14 Ekim 2016

İşte Türk turizmine büyük katkıda bulunmaya aday bir film: Cehennem

Özellikle İstanbul bölümleri harika, öylesine çekici bir kent ve öylesine albenisi olan mekanlar…

 

CEHENNEM        X  X  X  X
(İnferno)

Yönetmen: Ron Howard
Senaryo: David Koepp
Görüntü: Salvatore Totino
Müzik: Hans Zimmer
Oyuncular: Tom Hanks,  Felicity Jones, Sidse Babett Knudsen, Ben Foster, Omar Sy, İrrfan Khan, Ana Ularu, Wolfgang Stegemann, Kato Sarbo

Columbia yapımı

  

Dan Brown dönüyor. Önce Da Vinci Şifresi (2006), sonra aslında daha önce yazdığı Melekler ve Şeytanlar’ın da sinemalaştırılmasıyla (2009), best-seller ve ondan uyarlanmış filmler kavramına tek sözcükle din (Hristiyan dini) ögesini sokmuş olan yazar, bu kez son romanının filmiyle karşımızda. Yanına değişmez yönetmeni Ron Howard ve ezeli baş oyuncusu Tom Hanks olduğu hâlde...

İlk iki roman/film, Hristiyanlığın ve onun günümüzdeki temsilcisi Vatikan’ın geçmişinden günümüze uzanan mitolojisini temel öge alan gerilim yapımlarıydı. Belli bir eleştiri yöneltir olsa da kilisenin yine de tuttuğu, arkasında olduğu filmler.

Dünyanın yarısını yok etme projesi!

Bu kez Papa hazretleri rahat bir nefes alabilir. Çünkü şeytanlık başka cepheden geliyor. Hemen başta kendine özgü bir bilim adamı olan Bertand Zobrist’in (Ben Foster) yığınlar önündeki konuşmasına tanık oluyoruz. Zobrist “insan nüfusunun günümüzde ulaştığı yoğunluğun artık yerkürenin taşıyamayacağı düzeye geldiğini, insanlığın geleceği için bunun en azından yarısının yok edilmesi gereğini” savunuyor. Bunun için son derece ölümcül bir virüs bulmuştur ve bunu dünyaya salıp o büyük kitleyi yok etmek üzeredir...

Ama hemen ardından Zobrist intihar etmek zorunda kalıyor. Ne var ki virüs şimdi daha da tehlikeli ellerdedir. Ve dünyayı bir büyük kıyım beklemektedir

Hikayenin odak noktasında yine o değişmez Brown kahramanı, tarihçi, din bilgini ve simge-bilim uzmanı Harvard üniversitesi profesörü Robert Langdon var. Ama başta kafasına bir darbe yemiş ve birçok şeyi unutmuş bir halde…

Dostla düşman birbirine karışırsa…

Floransa’da kaldırıldığı hastanede, gizemli kadın doktor Sienna (Felicity Jones) ile tanışıyor. Ve ikisi peşlerindeki ölüm mangasından kaçıp kurtulmaya çalışıyorlar. (İtalya’nın bu en tarihi kentinde nefis bir gezi!)

Bu arada acımasız kadın katil Vayentha (Ana Ularu), ABD hükümetinden Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Dr. Elizabeth Sinskey (Sidse Babett Knudsen), onun adamları konumunda gözüken gizemli siyahi ajan Bruder (Omar Sy) ve Hintli ajan Provost (İrrfan Khan) da işin içine giriyorlar.

Böylece dostla düşmanın ayırt edilemediği karmaşık ve karanlık bir serüven başlıyor. Ve bilinmeyen bir yerden dünyaya salınması söz konusu olan o ölümcül virüs, sonunda bilin bakalım nerede ortaya çıkıyor?

Yerebatan Sarnıcı finalin ana dekoru!...

Evet, bizim Sultanahmet’teki Yerebatan Sarnıcı’nda!... Böylece hemen tüm bu kahramanlar İstanbul’a geliyor, önce Ayasofya’yı ziyaret ediyorlar. Oradan da Yerebatan’a geçiliyor. Ve devasa sarnıcın sularına gömülmüş ‘virüs torbası’ yok edilmeye çalışılıyor. Üstelik tuvaletli bayanlar ve smokinli erkeklerin katıldığı bir klasik müzik konseri akşamında… 

Doğrusu ilgiyle izlenen, şurup gibi akan bir film bu… Hristiyanlıkla ilişkisi en çok, profesörün Dante’nin ünlü İlahi Komedya yapıtını ve oradaki Cehennem tasvirini Floransa’nın eski kiliselerindeki fresklerde aramasıyla kuruluyor. Ama ana tema artık o virüs ve onun yok edilme çabası. Böylece bir Brown yapıtı ilk kez bir tür bilim-kurgusal ve distopik fanteziye kayıyor. Bir yenilik!..

Artık mekan kullanımında iyice uzman bir Howard yine mucizeler yaratıyor. Özellikle İstanbul bölümleri harika. Öylesine çekici bir kent ve öylesine albenisi olan mekanlar…

Türk turizmine büyü katkısı olabilir

Hele o konser bölümü… Etkilendim, çünkü bir zamanlar Yerebatan’da gerçekten de öyle konserler yapılırdı. Birinde bulundum, olayı yaşadım. Artık niye yapılmıyor demiyorum. Belki doğru da değildi. Ama yaşanmış bir güzelliği belgelemek hoş olmuş. Ve olay bir büyük gerilime gayet iyi bir fon oluşturmuş.

Tom Hanks yüzüne son zamanda çok benimsediği o ‘ızdırap çeken adam’ ifadesini yerleştirmiş. Ama yine de iyi; iki Oscar’lı bir aktör olduğunu hep hatırlatırcasına… Kral İçin Hologram’dan sonra ikinci kez birada olduğu, bana Major Crimes TV dizisinin komiser Sharon’u Mary Mc Donnell’i hatırlatan Danimarkalı oyuncu Sidse Babett Knudsen’la ilginç ve dokunaklı bir çift oluşturuyorlar: İki orta yaşlı aşık!..

Yan rollerde Fransız Omar Sy, Hintli İrrfan Khan, Alman Wolfgang Stegemann, hatta Türk Atilla Arpa da bu uluslararası kadroyu destekliyor. 

Bence görülmesi gereken, birinci sınıf bir seyirlik. Ayrıca Türk turizmine şu aralar çok ihtiyaç duyduğu bir doping de  yapabilir...

Cehennem'in fragmanı şöyle:

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"