15 Mart 2024

İyilikle kötülüğün bitmez savaşımına parlak bir bakış

Film tüm dinlerin, felsefelerin ve sanatların ana temalarından önde gelen birine dayalı: iyi ve kötünün bitmeyen savaşımı...

ADALETİN ELİ

X X X X

(Red Right Hand)

Yönetmen: Eshom Nelms, Ian Nelms
Senaryo: Jonathan Easley
Görüntü: Johnny Derango
Müzik: Mondo Boys
Oyuncular: Orlando Bloom, Scott Haze, Andie MacDowell, Chapel Oaks, Garrett Dilahunt, Brian Geraghty, James Lafferty, Mo Mac Rae, Daniel David Stewart

Magnolia Films yapımı, 2024

Yabancı eleştirmenler ayılıp bayılmamış olabilir... Ben kendi adıma bu filmi yalnız haftanın en iyisi değil, son günlerin de en iyilerinden biri saymaya eğilimliyim. Umarım yazımda açıklayabileceğim nedenlerle...

ABD'nin Kentucky eyaletinde geçen hikâyede önce tam bir erkeği tanıyoruz: uzun boylu, alabildiğine adaleli, bol saçlı-sakallı, en zor hareketleri rahatça yaptığı bir jimnastikle bedenini geliştirmiş bir eril güç timsali!... Onun kızkardeşini uyuşturucu merakından kaybetmiş, kendisi de eski bir alkolik olan Cash olduğunu öğreniyoruz. Alkolden hâlâ tümüyle vazgeçmemiştir; "İçmekten yoruldum artık!" diye yakınır. Kardeşinden miras kalan çiftlikte dul kayın biraderi Finney'le birlikte yaşamaktadır. Ve onun kızı, sevgili yeğeni Savannah onun da gözdesidir. Hikâye boyunca (ama en çok finalde) marifetleri ortaya çıkan cıvıl cıvıl bir ergen.

Burası Amerikan taşrasının tipik bir dekorudur. Din ve kilise, cemaati birbirine bağlar. Vaaz veren papaz Wilder ise herkesin gözdesi ve koruyucusu olur. O da eski bir 'junkie', bir yasadışı serseriyken birden Tanrı'nın yolunu seçmiş ve kendisini iyiliğe adamıştır. Bir yerde daha çok Eski Ahit mensubu olduğunu ve böylece "Göze Göz, Dişe Diş" sloganını benimsediğini söyler. Zaten bu derin Amerika'da Tanrı, Aile ve Hayatta Kalma İçgüdüsü, herkesin en çok saygı duyması gereken bir üçlemedir.

Peki ama, ya kötüler? Vardır elbette; hem de hayal bile edemeyeceğiniz sayıda ve güçte... Bu camianın başında ise, tuhaf biçimde, bir kadın vardır; yörede inanılmaz bir egemenlik kurmuş ve Büyük Kedi adıyla çağrılan... Bu kadının büyüleyici ve esir alıcı konuşma yeteneği kadar, temsil ettiği kötülük de zirve yapar. Tam o sırada kahramanımız Cash kayınbiraderinin nasıl yaptıysa Büyük Kedi'ye inanılmaz biçimde borçlandığını öğrenir. Bu onun yaşamında karşılaştığı en büyük felakettir. Ve parçalanmış ailesinin acı anıları ve kendi öz yaşama gayreti içinde, bunu da çözümlemek zorunda kalacaktır.

Film sinemada şimdiye dek görülegelmiş belki en kötücül dişi şeytan karakterini sunarken, erkekleri de ihmal etmez: kolayca adam öldüren, her fırsatta can alan eril ve ürkünç varlıklar... Ama doğrusu hiçbiri Büyük Kedi'yle aşık atamaz. Hele kendi eliyle kan-revan içinde bıraktığı kişiler... Ki birini en sonunda emrindeki vahşi köpeklere parçalatmaktan büyük zevk alır. Ama elbette böylesine kötülük cezasız kalmaz. Ve bu bize filmin belki en zalim sahnesiyle sunulur: Büyük Kedi sevgili oğlu Zeke'nin aynı köpeklerin keskin dişleri arasında can vermesine tanık olunca... Yine sinemada görülegelmiş en şiddet yüklü sahnelerden biri...

Görüldüğü gibi, film tüm dinlerin, felsefelerin ve sanatların ana temalarından önde gelen birine dayalı: iyi ve kötünün bitmeyen savaşımı... Hikâyenin Jonathan Easley tarafından sağlam biçimde yazılmış, bundan önce sadece 2018'de çektikleri Small Town Crime - Küçük Kasaba Cinayeti filmiyle tanınmış Eslom ve İan Nelms kardeşlerce de gayet iyi sinemalaşmış olması filme değer kazandırıyor. Johnny Derango imzalı kamera, yumuşak ve kaygan kullanımıyla filme ayrı bir akışkanlık getiriyor.

Oyuncular da bence gayet iyi. Özlediğimiz iki büyük isim, Cash'da Orlando Bloom ve Büyük Kedi'de Andie MacDowell gerçekten de çok çok iyiler. Özellikle çok zamandır görmediğimiz MacDowell'in dişi şeytanı, gelecek yılın Oscar'larında adaylık getirebilir. Kayın birader Finney'de Scott Haze, küçük Savannah'da Chapel Oaks ve papaz-vaiz Wilder'da Garrett Dilahunt da rollerine iyi oturmuşlar. Yılın görülmesi gereken filmlerinden biri...


YARIN: AİLE ÇIKMAZI

Not: Bu arada sevgili Arif Keskiner'in ölümüne ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Onu çeşitli etkinlikleri ve birçok kitabı arasında en çok efsanevi Beyoğlu Çiçek Bar'la hatırladık, hep hatırlayacağız. Nasıl anlatsam? Bu eşsiz aydın buluşmaları mekanına ben de çok gittim; insan tanıdım, dost edindim. En iyisi, dün (Perşembe) Cumhuriyet'de Zeynep Oral'ın yazısını okumaya çalışın. Bundan iyisi yazılamaz!

Not 2: Bol filmli bir haftada (11 film çıkıyormuş!) belki en önemlisi Reha Erdem'in son filmi Neandria. Ama basın gösterimi yapılmadı. Ben ancak bugün sinemada göreceğim ve yazım hafta başında çıkacak.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

Görkemli bir hayal kırıklığı

Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...

"
"