Bu ‘parti’ aslında siyah-beyaz çekilmiş olsa da, başlarda hayatının en ‘renkli’ dönemini geçiren bir grup insan gibi duruyor, kahramanlarımız...
PARTİ X X X
(The Party)
Yönetim ve senaryo: Sally Potter Görüntü: Aleksei Rodionov Oyuncular: Patricia Clarkson, Bruno Ganz, Cherry Jones, Emily Mortimer, Cillian Murphy, Kristin Scott Thomas, Timothy Spall
İngiliz filmi.
Bağımsızların kendine özgü prenseslerinden (kraliçe mi demeliydim?) Sally Potter, uzun bir ayrılıktan sonra karşımıza geliyor. Tümüyle yazıp yönettiği, sadece 70 dakikalık, ama hayli çarpıcı, giderek etkileyici bir filmle...
Bu ‘parti’ aslında siyah-beyaz çekilmiş olsa da, başlarda hayatının en ‘renkli’ dönemini geçiren bir grup insan gibi duruyor, kahramanlarımız...
İngiltere’de, iktidardaki kabinenin karşısındaki muhalif partinin ‘gölge sağlık bakanı’ olarak seçtiği ve böylece politik kariyerinde dev bir adım atan Janet’in, hasta (ve film geliştikçe ölüme yaklaştığı anlaşılan) kocası Bill’le birlikte dostlarına verdiği bir yemeğin öyküsüdür bu...
Gelen beş davetli arasında keskin dilini silah gibi kullanan ve başta ülkesi her şeyi eleştiren April, onun yeni ‘partöneri’ Alman psikologu Gottfried, lezbiyen öğretim üyesi Martha ve onun ‘suni ilkah’la üçüzlere hamile kalan ‘eşi’ Jinny vardır.
Bir de hepsinin en genci ve erkeklerin en yakışıklısı, ama gelir gelmez banyoya kapanarak münasip dozda uyuşturucusunu alan ve ortada olmayan karısının kendisini terk etmesinin de katkısıyla tam bir düşüşe geçmiş finans kıralı banker Tom da bu şamataya katılır.
Sonuçta bu yedi kişi, bu kutlama törenini tam bir hesaplaşmaya çevirirler. Tüm ilişkiler sarsılır, her birinin başka bir dümeni, saklı bir kaygısı veya gizli bir aşığı olduğu anlaşılır. Tenis maçı gibi başlayan çekişme bir düelloya, giderek amansız bir savaşa dönüşür. Ve sonuçta beklenen trajedi bir biçimde patlak verir.
Büyük bir tiyatro geleneği olan İngiltere ve ondan esinli, anglo-sakson kültürden beslenmiş Amerikan sinemalarında tiyatro ile sinemanın evliliği bir efsanedir artık...Ve kapalı tek mekanda geçen klasikler saymakla bitmez: Kim Korkar Hain Kurttan’tan 12 Öfkeli Adam’a, Nurnberg Duruşmaları’ndan Rüzgarın Mirası’na, Beklenmeyen Şahit’ten Jane Eyre uyarlamalarına...
Bu film de ayni yolda yürüyor. Ve yine klasik İngiliz oyun geleneğinin mirasını cömertçe kullanıyor. Patricia Clarkson ya da Kristin Scott Thomas’ın unutur gibi olduğumuz büyük yeteneklerini bir kez daha doğruluyoruz.
Bir dönem Alman sinemasının ustası Bruno Ganz’la buluşmaktan heyecanlanıyoruz. Cherry Jones’un birzamanlar nefes nefese izlediğimiz 24 dizisinin kadın başkanı olduğunu zorlukla çıkarabiliyoruz.
Cillian Murphy ya da Emily Mortimer gibi ‘gençlere’ hayran oluyoruz. Ya da Timothy Spall’un ölüm döşeğindeki Bill’inin birden canlanıp kontrolü eline geçirmesini şaşkınlıkla izliyoruz.
Ve bu tiyatro estetikli film, bizi gerçekten sürüklüyor. İnsan karakterinin değişkenliği kadar ilginç başka ne vardır?
Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir
Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...
Ölüm ilanlarının dışında ne yazılı basında ne de TV’lerin kültür saatlerinde hiç anılmadı. Oysa kapsayıcı bir bakışla, bugün Yeşilçam öncesi, kendisi ve sonrasındaki onca filmin önemli bir bölümü, bugün Sami Şekeroğlu sayesinde bizim olmuştu