15 Ekim 2014

IŞİD, Kobanê, olası bir Kürt devleti ve çağdaşlık üzerine

Sınırımızın hemen yakınında, giderek harabeye dönen bir kentte sıkışıp kalmış olan binlerce insanın hayatı sözkonusu

Aslında politika yazmak istemiyorum. Sayısız yazar bunu öylesine iyi yapıyor ki... Ama içinde bulunduğumuz ortamda, herkes gibi ben de aşırı politize oldum. Kafama üşüşen ve kimi zaman mutlaka söylenmesi gereken bir söz, atılması gereken bir çığlık gibi gözüken fikirleri yazmaktan kaçınamıyorum.

Son günlerin alabildiğine gergin Türkiye’sinde iktidarın yumuşak karnı (evrensel söyleyişle ‘Aşil’in topuğu’) gibi gözüken sorunlardan biri, elbette dış politika. Ülkedeki gerginliğin ise zaten bu alandaki hatalardan kaynaklandığı açık.

IŞİD olayı ve Kobanê’nin akibeti, elbette en önemli konu. Kobanê olayının özel bir önemi var. Sınırımızın hemen yakınında, adeta burnumuzun dibinde, giderek harabeye dönen bir kentte sıkışıp kalmış olan binlerce insanın hayatı sözkonusu. Kimi batılı kaynakların dediği gibi, bunun ‘yeni bir Srebrenitsa olayına dönüşmesi’ olasılığı var. Bir büyük insanlık suçunun daha işlenmesi ve küçük çapta bir soykırım yaşanması olasılığı. Bunu önlemek için herkesin, her ülkenin elinden geleni yapması gerekmiyor mu?

 

PKK ile IŞİD’i aynı kaba koymak...

 

Bu durumda iktidarın temel tavrı, PKK ile IŞİD’i  aynı potaya koyup kıyaslamak ve de Kobanê’ye ciddi bir desteği reddetmek oldu. Bu düşünce doğru olabilir mi? Elbette ‘terörü nereden gelirse gelsin reddediyoruz”. PKK’nın temelde bir terör örgütü olduğu ve yıllardır sayısız Türk vatandaşının kanını akıttığı da doğru. Son olayları da kınıyor, insan hayatı kadar okul, müze, kütüphane gibi kültür ve eğitim mekânlarını vahşice tahribe de uzanan çağdışı tutumları şiddetle eleştiriyoruz.

Ama bu temelde yine de ayrıntılardan yoksun, kaba bir benzetmedir. PKK’nın temel amacının eninde sonunda Kürtlere bağımsızlık kazandırmak ve bir Kürt devletinin kurulmasını sağlamak olduğu biliniyor. Kürtler de Yahudiler gibi tarih boyunca bir devlet kuramamış, dünyanın dört bir yanına savrulmuş bir halktır. 

Dünya kamuoyu ya da evrensel güç dengeleri, ikinci savaştan hemen sonra oluşan ve elbette büyük soykırımdan kaynaklanan sempati havası içinde Yahudileri ‘vaadedilmiş toprak’larına kavuşturmak için, Musevi dininin kutsal saydığı Filistin’e sanki paraşütle getirip İsrail devletini kurdu. (Aslında Exodus gemisiyle geldiklerini biliyoruz. Benimki lafın gelişi!). Ama ayni toprakların tüm dinler için de kutsal olduğu ve orada tarih boyunca yerleşmiş Müslüman-Arap halkların varlığı yeterince düşünülmemişti. Gerilim ve savaş başladı, hala da sürüyor.

 

Bir Kürt devleti için konjonktür

 

Ancak günümüzde Kürtler için de, en azından batılı gözüyle benzer bir konjonktürün oluştuğu açık değil mi? Hele en yoğun oldukları İrak ve Suriye’de, yine batılıların büyük yanlışlarının da katkısıyla oluşan görkemli kaos ve kargaşa ortamı düşünüldüğünde... Kaos ve başıboşluk yerine belli bir etnik gruba dayanan sağlam bir merkezi gücün kurulması herkesin lehine değil mi?

Peki IŞİD ne istiyor? Bilen var mı? Öncelikle bu korkunç çete-örgüt, aslında PKK gibi belli bir etnisiteye dayanmıyor. Tersine, son dönemde dünyanın her yanından, her ülkeden gelen insanların örgüte katıldığını öğreniyoruz. Elbette hemen müslüman olmak kaydıyla..Ama müslümanlık da asıl temel değil. Geçen gün Mehmet Tezkan’ın özetlediği gibi bunlar  “Radikal Sünni örgütü. Ve Sünnilerin İslam’ı saptırdığını iddia ettiği Şiiler, Nusayriler ve Aleviler’le savaşıyor”. Ve Mümtaz’er Türköne’nin dediği gibi “Selefi radikalizmini temsil ediyorlar”.

