Nazi suçlarıyla korku sinemasının ilginç buluşması
Filmi izlerken keşke daha ‘ciddi’ olabilse, daha nesnel ve gerçekçi kalabilseydi diyorsunuz
OVERLORD OPERASYONU
X X X
(Overlord)
Yönetmen: Julius Avery Senaryo: Billy Ray, Mark L. Smith Görüntü: Laurie Rose, Febian Wagner Müzik: Jed Kurzel Oyuncular: Jovan Adepo, Wyatt Russell, Mathilde Olivier, Pilou Asbaek, John Magaro, Iain De Caestecker, Dominic Applewhite, Joseph Quinn, Gunther Wurger
Paramount (UİP) filmi.
2000’lerde kısa filmlerle başlayıp sonra Son of A Gun- Çete Oyunları filmiyle dikkat çeken Julius Avery imzasını taşıyan bu film, içerdiği birçok ögeyle kimi yenilikler getiriyor ve ilgiye değer gözüküyor.
Film İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında, ünlü Normandia çıkarmasının başlamak üzere olduğu dönemde geçiyor. Çıkartmaya karşı Alman müdahalesini zayıflatmak için gönderilen uçak filosundan birinin içini görüyor, Amerikalı mürettebatını tanıyoruz: uçak Almanlar tarafından düşürülünceye dek...Tüm bu bölümün son derece ustaca çekildiğini ve o küçücük mekanda yaşanan dehşetin tüm korkunçluğuyla karşımıza geldiğini söylemeliyim.
Sonra sağ kalanlar birer-ikişer buluşuyor. Ve asıl görev başlıyor: Alman işgali altındaki küçük bir Fransız köyünde Nazilerin bir kilisenin kulesine yerleştirdikleri gözetleme aygıtlarını yok etme misyonu... Ki çıkarma zarar görmesin...
Sonra köyün iç mekanlarına yerleşmiş kimi sözüm ona bilim adamları ve onları koruyan bir Alman komutan ortaya çıkıyor. Onlarla birlikte korkunç ve insanlık dışı deneylerde kobay olarak kullanılan birçok zavallının varlığı. Ki içlerinde ekibin kendi arkadaşları da vardır. Ve denekler, birer çağdaş Frankenstein gibi dirilip canavarlıklarını göstermeye hazırdırlar.
Bir noktadan itibaren film açıkça bir korku filmine dönüşüyor. En çok da zombi filmlerine... Yani ünlü Yürüyen Ölülerin Gecesi’yle başlayan o ürkünç akıma...Ve başlardaki savaş sahnelerinde gösterilen sinemasal başarı, bu kez bu türde gösteriliyor.
Doğrusu ilgiyle izlenen bir film. Görselliği kusursuz, temposu hep yüksek. Ve bir an bile sıkılmıyorsunuz. Özenle seçilmiş bir oyuncu kadrosu ise görevini fazlasıyla yerine getiriyor. Ve filmin kimi sahneleri korku türünün zirveleri arasına girebilir gözüküyor.
Yine de hafif bir düş kırıklığı yaşamadım diyemem. Çünkü Nazi suçları beni hep çok ilgilendiren bir alan olmuştur. Ve Almanlar gibi uygarlığımıza büyük katkılarda bulunmuş bir halkın böylesine büyük bir insanlık suçuna, tarihin en büyük kıyımına girişmiş olmasını hala tam anlayamam. Ve bu konuda bize getirilebilecek her türlü yeni açıklamayı ve yorumu ilgiyle, merakla beklerim.
Bu film bunu yapacak gibi başlıyor. Ama sonra korkunun ve fantastiğin kendine özgü dünyasına kayıyor. Keşke daha ‘ciddi’ olabilse, daha nesnel ve gerçekçi kalabilseydi diyorsunuz.
Ama yine de bu bireşimin, tarihsel savaş filmiyle ürkünç fantastik sentezinin daha ilginç, daha özgün olduğunu düşünenler varsa...Onlara karşı çıkmak da zor!..
Asıl tema belki de şudur: Arthur Fleck tam anlamıyla iki yüzlü bir adamdır. Sanki korku klasiği Dr. Jekyll ve Mr. Hyde gibi... O sanki kötülükle iyilik arasında sıkışıp kalmıştır
Belki ülkemizdeki en zengin DVD ve de CD koleksiyonu bendeydi. İşte ben, artık bu yaşta, tüm bunları bir elde toparlamak istiyorum. Bir tür müzede... Ki insanlar gelsin, izlesin veya dinlesin... Ve bu sanatsal arşiv gelecek kuşaklara da kalsın...
Büyük bütçesine ve yönetmenin kesin özgürlüğüne rağmen, film gerçek bir dinamizme de kavuşamamış. Coppola’nın yapmak istediği “ABD devleti ebediyen var olabilir mi?” sorusu ise, bunu bir ölçüde başarmış