01 Haziran 2023

Bir dahinin hayatına gayet özgün bir bakış

Karışık, karmaşık, zengin, seksi, ürkünç, çekici... Sinemaya son yıllarda gelen biyografilerin en özgünlerinden biri

DALİ DIYARI

X X X X

(Daliland)

Yönetmen: Mary Harron
Senaryo: John Walsh
Görüntü: Marcel Zyskind
Müzik: Edmund Butt
Oyuncular: Ben Kingsley, Barbara Sukowa, Christopher Briney, Rupert Graves, Ezra Miller, Andreja Pejic,Suki Waterhouse, Alexander Beyer, Marc McKenna, Avital Lvöva, Zachary Nachbar-Secker

ABD-Kanada filmi, 2022

Salvador Dali'yi kim tanımaz? Yani yalnıza resim sanatına değil, genel anlamda sanat denen şeye birazcık da olsa ilgili olanlar için... İspanyol sanatçı Dali (1904- 1989) özetle sürrealizm (gerçek-üstücülük) denen akımın belki en önemli ressamıdır. Eserleri yıllar boyu ilgiyle izlenmiş, yüksek fiyatlara satılmış, müzeleri doldurmuş bir sanatçı...

Ama işte, biyografik filmler bunun için yapılıyor; bu açıdan önem taşıyor. O emsalsiz sanat insanlarını bize en ilginç ve en gizli yanlarıyla tanıtmak için... Bu kez karşımıza öyle klasik değil, özenle ve özel biçimde tasarlanmış bir film çıkıyor. Bence her açıdan görmeye değer olan...

Önce Dali'yle daha 50'lerde yapılmış bir TV söyleşisi izliyoruz. Sonra, artık iyice şöhretin zirvesindeyken, 1974 yılında onu eşi Gala ile birlikte lüks bir hayat sürerken yakalıyoruz. İkili neredeyse 20 yıldır lüks bir otelde kalmaktadır. Yardımcısı ve ajanı Christoffe Dufresne'le birlikte, artık iyice yaşlanmış, eşi Gala'ya deli gibi tutkun, ama artık eskisi kadar ilgi görmediği bir dönem geçirmektedir.

O arada sanata meraklı, birkaç sergi için küratörlük yapmış genç bir yardımcı çıkagelir. Onun biraz prestij kaybettiği ve New York'ta çok iddialı bir sergi açmaya hazırlandığı bir dönemde, İdaho kökenli (yani Amerikalı), son derece sempatik ve yakışıklı James.

Aslında Dali'nin gerçekten en çılgın dönemidir. Birkaç düzine imza yapmıştır kendi kendine; canı hangisini isterse onu atar resmin altına... Ama imzanın bir eserin baş kanıtı olduğu bir alanda, bu kabul edilebilir mi? Öte yandan alabildiğine eksantrik projeler hayal eder. Örneğin 'dünyanın en büyük penisi'ni içeren bir tablo!...

Arada New York'taki 'lüküs hayat' süregider. Görkemli partiler; seksle uyuşturucunun iç içe olduğu eğlenceler... Birinde üçlü seks yapılırken, perde arkasında Dali'nin utanmaz röntgenciliği belirir!.. Giderek yaşlanan Dali upuzun saçları, karikatür gibi kıvrık bıyıkları, habire boyadığı suratıyla hayli pitoresk bir ihtiyara dönüşmektedir.

Ama bir şey değişmez, bir temel tutkusundan vazgeçemez. O da Gala'dır, yani karısı... Aslında onların gençliklerini de biliriz; film sayesinde... Çünkü bir bölümde birden geçmişe gider, iki aşığı en taze halleriyle yakalarız; Ki bu filme bir-iki yerde daha ve hep ustalıkla yerleştirilir. Çok uygun biçimde seçilmiş oyuncularla...

Arada bir Paris bölümü de gelir. Yine o aşk yıllarında... Ki o yıllarda Dali'ye ve sergilerine kimler gelmez ki... Vatandaşı yönetmen Luis Bunuel, meslekdaşı Rene Maigritte, şair Paul Eluard...

Ama iyice yaşlanmış Gala kendisine yeni aşıklar arayıp bulur. Bunlardan biri o yıllarda Broadway'de büyük sükse yapan Jesus Christ Superstar oyununda İsa'yı oynayan bir genç adamdır: şarkıcı Jeff... Tüm bunlara rağmen, Dali eşinden vazgeçemez: "O benim oksijenim!" diyerek... Öte yandan, etrafta gencecik kızlar da dolaşır; ki birine Dali "Amanda, mon ange - Amanda, meleğim" diye kompliman yapar. Öte yandan, yakışıklı genç dostu James'e ise nedense Aziz Sebastian diye seslenmekten vazgeçmez...

İşte böyle bir film bu... Karışık, karmaşık, zengin, seksi, ürkünç, çekici... Sinemaya son yıllarda gelen biyografilerin en özgünlerinden biri. Daha önce The Moth Diaries, American Psycho gibi ilginç filmler yöneten Kanadalı kadın yönetmen Marry Harron'un sanırım filme büyük katkısı var. Özellikle cinsellik içeren sahnelerde kadın bakışı öne çıkıyor. Yıllar önce bir İstanbul festivalinde birlikte olmak (ve ona içinde kendi resmi de bunan fotoğraflarımdan oluşan bir albümü hediye etmek) keyfini tattığım büyük oyuncu Ben Kingsley'i bunca zaman sonra bulmak çok hoş oldu. Bu filmde harika bir dönüş yapan sanatçının bugün 80 yaşında (1943 doğumlu) olduğunu belirteyim.

Ben Kingsley ile birlikte...

Gala'da yine bir dönemin tanınmış Alman oyuncusu Barbara Sukowa da çok iyi. James rolündeyse hem melek yüzlü, hem seksi olmayı başaran Christopher Briney'e dikkat...


Yarın: BOOGEYMAN

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"