19 Eylül 2015

Latin Amerika’da şiddet ve kıyım

Basılan bir evde bulunan, naylonlar içinde beyaz hortlaklar gibi duran onlarca ceset...

SİCARİO    X  X  X    1/2 

Yönetim​: Dennis Villeneuve
Senaryo: Taylor Sheridan
Görüntü: Roger Deakins
Müzik: Johann Johannson
Oyuncular:  Emily Blunt, Josh Brolin, Benicio del Toro, Jon Bernthal, Jeffrey Donovan, Victor Garber, Sarah Linnich/ Amerikan filmi.

 

 

Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve İçimdeki Yangın- İncendies, Tutsak- Prisoners ya da Düşman- Enemy gibi filmleriyle ülkemizde de tanındı ve sevildi. Cannes 2015’de yarışan son filmi Sicario, kelime anlamı olarak ‘kiralık katil’ anlamına geliyor ve özellikle Latin Amerika’da kullanılan bir deyim.

Bu ve benzeri sözcükler bu ülkeler için önemli, çünkü hemen hepsinde, ama özellikle Meksika ve Kolombiya’da öylesine bir yasadışılık, buna bağlı olarak öylesine bir şiddet ve cinayet salgını var ki...Genelde bu ülkelerin neredeyse yaşam damarlarından biri olan uyuşturucu kaçakçılığı ve onun yarattığı çetelerden kaynaklanan...

Bizim bir Ortadoğu ülkesi olarak yakından bildiğimiz şiddeti bile fersah fersah aşan, sanki çılgınlığın sınırlarına ulaşan, çoğu zaman gereksiz bir vahşet gösterisi, bir kıyım şovu  sanki...

Yönetmen bize ABD’nin Meksika sınırında hep süregelen bu kaçakçılığa ve çetelerin yol açtığı inanılmaz kıyım ve insanlık dışı zulüm olaylarına kapsamlı bir bakış getiriyor. Film aslında TV’lerde bol bol izlenen polisiye diziler havasında başlıyor; basılan bir evde bulunan, naylonlar içinde beyaz hortlaklar gibi duran onlarca ceset...Hatta böylesine bir ‘dizi girişi’nin Cannes’da yarışan bir filmde ne aradığını da kendimize sormuştuk!...

Ama yetenekli bir yönetmenin elinde, en bayat konu bile elbette değer kazanıyor. Villeneuve öncelikle baş kahramanını bir kadın olarak seçmiş. FBİ’da çocuk kaçırma olaylarından ilk kez böyle ölümcül bir göreve atanmış, ilkeli  ve son derece dürüst bir kadın polis. Yanıbaşında zenci ve avukat görev arkadaşı, kendisi de Meksikalı olduğu halde çete başlarına savaş açmış (bunun kişisel nedenleri filmin sonunda ortaya çıkacaktır) bir aksiyon adamı, vb.

Yönetmen, benzerlerini gördüğümüz kahramanların yer aldığı ve  biraz aşina olduğumuz bu olay örgüsünü, son derece stilize biçimde, yoğun bir görsellikle anlatıyor.Bunda biraz da yaşı 70’i çoktan geçmiş, ünlü ve ödüllü görüntü ustası Roger Deakins’ın de rolü var. Ki Cannes’daki basın toplantısında neredeyse yıldız oyuncular kadar ilgi çekmişti!...

Perdede ise yükselen oyuncu, güzel Emily Blunt’un yanı sıra Benicio Del Toro, Josh Brolin gibi ünlü oyuncular var. Bu iki değerli oyuncu, son yıllarda zaten neredeyse bir ikili oluşturuyorlar: Galaksinin Koruyucuları ve İnherent Vice- Gizli Kusur filmlerinde de onları karşımızda bulmadık mı?

Sonuç olarak, geçmişteki Trafik ya da Vahşiler- Savages gibi filmlerin izini süren Sicoria oyalayıcı olmayı başarırken, özellikle ABD- Latin Amerika ilişkilerine yeni ve kapsamlı bır bakış getiriyor. Ve tıpkı Trafik gibi, dev ülke ABD’nin bu yoksul ülkelerdeki siyasal ve ekonomik programlarının (ve de ünlü ‘ambargo’larının) bu yasadışılığı ve onu izleyen şiddeti körüklemedeki rolüne değiniyor. Yani meselenin özüne!...

