini yadsıyacak da değilim.

Film 1947 yılında açılıyor. Ve ilk bölümü 1952’ye dek hızla uzanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nı Avrupa’da, asıl vatanı olan Budapeşte- Macaristan’da geçirmiş ve o menhus toplama kamplarında da yaşamış olan Laszlo Toth, 1947 yılında eşi Elizabeth (aslı Erzsebet) ile birlikte ABD’ye uçuyor. Modern bir ülkenin büyümesine mesleğiyle katkıda bulunmak ve böylece kendi hayatlarını yeni baştan kurmak için... Seçtikleri yöre Philadelphia’dır ve orada sanatını istediği gibi icra edebilecektir.  

Kader orada Toth ailesini Van Buren ailesiyle tanıştırıyor. ABD’nin son üç başkanının döneminde kendi ailesini iyice zengin etmiş, burnu havada bir iş adamı... Karşılaşmaları önce çok tatsız geçiyor. Ama mimarlıktan anlayan Harrison Van Buran, Toth’un eserlerine layık oldukları önemi veriyor ve ona imkanlar sunuyor. Van Buran özellikle annesine bir jest yapmak için Laszlo Toth’a yeni eserler yaptırıyor. Böylece aslında hep karşıt olmuş iki karakter, sanatçı ve ona imkân tanıyan kişi yeniden bir araya geliyor. Ama sonunda tam anlamıyla birbirlerine girmek ve sanki o sınıfsal ayrımın asla giderilemeyeceğini göstermek için... Bir kez daha...

Böylece bu uzun filmdeki temalar giderek zenginleşiyor. Bunların başında belki Sionizm, yani Yahudilik geliyor. İsrail sayesinde yeniden güncellik kazanan inanç... Ki zaten İsrail devleti filmin açılışından bir yıl sonra, 1948’de kurulacaktır. Filmde ayrıca kilisede bir Musevi dua sahnesi var. Ama o kadar çok tema daha var ki... Sınıfsal ayrım, göç ve sorunları, şiddet, mimarlık... Ve de Batı için kaçınılmaz olan uyuşturucu tutkusu...

Asıl önümüzdeki filme bakarsanız, uzun bir filmin özellik ve itinayla inşası. Böylece VistaVision ve 70 mm’lik kameralarla yapılmış çekim; başta bir Uvertür- Açılış; tam ortasında -uzunluğu gidermek için gereken- bir ara: 15 dakikalık... Böylece, bir yabancı eleştirmenin yazdığı gibi, sanki ‘Tipik ve büyük bir Amerikan hikayesi’ ortaya çıkmış...

Öte yandan filmin bir başka ana teması da kapitalizm ve sanatın ilişkisi. Hep tartışılmış olay bu filmde de önümüze geliyor. Baştaki bölümde gösterilen New York’un ünlü Özgürlük Anıtı görüntü yönetmeni Lol Crawley tarafından öylesine ustalıklı kullanılmış ki… Yine Crawley’in tüm Philadelphia görüntüleri, sonrasındaki Roma sahneleri de ilginç...

Sonuç olarak film devasa bir belgesel gibi duruyor. Kabul etmek lazım ki 220 dakikalık uzunluğu bir belgesel için aşırı... Birçok yerinde de ikna etmiyor. Örneğin Laszlo Toth’un onca övülen o mimarlık eserleri... Hiç inandırıcı değil ve estetiği yok; benim naçizane zevkime göre... Üstelik öylesine garip açılardan sunulmuş ki... Ayrıca o koyulaşan haliyle sakalı da bence hiç güzel değil! Gerçi sonra Roma’da sergi açıyor ama acaba kimler gitmiş!

Filmin bir avantajı elbette oyuncuları. Adrien Brody 1973 doğumlu. Sanatçı 2003 yılında en iyi filmi olan Piyanist’le Oscar aldı. Bu yıl da bu filmle aday. Bakalım alacak mı! Kabul etmek gerekir ki o eşsiz burnu onu artık bir komedi oyuncusuna dönüştürebilir! Harrison rolünde Guy Pearce çok iyi denebilir. Erszsebet- Elizabeth’i Felicity Jones oynarken, Van Buren’lerin genç oğlu Harry’de Joe Alwyn ve Gordon’daysa İsaac de Bankole görevlerini yapmışlar. Ama adaşımı unutmayayım: Attila’da çok sevdiğim Alessandro Nivola da mükemmel.

Ayrıca filme müzik kulağımla bakınca, az ama öz iyi kullanılmış müziğin yanı sıra kimi klasik şarkılar da var. Buttons and Bows, You Are My Destiny, bir-iki tane daha... Filmin bir yerinde ekrana yansıyan o sessiz sinemadan kalma seks filmi de az sürpriz değildi! Ama, dediğim gibi, film bence tam olarak doyurmuyor. Bunca iddia, doluluk ve özgün olma çabası yer yer geri tepiyor. Kendi adıma, yine de sinefillere tavsiye edeceğim bir film. Hele Oscar’ların eşiğinde... Ama bir başyapıt değil...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Antik efsanelerden süzülüp gelen bir trajedi

'Dönüş' filmi, antik çağla aramızda bir ilişki, bir modern bağ kurmaya çalışıyor. Onca bol sakal-bıyıklı erkek sanki günümüzün erkeklerinden farksız. Belki bu, hanım seyirciyi de sinemaya çekebilir!

Kadın cinselliği üzerine şaşırtıcı bir film

Karşımıza şimdiye dek perdeye gelmiş en tuhaf aşk filmlerinden biri çıktı, bu ters dönen bir aşktır ve imrenecek hiçbir yanı yoktur...

Kartalkaya faciasının düşündürdükleri

Her an ölüm sayısı artıyor, hayatını kaybeden her vatandaşın veya ailenin özel dramı ortaya çıkıyor. Ve her bireysel veya ailesel facia yüreğimize oturuyor: Gazetelerin hemen tüm sayfalarını; medyanın tüm saatlerini doldurarak...

"
"