Öylesine güzel yazılar çıktı; hukukla edebiyatı, siyasetle insan vicdanını, gerçek bir üzüntüyle geçmişe dürüst bir bakışı birleştiren öylesine yorumlar yapıldı ki... Günün birinde (ve umarım çok yakın bir zamanda) bir Osman Kavala'ya yaklaşım kitabı basıldığında, tüm bunlar değerli birer taş olarak o yapıyı oluşturacaktır: Kavala olayı çerçevesinde Türk hukuk(suzluk) tarihine bakmak...
Çünkü tüm bu olaylar çok yakın bir tarihte oldu. Herkes, hepimiz çok iyi hatırlıyoruz. Öylesine ki, bendeniz korumak için hayli çaba harcadığım o güzelim tarihi Emek sineması yıkıldığında şöyle demiştim: "Yazık... Eğer Gezi olayı daha önce yaşansaydı, belki Emek'i de kurtarabilirdik." Çünkü Gezi, İstanbul'un farklı yönlerden, semtlerden, siyasal bağlılıklardan gelen geniş bir kesimini ayni görüş, ayni protesto eylemi etrafında toplamıştı: o güzelim Taksim Gezi Parkı'nı tüm ağaçlarını keserek yozlaştırmak; içine yıllar önce yıkılmış bir kışla binasını yerleştirmek. Ve giderek bir de cami inşa etmek...
Karşılık çok büyük, çok canlı oldu. Bizler de gittik, ben de katıldım. Katılanların sosyal durumları kadar yaşlarının farklılığı da şaşırtıcıydı: benim yaşımdakiler de vardı, gencecik fidanlar da... Ve amansız bir polis baskısıyla karşılaştılar, Yılmaz Özdil'in harika yazısında ayrıntılı biçime anlattığı gibi... O gencecik yaşta ölenler birer şehit sayılmalı ve anıları hep taze tutulmalıydı. Galiba biraz da öyle oldu. Ve sonunda iktidar, aynen Batı'da görüldüğü tarzda bir büyük sokak protestosuna, bir kitlenin taleplerine boyun eğmek zorunda kaldı. O güzel park da tüm yeşilliğiyle korundu.
Ama iktidarın başı bunu asla affetmedi, asla unutmadı. Bu onun ilk büyük yenilgisiydi ve artık ömür boyu bunun hesabını soracaktı. Sordu da... Ülkenin çıkarları doğrultusunda olaya katılmış bir büyük vatansever, tüm servetini ülkesine, özellikle de Doğu Anadolu'ya harcamış Kavala, olayların bir simgesi haline getirildi, öyle damgalandı. Yıllar süren bir nefret, vazgeçilmez bir intikam duygusu, sanki modern bir çağda yaşanan bir western öyküsü. Ve bu uğurda ülkenin adalet tarihinin kuşkusuz en acı olayını, belki dünya hukuk tarihinin de en acıklı olaylarından birini oluşturan bir büyük skandal... En alt düzeyde olsa bile asgari vicdan sahibi kimsenin kabul edemeyeceği bir devlet operasyonu.
Ben hukuktan anlamam. Nasıl olduysa olmuş, sonunda olay bir Ağır Ceza Mahkemesi'nin önüne gelmiş ve sadece üç hakimin kararına kalmıştı. Ve şaşırtıcı sonuç çıktı. Kavala 'ağırlaştırılmış ömür boyu hapis' almıştı. Diğerleriyse 18'er yıl hapis... Yani yaşları düşünüldüğünde, tüm o insanları, geri kalan ömürlerini dört duvar arasında geçirmeye mahkûm etmek... Kavala'nın yanında harika mimar meslektaşım (ben de mimarım!) Mücella Yapıcı, sinemacı Çiğdem Mater, avukat Can Atalay, politikacı Tayfun Kahraman, yönetmen Mine Özerdem, iki kültür insanı Ali Hakan Altınay ve Yiğit Ali Emekçi... Ayrıca şu insanlar da (ki çoğu yıllardır vatanlarından uzak yaşıyor) yakalanmayı bekliyor: Can Dündar, Gökçe Yılmaz, Handan Meltem Arıkan, Hanzade Hikmet Germiyanoğlu, Mehmet Ali Alabora, Yiğit Aksakoğlu, İnanç Ekmekçi.
Yıllar önce beraat kararı verilmiş bir olayın üzerinde sanki kişisel bir inatla durmak... Ve bu kez sadece üç hakime emanet etmek. Birinin AKP'ye bağlılığı kanıtlanmış. Öbür ikisinden biri zaten akılcı gerekçelerle karşı çıkmış ve mahkûmlar için özgürlük istemiş. Demek ki bunca kişimin hayatına noktayı koyan bu karar, sadece tek bir hakimin marifeti oluyor. Bakar mısınız?
Geçen gün eşimin önerisiyle Emirgan parkına gittik. İki çocuğumuzu da yanımıza alarak... Oradaki doğanın güzelliğini, o renkler cümbüşünü, o başta laleler çiçeklerin yarattığı tabloyu anlatamam, ve ben, o harika parkın binbir rengi dekorunda etraftaki kendinden geçmiş turist gruplarına bakarken, kendimi hiç de iyi hissedemedim. Bizler İstanbul'un inatla koruduğu bu güzelliklerle ruhumuzu mest ederken, öte yanda o dört duvar arasına hapsedilmiş hayatlar... Ve üstelik adi suçlular değil; bir ülkenin en kaliteli, en yaratıcı, topluma en çok hizmet etmiş eliti arasından seçilmiş...
Yok yok... Bu böyle gitmez. Bu westernlere özgü bitmeyen intikam duygusuyla koca bir ülke yönetilmez. Ne yapıp edip bu takımı yönetimden uzaklaştırmak; adaleti yeniden egemen kılmak, hukuku bu ülkenin temel taşı haline getirmek gerek. Olabildiğince çaba göstererek, elele tutuşarak...
Yarın: HAFTANIN FİLMİ | YETENEKLİ BAY CAGE