12 Kasım 2016

Bilim-kurguda bir zirve: Kadın baş kahraman ve illa da diyalog gereği...

Film ayrıca ana karakterini kesin biçimde bir kadın olarak seçmesiyle de yenilikçi

GELİŞ           X  X  X  X
(Arrival)

Yönetmen: Denis Villeneuve
Senaryo: Eric Heisserer
Görüntü: Bradford Young
Müzik: Johann Johannsson
Oyuncular: Amy Adams, Jeremy Renner, Forest Whitaker, Michael Stuhlbarg

Amerikan filmi

 

    Kanadalı Denis Villeneuve sekizinci filminde kendi kendisini aşıyor. 2010’lardan beri özellikle İncendies- İçimdeki Yangın, Prisoners- Tutsak, Enemy- Düşman, Sicario gibi filmleriyle bizi hep şaşırtan 50’sindeki (1967 doğumlu) sanatçı, bu filmle çıtayı daha da yükseltiyor.

   Film yakın bir gelecekte geçen bir bilim-kurgu denemesi. Ted Chiang’ın kısa hikayesinden uyarlananan film, ayni anda dünyanının 12 yerine iniş yapan 12 uzay gemisinin yarattığı paniği ele alıyor. Elbette yine ABD merkezli olmak üzere...

   Dev yumurtalara benzeyen (bir yabancı eleştirmen bunların Kubrick’in 2001 başyapıtındaki monolit taşa da benzediğini yazıyor!) bu esrarlı gemiler, çok farklı ülkelere inmiştir. Ama onlara karşı başlatılan, eski filmlerdeki gibi bir savaş olmaz: insanlık geçmişten –ya da tüm o filmlerden!- gereken dersi almıştır. Bir diyalog yolu aranır: elbette yine ABD’nin öncülüğünde.

   Bu girişimde baş rol bir kadına verilir: Dilbilim uzmanı, dünyada bilinen hemen tüm dilleri anlayıp konuşabilen Dr. Louise Banks. Özel yaşamında büyük bir trajediden yeni çıkmış olan Louise, siyahi bir generalin komutasındaki operasyonda o dev yumurtalara yanaşacak, içlerinden binbir nazdan sonra çıkan ve en çok mürekkep balığını andıran çok-ayaklı ürkünç yaratıklarla ortak bir dilde -veya yazışmada- buluşmaya çabalayacaktır.

   Elbette bilim-kurgu son derece geniş bir alan. Bilime belli dozda (ki o doz son derece değişkendir!) kurgu, yani  hayalgücünü katan bu tür, sinemada uzun yıllar bir yan tür, daha çok küçüklere önelik bir fantezi ve aksiyon alanı olarak görülüp öyle işlendi. Aslında hala da öyle: o bitmez-tükenmez üstün-adamlar, o Marvel veya DC çizgi-roman uyarlamaları...

    Elbette yol boyunca Metropolis’den 2001’e (iki eşsiz zirve), Alphaville’den Fahrenheit 451’e gelip eklenen filmler olmadı değil: Türe çok daha ‘ciddi’ biçimde yaklaşan...Spielberg’in Üçüncü Türden Yakınlaşmalar veya ET, daha yakınlarda The Contact’dan İnception’a, İnterstellar’dan Avatar’a, Gravity’den Marslı’ya diğer önemli, değişik yapımlar.

     Geliş, bu filmlerden belirgin ve baskın ana temasıyla ayrılıyor: bu dil üzerine, iletişim üzerine ve yabancılarla kurulması şart olan diyalog üzerine bir filmdir. Gerçi E.T. de öyleydi. Ama bu film bunu inatla, sabırla, neredeyse bilimsel bir tavırla savunuyor. O kadar ki, ‘öteki’yle mutlaka kurulması gereken dilsel (ya da grafik) anlaşmayı, günümüzün öylesine bölünmüş olan dünyasında birlikte yaşama devam etmenin kaçınılmaz koşulu haline getiriyor. Politik bir boyut...

   Film ayrıca ana karakterini kesin biçimde bir kadın olarak seçmesiyle de yenilikçi. Amy Adams’ın inanılmaz bir güçle canlandırdığı (Oscar adaylığı kesin!), derin bilgisiyle alanına çok hakim, inatçı, cesur, ama kişisel sorunlarıyla boğuşmayı hep sürdüren Dr. Louise kişiliği, Sigourney Weaver’in Yaratık serisi ve Sandra Bullock’un Gravity’deki çabalarından beri bu alandaki en güçlü güçlü kadın kahraman.

  Ayrıca kimi dengeler de gözetilmiş. Uzay gemilerinin indiği Çin’den Sudan’a kimi ülkeler, olaya bir batılı gibi yaklaşmıyorlar. Hatta Çin, o kukla gibi duran başkanıyla sanki karşı bir cephede. Giderek bir savaşı bile göze alıyor. Ama sonunda Çin başkanı da ABD’nin barış siyasetine katılıyor. Acaba ABD şu zor dönemde gitgide yükselen Çin’e bir dostluk eli mi uzatıyor? Düşünmeye değer...

   Asıl önemlisi, Villeneuve’ün filmine kattığı yüksel görsellik ve o yumuşak anlatım. Boş ve gereksiz aksiyon yok. Böyle bir hikayeyi kişisel  bir dramla böylesine içiçe vermek belki asıl yenilik.. Bu bir yabancı yorumcuya şunu dedirtmiş: “Film bilim-kurgunun ne denli insancıl bir tür olabildiğini kanıtlıyor.”  Ki bu görüşe ben de katılıyorum.

   Enfes bir müzik ve görüntü çalışmasıyla da desteklenen film, türünde yeni bir zirve. Belki bize sordurduğu tüm soruları yanıtlamıyor. Ama bunları sordurması bile önem taşıyor. Ve belki gelecekte bilim-kurguya yeni kapılar açabilir.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Vatikan’da dönen dinsel entrikalar ve Papa’ların sırları

Filmin zirvesi bu: tüm dinlerin ayni biçimde ve benzer ölçüde merhamete, adalete, hoşgörüye, insancıl değerlere önem vermesini tavsiye etme gereği... Orada, pek ‘mümin’ olmasanız da, şapka diyorsunuz!..

Bir diktatörlükte yaşanmış iç burucu gerçek dramlar

Eunice tutuklanır, en zalim biçimde sorgulanır. Aynı şey sadık hizmetçileri Zeze, hatta sevimli köpekleri Dimpao’nun bile başına gelir; hayvancık ezilir gider... Ve sonunda Eunice, kimi itirazlara rağmen, Sao Paolo’ya göç etmeye karar verir. Artık yol iyice gözükmüştür

Holocaust’un izlerini en yumuşak, ama en acı biçimde anlatmak

Hepimiz değilse de bir bölümümüz Avrupa seyahatlerinde eski toplama kamplarını görmüştür. "Gerçek Acı" filminin belki en ilginç yanı, o korkunç manzaraları hiç göstermeden, bizlere acısını duyurmayı başarmasıdır

"
"