Afyon’da asıl yapmak istediğimiz şeyse, geçen ziyaretlerde yapamadığımız Frig Vadisi gezisiydi. Frigler Anadolu’nun en eski bir halkı ve çok özel bir uygarlığın yaratıcıları değil miydi?
Ne şanslıydık ki Ahmet Ilaslı hoca Frig Vadisi’nde de bize eşlik etti. M.Ö. 7’inci yüzyılda Anadolu’da önemli bir uygarlık kuran Frigler, aslında oldukça geniş bir bölgeye yayılmıştı:
Eskişehir ve Kütahya’yı da kapsayan...Ve yöredeki volkanik kökenli kayaları oyup düzelterek gösterişli, hatta görkemli eserler ortaya koymuşlardı. Sonra gelecek Anadolu Yunan mimarisini de etkileyen...
Bunlar Afyon’u çevreleyen geniş bir ‘peri bacaları’ doğasında yer almışlardı. Bu doğal yapı kuşkusuz Kapadokya’yı akla getiriyordu. Hatta belki tümüyle oradan bile daha yaygındı.
Frigler bu kayaları düzleyip oyarak hala dimdik duran yapılar yapmışlardı. Örneğin Aslantaş, Çifte Aslanlıtaş, Yılantaş gibi Kayalar; bir tapınak cephesi olan Maltaş son derece etkileyici yapımlardı: mimari ve heykel sanatının buluştuğu...Ama bunlar o vadiye öylesine yayılmışlardı ki, görmek için konforlu bir araba ve işini bilir bir rehber şarttı.
Frig sanatı için özel kurum
İşte Ahmet hocanın burada büyük yardımı oldu bize...Ve geniş bir alanda oradan oraya gittik. Yörede yakın zamanda bu uygarlığa dönük önemli işler yapılmıştı. Örneğin FRİGKÜM adlı bir kurum oluşmuştu, üç vilayetin ortak çabasıyla: Frigya Kültür Mirasını Koruma Birliği. Bakanlık onaylı bir yerel kurum.
Ki bunu bir dönemin Turizm ve Kültür Müdürü olan eski dostumuz Muzaffer Uyan gerçekleştirmişti. Yazar ve rehber de olan Uyan, bu kez de bizi bırakmadı, birçok gezimize eşlik etti.
Bir diğer çaba yine yakın zamanda oluşturulan Frigya Yolu idi. Düzenlenip üç yıl önce açılan yaklaşık 120 kilometrelik yol, yöreyi yürüyerek gezmek isteyenler içindi.
Yer yer dinlenme kulübeleri, çeşmeler ve de sıkça konmuş levhalarla bezeli bir arkeolojik yol. O levhaların başında resim çektirmenin keyfine doyamadık: sanki tüm geziyi yapmış gibi hissederek... Bu arada yolun otantik, yani gerçekten Friglerden kalma tek bir bölümü vardı. Orada da poz verdik.
Yörede ayrıca kaya-kliseler, mezarlar ve tipik Kapadokya manzaraları vardı. Türklerin ilk yerleşim yerlerinden Döğer kasabası ve kervansarayı, Emre gölü, AROG filmine mekan olmuş Memeç kayalıkları, Avdalaz Kalesi gibi hoşluklar da... Yapılması gerekli bir gezi bu...
İbrahim beyin müzik müzesi
Bir diğer geziyi kısaca Müzik Müzesi’ne yaptık. Afyon Kocatepe Ünivesitesi içinde bir Konservatuvar’la iç içe olan bu müze, tümüyle bir özel çabaydı. Yörenin varlıklı isimlerinden İbrahim Alimoğlu’nun kurduğu müze, bana son derece ilginç gözüktü. Önceki seyahatimde Ankara’da gördüğüm (ve bu sütunlarda yazdığım) Satranç Müzesi gibi...
İbrahim beyin zaten sahip olduğu bir müzik aletleri koleksiyonu, Almanya’da tanıştığı yaşlı bir çiftin koleksiyonuyla birleşmişti. Alman karı-koca sahip oldukları zenginliği, ayni tutkuyu paylaşan bu Türk’ün mali imkanlarla açacağı müzeye teslim etmişlerdi. Bir vatandaşları yerine bir yabancıyı seçerek....Romanı yazılması gereken bir olay!...
Ve böylece bu çok zengin müzik arşivi Afyon’daki üniversiteye gelmişti. Müzik sevdalıları için tam bir şölen sunarak....Vitrinleri dolduran yüzlerce farklı enstrümanı izlerken, her yandan müzik sesleri geliyordu, çünkü o binanın her odasında konservatuarın etkinliklerinden biri vardı. Ne zevkli bir gezi...
Sonra Alimoğlu’nun ofisine de gittik. Orada da odalar özel bir koleksiyonun çeşitli zenginlikleriyle tıka basa doluydu. Servetinin bir kısmı yörenin mermer yataklarından gelen Alimoğlu, bu gezide tanıdığım ve yarım düzineyi bulan o kendine özgü sanat ve güzellik tutkunlarından biriydi.
Bu arada o Kocatepe üniversitesinin de şugünlerde hükümetin bölme operasyonuna dahil ettiği kurumlardan biri olduğunu belirteyim!..
Yörenin bitmeyen zenginlikleri
Elbette bir Afyon yazısı, bu yörenin belki baş zenginliği olan sıcak kaynaklardan, bir diğer deyimle kaplıcalardan söz etmeden bitemez. Bu sanki her yerden fışkıran sağlık kaynakları kent için benzersiz bir termal turizmin malzemesi olmuş. Adım başı bir otel var. Toplam 30 bin yatak sunan, yarım düzinesi beş yıldızlı olan...Öyle yaygın ki bu, artık birçoğunda “devre-mülk” sistemi başlamış. Ve hayli rağbet görür olmuş.
Çevrede ayrıca mermer ocakları var, en önemlisi geleneksel Kızılay Maden Suyu olan doğal içecekler var. Büyük Taarruz’un özel anıtları ve müzeleri var. Kaymağı, lokumu, sucuğu ve kimi yemekleriyle özel tatlar var. Mağaralar var, yaylalar var, göller var. Özel bir flora (bitki örtüsü) var. Ve gelişmiş el sanatları var.
Tüm bunlar bir araya gelince müthiş bir turistik cazibe merkezi oluşuyor. Çok daha gelişmeye açık biçimde...