Çok önemli sayılmasa da (Cannes’da da hiçbir ödül almamıştı!) yönetmeninin şanına layık, düzeyli bir kitle sineması örneği; türüne canlılık getiren iyi bir film.

Yeni yetmeler için bilim-kurgu masalı

 

LABİRENT: ALEV DENEYLERİ   (Maze Runner: The Scorch Trials)  X  X

Yönetim​: Wes Ball
Senaryo: T. S. Nowlin
Görüntü: Gyula Pados
Müzik: John Paesano
Oyuncular:  Dylan O’Brien, Kaya Scodelario, Ki Hong Lee, Dexter Darden, Thomas Brodie-Sangster, Giancarlo Esposito, Patricia Clarkson, Lily Taylor, Bary Pepper, Aidan Gillen/ Fox filmi.

 

 

İlki 2014’de Labirent adıyla çıkan ilk The Maze Runner’e kaldığı yerden devam eden devam bölümü. James Dashner adlı yazarın genç okur için kaleme aldığı bu fantastik-futürist metinler, yine kötümser bir bakış açısıyla görülmüş bir geleceği tasvir eden ve ‘distopia’ denen türe örnek sayılabılir.

Yine uzak bir gelecekte gençler, İsyan denen bir örgüt tarafından kaçırılıp deneyler için kobay gibi kullanılmaktadır. Nitekim ilk bölümün de kahramanı olan küçük Thomas’ın annesinin elinden zorla alınmasını gözyaşları içinde izleriz!..

Birkaç yıl sonra büyümüş Thomas (yine ayni oyuncu: Dylan O’Brien)  7-8 kişilik grubuyla birlikte İsyan’dan kaçıp civardaki dağlarda saklanan ‘iyi insan’lara katılmayı denerler. Bu onları vahşi bir doğa içinde uzun bir yolculuğa çıkaracaktır. Yolda bir başka örgüte yakalanırlar, ama sonra birlik oluşturup İsyan eyleminin kötülüğüne karşı savaşırlar.

Böyle bir film için ne denebilir? .Yani benim kuşağımdan bir eleştirmen ya da sinemasever ne diyebilir? Kabaca bilim-kurgu denen alanın sinemadaki gelişimine elbette Metropolis gibi klasikleri bilerek, 50’lerin (ve o dönemin hayli uyduruk, ama zaman zaman yaratıcı) B filmlerini, sonra 60’larla birlikte 2001’den Maymunlar Cehennemi’ne, Yıldız Savaşları serisinden X-Men serisine modern klasikleri yutarcasına izleyerek gelişmiş bir sinema tutkusu içinde?

Olay şu ki, artık bu türün başyapıtları kolay gelmiyor. Geldiğinde bayram ediyoruz: Açlık Oyunları gibi..Ama genelde bu türün ortalama yaş düzeyi düştü. Artık gençler için, hatta neredeyse çoluk-çocuk için yapılıyor. 

İlkini yapan ekibin elinden çıkmış bu film de öyle. Sanki kahramanları olan Thomas ve arkadaşlarının yaşdaşları için çekilmiş.

Bizler içinse, yine kimi ilginç şeyler yok değil. Ben özellikle hikayedeki iki kadın doktorun, zıt taraflarda yer alan ve iki usta oyuncu, Patricia Clarkson ve Lili Taylor tarafından canlandırılan Paige ve Mary’nin çatışmasına bayıldım: birinin ölümüyle biten...

Ama örneğin o anlamsız ‘zombi katkısı’na ne gerek vardı? Çağdaş teknolojiyle gayet kıvrak ve ürkünç olsalar da, o yeraltı canavarlarının bu öyküde işi ne? Ya da çocukların kurban edildiği o araştırmalar neye, hangi amaca yönelik?

Kısacası film, olasılıkla bu soruları pek sormayacak olan yeni-yetmelere yönelik. Ben aradan çekileyim ve onları filmleriyle başbaşa bırakayım!... 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"