25 Mayıs 2023

Disney’den oyuncularla animasyonu harman eden bir zirve

-

KÜÇÜK DENİZ KIZI        

X  X  X  ½                                         

(Little Mermaid)

Yönetmen: Rob Marshall

Senaryo: David Magee

Görüntü:Dion BeebMüzik: Alan Menk en                           

Oyuncular: Halle Bailey, Jonah Hauer-King, Melissa McCarthy, Javier Bardem, Jude Akuwudike, Noma Dumezweni, Jessica Alexander

Disney yapımı, 2023

Walt Disney olmasaydı ne olurdu!....Daha doğrusu neler olmazdı ve sinema sanatı ne çok şeyden yoksun kalırdı!... Animasyon (bizde canlandırma deniyor) sanatının bu büyük öncüsü (1901- 1968) işe 1923’de başlamış, daha 1928’de çektiği Mickey Mouse adlı ‘karton’ serisiyle bu sinemanın bilinen tüm temellerini atmış, bu alanda unutulmaz başyapıtlar kazandırmıştı. İlk uzun filmi 1937 yapımı Snow White and the Seven Dwarfs- Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler idi. Ki bunu 100 Yılın 100 Filmi adıyla kitabıma hiç duraksamadan almışımdır.

Şu günlerde bu dev firma tam 100. yılını kutluyor. Ve karşımıza hayli ilgiye değer filmler getiriyor. Bunlardan biri ünlü Danimarkalı masallar yaratıcısı Hans Christian Andersen’den (1805- 1875). Bu masalı da çok ünlüdür ve daha önce birkaç kez film veya TV dizisine malzeme oluşturmuştur.

Film yönetmen Rob Marshall’ın elinde önemli bir yapım haline gelmiş. Marshall 1960 doğumlu. 10’u aşkın film çekmiş, 1999’dan itibaren....İlki de Disney üzerine bir TV serisi!....Daha sonra Chicago, Bir Geyşanın Anıları, Nine-Dokuz, Karayip Korsanları- Gizemli Denizlerde, Sihirli Orman, Mary Poppins- Sihirli Dadı gibi filmleri var.

Sonuncusundan tam beş yıl sonra da bu filme sıvanmış. Ve bence hayli başarılı da olmuş.

Hikaye egzotik bir iklimde (sonlarında Brezilya ve Venezuela’nın adları anılıyor), denizin altı ve üstündeki iki ayrı dünyada geçiyor. Bir yanda denizaltı var: öylesine ustaca canlandırılmış; egzotik, estetik dekorlarla öylesine bir hayal alemi haline getirilmiş ki... Burada sayısız güzel deniz kızı var. Ve onların ”7 denizlerin hakimi” oldukları söyleniyor. (Niye biraz da oğlanlar yok, bilemiyorum!). Bu kızlar için de şöyle deniyor: “Deniz kızlarının gözyaşı yoktur. Bu nedenle daha çok acı çekerler!”.

Biz aralarından özelikle Ariel’i tanırız: saçları hafifen kızıla çalan, birazcık esmer ve egzotik bir kadın...Denizaltı kralı Triton’un kızlarından biri; en zekisi ve macera meraklısı... Ki kral tam bir insan düşmanıdır ve kızının deniz üstü merakı onu müthiş öfkelendirir. Ama Ariel aldırış etmez . Ve öte yandan tam bir müzikal de olan filmde söylediği bir şarkıyla, bunu dile getirir: “Bu denizden çıkmak için neler neler vermezdim!”...

Ve deniz üstü. Tam eski usül zarif gemilerden biri. İçinde genç kaptan, Prens Eric...Bir ara dürbününü suya düşüren... (Ki Ariel’in eline ulaşır!). Onun yakışıklılığı da az değil: beyaz tenli, gamzeli, zarif bir delikanlı... Eninde sonunda tanışacaklardır elbette...Ama aralarında o kadar çok engel vardır ki....Tüm doğanın ve kral Triton’un ötesinde, Ariel’in halası olarak ortaya çıkan, ama aslında meşum bir Deniz Cadısı olan Ursula... Ki filmin sonunda beklenen, ikisini birleştirecek olan o öpücüğün önünde, tüm o iri bedeniyle kale gibi duracaktır!...

Bu kadar da değil. Olup bitene refakat eden bir avuç seçme mahlukat: bir balık, bir kuş, bir yengeç. Adları da var: Sebastian, Flounder, Scuttle...Ve kah su altında, kah su üstünde hepsinin bir ara gelip oynaması, dans etmesi, çaça veya samba yapması...Ya da Heyamola şarkısını söylemeleri...

Bununla kalmıyor. Bir yan tema da deprem....Ariel’in hep “12 yıl önceki büyük deprem” olarak hatırladığı...Ve bu görkemli masalı şu günlerde bize özel olarak yaklaştıran...

Gelelim asıl önemli şeylere...Film gerçek oyuncularla animasyon tekniğini inanılması zor biçimde harman ediyor. Çağdaş teknolojinin ulaştığı bir zirve... Belki bir kusuru biraz fazla uzun tutulmuş olması (135 dakika). Ve beklenen öpüşmenin bir türlü gelmemesi. Hatta tüm mahlukat hep bir ağızdan “Kiss the Girl” şarkısını söyledikleri halde!...

Yine de film görmeye değer. Ariel’de Halle Bailey ve Eric’te Jonah Hauer-King ideal bir çift oluşturuyorlar. Kral Triton’da Javier Bardem, Ursula’da bir dönemi komedi
kraliçesi Melissa McCarthy, hemen tanınmasalar da keyifle izleniyorlar. Kimileriyse mahlukata sesini vermiş: Awkwafina veya Jacob Tremblay gibi....İşte şu zor ve gerilimli günlerde, çocuklarınızla birlikte görebileceğiniz bir film...

Hele Pazar günü oyunuzu vicdanınız gereği verdikten sonra... Ki bu konuda en son Cem Yılmaz, Erol Evgin, Müjde Ar gibi ünlülere ya da Sol Feminist Hareket’teki
birkaç yüz hanım sanatçımıza kulak verelim. Ertesi gün (Pazartesi) ise vicdan rahatlığı içinde, vaktinizi küçüklerinizle birlikte, bu filme ayırabilirsiniz.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"