Görüldüğü gibi, IŞİD tümüyle çağdışı ve son derece tehlikeli bir ideolojiye dayanıyor. İsrail, Batı’nın Musevi dinine değil, Yahudi etnik kitlesine bir armağanıydı. IŞİD ise dine bile değil, sadece bir mezhebe, radikal sünniliğe dayalı bir yönetimi amaçlıyor. Müslüman olmayanlar kadar, İslam’ın tüm diğer mezhepleri de, onlar için yok edilmesi gereken bir düşman kitlesi. Bu kitlenin ne kadar büyük olduğu ve uzun vadede IŞİD’in kurmak istediği o yobaz kafasına ve inanılmaz bir şiddete dayalı hükümranlığın nasıl boş bir hayal olduğu açık. Ama o zamana dek, kimbilir ne çok kan akacak...

 

Kobanê’yi kurtarmak: evrensel bir misyon

 

Ayrıca IŞİD’in ‘sadece öldürdüğü ve işkence yapmadığı’ konusunda görüş belirten o cahil AKP’li politikacı teşhisinin tam tersine, IŞİD işkencelern en büyüğünü yapıyor: özellikle esir aldığı yabancıları saatler-günler boyu gözübağlı, kılıç tehdidi altında tutup sonra kafalarını gövdelerinden ayırıyor. Üstelik bunu, tarihin hiçbir döneminde, hatta şu teknoloji çağında bile henüz görülmedik biçimde, görsel olarak kaydedip tüm dünyaya gönderiyor. Böylesine kana ve ölüme dayalı bir propagandayı Hitler ve Göbbels bile hayal edemezlerdi!...

Hükümetin IŞİD ile PKK’yı tümüyle ayni kaba koyup, ilkine karşı savaşmayı ikincisinin işine yarar gerekçesiyle savsaklaması, yazdığım  bu nedenlerle son derece yanlıştır. IŞİD’e karşı mücadele hem bir insanlık görevi, hem de Kürt vatandaşlarımıza ve dünyanın tüm Kürt’lerine karşı ulusal ve evrensel bir misyon sayılmalıdır.

 

Korkunun ecele faydası var mı?

 

Ama duraksanıyor ve mazeret aranıyor. Çünkü Kobanê, Suriye’de oluşmuş otonom (özerk) bir Kürt bölgesi ve oranın geleceğin olası Kürt devletinin başkenti olacağından kaygı duyuluyor. Açıkçası, güney sınırlarımızda bir Kürt devletinin palazlanmasından korkuluyor.

Ama korkuyla bir yere varılır mı? Ve korkunun ecele faydası var mı?

Yanıbaşımızdaki bir özerk Kürdistan veya bir Kürt devleti, bizimkilere hep öyle bir konjonktür içinde, Güneydoğu yöremizdeki Kürt ağırlıklı yöreleri de kapsayacak talepler kuşkusunu yaşatıyor.  

Ancak bunun çaresi Kürt realitesini tümüyle yadsımak, sayısız Türkiyeli Kürt’ün Kobanê kentindeki akrabaları da dahil binlerce insanın ölüm tehlikesiyle yaşadığı kenti kaderine terketmek değildir ve olamaz.

Bunun çaresi, kısa vadede Kobanê’ye mutlaka el uzatmaktır. Hangi yöntemlerle olursa olsun. İnsanlık adına, uygarlık adına, iç ve dış barış adına...

 

Uzun vadede çare: azınlık haklarına saygılı bir Türkiye

 

Uzun vadede ise, Türkiye’yi en kısa zamanda tam anlamıyla çağdaş ve demokratik bir ülke haline getirmektir. Bunun için en temel güç olarak, herşeye karşın iyi yürüyen ekonomimiz var. Buna insan hakları, dil ve inanç özgürlüklerinden başlayarak azınlık hakları da eklendiğinde... Ve de ‘barış süreci’ iki tarafın da  katkısıyla yeniden canlandırıldığında, Türkiye Kürt ve diğer vatandaşlarının kaçmak değil, yaşamak isteyecekleri bir ‘cennet vatan’ olacaktır.

Tıpkı benzer sorunları yaşamış ve yaşayan diğer ülkeler gibi. Örnekleri o kadar çok ki...Çoğu geçen yüzyılda kalmış siyasal sorunlar..Fransa’da birzamanlar bağımsızlık isteyen Korsika’yı hatırlayan var mı? İtalya’da geçmişte “yoksul Güney’le zengin Kuzey’i ayırma” yürüyüşleri yapılmaz mıydı?

İspanya’da Bask özgürlüğü için çarpışan ETA, İrlanda’da bağımsızlık uğruna Londra’yı kana bulayan İRA vardı. Ne oldular? Belçika’yı Valon ve Flaman diye pasta gibi ikiye ayırma talepleri geçmişte kalmadı mı?

Ve en son İskoçlar, önlerine gelen tarihi fırsatı tepip, bağımsızlık yerine Kıraliçe’nin Birleşmiş Kırallık devleti içinde kalmayı seçmediler mi?

İleri, gelişmiş, çağdaş ve demokratik bir Türkiye’de başka türlü olur mu dersiniz?  Yeter ki o hayal ülkeyi bir gerçeğe dönüştürelim. 

Yazarın Diğer Yazıları

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

"
"