22 Mart 2024

Ringlerde görülegelmiş en zalim maçların öyküsü

Asıl soyadları Adkisson olan bu garip ailenin öyküsü usta biçimde anlatılmış. Oynak bir kamera, ABD'nin Texas'taki Spectatorium gibi gerçek büyük salonlarında çekilmiş sahneleri etkileyici biçimde verir

DEMİR PENÇE

X X X

(The İron Claw)

Yönetmen: Sean Durkin
Senaryo: Sean Durkin
Görüntü: Matyas Erdely
Müzik: Richard Reed Pary
Oyuncular: Zac Efron, Jeremy Allen White, Holt McCallany, Maura Tierney, Lily James, Harris Dickinson, Stanley Simons, Kevin Anton

A24 (Amerikan) filmi. 2024

Son günlerde azalan, gerçekten çarpıcı yabancı filmlere birden bir sürpriz ekleniyor. The Nest ve Martha Marcy May Marlene gibi ikinci sınıf filmleriyle belli bir ilgi çeken yönetmen Sean Durkin bize bir biyografik film sunuyor. Ama öylesine değişik bir yaşam öyküsü ki... Bir baba ve oğullarının gerçekten yaşanmış hikâyesi, o klasik biyografilerden değil. Belki ABD'ye has bir spor türünün ana tema olması, biz saf seyirci için tam bir görsel ve duygusal şok yaratabilir!...

Film siyah-beyaz görüntülerle açılıyor. Bunlar hikâyenin temelindeki Fritz Von Erich'in bir döğüş ringine çıktığı parlak günlerini gösteriyor. Hemen sonra, geçmiş yıllarla birlikte renkliye geçiyor ve bir büyük aileyi tanıyoruz. Baba Fritz eşi Doris'le birlikte dört çocuklu bir ailenin kendince kralıdır: hepsi de erkek olan!... Ve bir konuda müthiş hırslı bir adamdır: oğullarını da kendisi gibi büyük dövüşçüler olarak yetiştirmek... 1970 sonlarının Amerika'sında (hâlâ öyle midir, bilmiyoruz) adına catch yeya wrestling denen bir spor vardır. Klasik boksu şiddet açısından alabildiğine sert, zalim ve kıyıcı bir büyük ring savaşına dönüştüren... Aslında beş çocuk olmuş, ama biri yıllar önce ölmüştür. Bir diğeri olan Michael bir müzik hastasıdır. Hatta konser bile verir: filmde biri sonuna dek bizlere dinletilen bir mini-konser...

Ama bu kesinlikle pederşahi bir ailedir. Ve baba Fritz'in dediği dediktir. Dallas'ta gerçekten yaşanmış bu olayda amaç tüm yarışmaları kazanmak, hatta olimpiyatlara katılmaktır. Ama seyirci şunu sezer: baba Fritz için asıl amaç, çocukları aracılığıyla tüm spor dünyasında aile adını, yani Von Erich ismini duyurmaktır. Böylece karşımıza bir spor filmi kılığı altında, belki sinemada görülmüş en zalim, en acımasız baba portresi çıkar. Oğulları sürekli iyi beslenmeleri gerektiği için habire, kıtlıktan çıkmış gibi yemeğe mahkûm edilmiştir. (Ama görebildiğim kadarıyla sadece hamburger tüketen!)

Bu hepsi sıkı erkek, hepsi kendine göre yakışıklı oğullar birer adale anıtıdır. Birini duşta mastürbasyon yaparken görürüz, Ağabey Kevin flört etmesini bilemez, ona asılan Pam'dan kaçar. Acaba 'aseksüel' midir? Öyle olmadığı anlaşılır. Zoraki biçimde olsa da ilk seksini yapar. Sonra da evlenip çoluk-çocuk sahibi olan odur. Enfes bir düğün sahnesiyle... Bu özellikle anne Doris için ne mutluluktur!... Ama tüm bunlar, acı sonu önleyemez. Çünkü baba kendi ihtirası uğruna oğullarını kurban etmeye kararlıdır. Ve eril gücü perdede kusursuz biçimde temsil eden evlatları birer birer ölüp gideceklerdir. Kimi uzaklarda olmak üzere...

Asıl soyadları Adkisson olan bu garip ailenin öyküsü usta biçimde anlatılmış. Oynak bir kamera, ABD'nin Texas'taki Spectatorium gibi gerçek büyük salonlarında çekilmiş sahneleri etkileyici biçimde verir. Bu korkunç sporun perdeye yansıtılması gerçekten insanı ürkütür: o acımasız biçimde, sporu sanki öldürme içgüdüsüyle yansıtan, insanı perdeye bakamaz hale getiren sahneler... "Artık bu kadarı da olmaz!" dedirten... Ölümlerden biri anıt-ağaçlar altındaki bir törenle gömülür. Ama olumlu bir şeyi de ekleyeyim: aile sonunda gerçek bir şampiyonluğa kavuşacaktır. Ve 1986 yılında da son bir dövüşle veda edecektir.

Bu kendine özgü filmde oyunculuklar da iyidir. Kardeşlerin ön planındaki Kevin'de en tanınmışları olan Zac Efron gerçekten kusursuz bir kişilik çizer. Gelecek Oscar'larda söz sahibi olabilecek... Hepsi -mecburen- adaleli erkeklerden seçilmiş tüm kardeşlerin yanı sıra, babada Holt McCallany, anne Doris'te Maura Tierney'i de çok beğendim. Son dönemin en ilginç filmlerinden biri...

Ayakta: Zac Efron, Harris Dickinson, Jeremy Allen White. Önde: Holt McCallany

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

Bir aydın olarak İsrail suçlarına kapsayıcı bakışım

Onca yıl sonra, Yahudilerin ilk ve de son devleti nasıl oluyor da böylesine büyük bir soykırıma bizzat kendisi girişmiş bulunuyor?

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

"
"