16 Aralık 2022

Latin Amerika'da aşk, şehvet ve siyaset

Bu açık bir erotizm içerse de, aynı zamanda görkemli bir aşk hikâyesine de dönüşüyor; çok yönlü ve karmaşık kimliğiyle Trish ve kökenleri, misyonu ve amaçları hep biraz sisli kalan Daniel arasında... Ayrıca filme genelde Latin Amerika dünyasına kapsayıcı bir politik bakış da var. Ki bunlara klasik bir gerilim tadı da ekleniyor

ÖĞLE GÜNEŞİNDE YILDIZLAR

X X X

(Stars at Noon)

Yönetmen: Claire Denis
Senaryo: C. Denis, Andrew Litvack
Görüntü: Eric Gautier
Müzik: Tindersticks
Oyuncular: Margaret Qualley, Joe Alwyn, Benny Safdie, Danny Ramirez, Nick Romano, Stephan Proano, John C . Reilly

Fransız filmi, 2022.

Kendine özgü Fransız 'sanat filmleri' yönetmeni, geçmişte 1988'deki Chocolat'tan başlayarak Beau Travail, Trouble Every Day - Her gün Başka Bir Bela, Un Beau Soleil İnterieur - İçimdeki Güneş, son olarak High Life (2018) filmlerini yapan Claire Denis, dört yıl sonra yepyeni bir filmle karşımızda. Denis Johnson imzalı Stars at Noon romanından aynı adla uyarladığı film, tümüyle doyurucu değil. 135 dakikalık uzunluğuyla çok rahat izlendiği de söylenemez.

Yine de, eğer kendinizi ekrana bağlayabilirseniz, ilgiyle seyredilen ve sonunda hatırlanacak bir film. Birçok değişik ve özgün ögesiyle...

Tüm filmi sırtında taşıyan Trish karakteri bize özellikle seyahat dergilerine yazan bir Amerikalı gazeteciyi tanıtıyor. ABD'yi çeviren Latin ülkeleri onun asıl ilgi alanıdır ve oralardaki yetersiz yaşam koşullarına dayalı acılı öyküleri derleyip gazetesine yollamakta ustadır.

Bu kez yolu yoksul ve yoksun Nikaragua'ya düşmüştür. Bu sokakları kırık-dökük, insanları mutsuz, yöneticileri sorumsuz ülke bir seçime gitmekte, ama bu arada hukuksuzluğun, şiddetin, anarşi ve terörün baskısı tüm ülkeyi sarsmaktadır.

Bir melekle şeytan karması yüzüyle, bitmeyen şehvetiyle ve sonsuz alaycılığıyla Trish, pasaportunu ve güvenini kaybetmiş olmanın da korkusuyla ülkeyi terketmeye çalışır. Zaten telefonda konuştuğu gazetesinin patronu artık ondan hiçbir şey istemediğini açıkça ifade etmiştir. O arada önce Nikaragualı teğmen Vegan, sonra olgun yakışıklılığıyla başını döndüren, bir büyük petrol şirketinin adamı olduğu anlaşılır gibi olan İngiliz ajanı Daniel de Haven'le aşk yaşar. Alabildiğine erotizm içeren seks sahneleriyle; belki ancak bir kadın yönetmenin elinden çıkabilecek bir denetimli estetikle ilerleyen biçimde...

Ama henüz demokrasiyi tatmamış, her yerde polisin egemen olduğu bu ülke kolay kolay adam olacak gibi değildir. Hele o vahşi biçimde kontrol altına alınmış ülke sınırları ve oralarda hüküm süren zulüm duygusu... Bu belalı ülkeden kaçıp yeniden uygarlığa dönmek... İki aşık için de mümkün olabilir mi bu?

Kuşkusuz ki film aşırı uzun ve yer yer abartılı biçimde yavaş akıyor. Yine de ilginç ögeler kimi zaman ağır basıyor. Öncelikle bu açık bir erotizm içerse de, aynı zamanda görkemli bir aşk hikâyesine de dönüşüyor; çok yönlü ve karmaşık kimliğiyle Trish ve kökenleri, misyonu ve amaçları hep biraz sisli kalan Daniel arasında... Ayrıca filme genelde Latin Amerika dünyasına kapsayıcı bir politik bakış da var. Ki bunlara klasik bir gerilim tadı da ekleniyor.

O ülkenin kendine özgü görüntüleri içine yoksul şehirler, bol maskeli insanlar, kırmızı renkli geveze papağanlar, hatta bir ara gözüken bir cami bile giriyor!.. Dil hep kırık bir İngilizce ile İspanyolca arasında gidip geliyor. Ve kahramanlarımızın sürekli içmesi (sigara ve içki) gündelik ve önlenemez bir rutine dönüşüyor.

Ve özellikle Trish ve peşinde kimin olduğu tam olarak ortaya çıkmayan Daniel arasındaki ilişki ağır basıyor. Bir yerde Trish'in bu belalı yolculuk için "Bu bizim balayımız!" deyişini de hatırlatayım.

Baş rollerde oynayanlardan Margaret Qualley - Trish doğrusu bütün filmi alıp götürüyor. Az şey değil... Daniel'de Joe Alwyn de öyle. Benny Safdie'nin CİA ajanı, Danny Ramirez'in gizemli ve uğursuz Costa Rica ajanı, Nick Romano'nun teğmen Vegan kimliklerinin yanı sıra, kısacık bir rolde, Trish'in telefonda konuştuğu gazete patronu rolünde gördüğümüz aşina, ama hayli unutulmuş yüzün John C. Reilly olduğunu da ancak arayınca buldum. Ne kadro ama!..

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Bir kadın casusun inanılmaz marifetleri ve gerisi

Temposuyla ve kadıncıl yanıyla olduğu kadar içerdiği teknoloji, giysilerin özenli zenginliği ve teknolojisinin gücüyle göz dolduran bir film...

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

"
"