13 Ocak 2018

“Basın yönetenlere değil, yönetilenlere hizmet eder”

“Eğer The Washington Post'un neyi yazıp neyi yazmayacağına hükümet karar verecekse, bu gazetenin işi bitmiş demektir”

 

THE POST       X  X  X  X  X

Yönetmen: Steven Spielberg
Senaryo:  Liz Hannah, John Singer
Görüntü: Janusz Kaminski
Müzik: John Williams
Oyuncular:  Meryl Streep, Tom Hanks, Sarah Paulson, Bob Odenkirk, Tracy Letts, Bradley Winford, Bruce Greenwood, Carrie Coon, David Cross, Matthew Rice, Alison Brie

Amerikan filmi

 

 

Spielberg’in son filmi, Amerikan sinemasının özellikle ustası olduğu bir alana ait: adına basın özgürlüğü denen ve demokrasinin vazgeçilmez koşullarından önde geleni olan hakkın savunulması.

Ve film türün birçok eski-yeni filminde olduğu gibi, yine hayal ürünü değil. Ve gerçekten yaşanmış bir basın ve adalet olayından yola çıkıyor.

1966 yılında açılan film, o dönemde Vietnam’da bizzat savaşmış olan devlet görevlisi Daniel Ellsberg’in dönüşünde, bir yolunu bulup Milli Savunma bakanlığının arşivine girmesi ve orada savaş üzerine daha Kennedy ve Johnson’un başkanlık dönemlerinden kalma gizli belgeleri yürütmesiyle başlıyor. Ki en önemlisi o dönemin savunma bakanı Robert McNamara’nın yazdığı ve ABD’nin ‘kazanmasına imkan olmayan bir savaşa girdiği ve bunu inatla sürdürdüğü’ suçlamalarını  içeren geniş rapordur.

Oradan 1971 yılına geliyoruz. İktidarda artık Richard Nixon vardır: ABD başkanlarının en dürüst, açık fikirli ve demokrat zihinli olmayanlarından. Yani bir tür erken gelmiş Trump gibi...

O sırada Pentagon Papers denen bu rapor, basın tarihinin dikkatle not ettiği gibi önce The New York Times gazetesinin eline geçiyor. Ve kimi bölümleri yayınlanyor.

Başkan ve adamları küplere biniyor ve mahkeme aracılığıyla yayına yasak getiriyorlar. Ne var ki rapor bu kez daha geniş ve ayrıntılı olarak The Washington Post gazetesinin eline geçiyor. Orada cesur genel yayın müdürü Ben Bradlee ne pahasına olursa olsun yayınlamaya karar veriyor. 

Ama tüm hukuk adamları bunu bir intihar gibi görüyorlar: Gazetenin kapatılmasına ve tüm yatırımcıların geri çekilmesine yol açacak bir yasa-karşıtı eylem. Üstelik bu ‘yerel’ bir gazetedir, mali sorunları vardır ve tam halka açılmak üzeredir. Yönetimi aileden devralmış Kay Graham ise zaten bir kadın yönetici olmanın sıkıntılarını yaşarken, bu yürekli adımı atabilir mi? 

Film kaçınılmaz olarak konuşmalara dayanan, geveze ve basın mesleğine yaslanmış bir yapım. Ama ne yapım!...Kim demiş gerilim sadece aksiyondan, fantastik öykülerden  ve üstün-adamlardan yayılır diye!

İşin içinde gerçek ustalar olunca, gerilim Washington’un up uzun gazete yönetimi salonlarından, Beyaz Saray’dan loş odalara uzanan buluşma mekanlarından da çıkıyor.

Ve bize o denli uzak  bir coğrafyada ve eskice bir tarihte geçen bu hikaye, sonuç olarak bize ve de günümüze öylesine yakınlaşıyor ki... Kitlelerin gerçekleri bilme ve doğruları öğrenme hakkı, demokrasinin ayrılmaz ögesi olan basın özgürlüğü...Tüm bunlar çağdaş bir toplum için öylesine önemli ki...Filmde dendiği gibi “Eğer The Washington Post’un neyi yazıp neyi yazmayacağına hükümet karar verecekse, bu gazetenin işi bitmiş demektir”.

Ve de şu tartışılmaz tanımlama:

“Basın yönetenlere değil, yönetilenlere hizmet eder”.

Hikâye önemli, çünkü artık yaşamayan ünlü eleştirmen Roger Ebert’in adını taşıyan sitede dendiği gibi “Bu ABD’de bir hükümetin adalet üzerindeki baskısıyla özgür basının görevine engel olmaya çalıştığı ilk örnektir”.

Yine aynı sitede soruluyor: “Bu ilkeler Trump yönetiminin yarattığı patırtıdan sonra da sürebilecek mi? Eğer bunca yıldır  bir şey öğrendiysek, o da şudur: bu konudaki baskılar hep var olacaktır. Bu da bu filmden alacağımız dersleri önemli kılıyor. Basının yeniden tehdit altında olduğu günümüzde yeni Kay Graham ve Ben Bradlee’ler nerede? Filmin bu soruyu sordurması bile yeter”.

Ve filmin finalinde, sadece bir yıl sonra patlayarak Nixon’un sonunu getirecek olan ünlü Watergate skandalini haberleyen bir cümle var.  Rakiplerini gizlice dinlemeye alan bir başkan imajı yine basın aracılığıyla (ki yine Washington Post idi!) deşifre edilmiş ve bu başkana görevini bıraktırmıştı.

Onun filmini de unutmadık: All The President’s Men- Başkanın Adamları. Ki iki gazeteciyi Dustin Hoffman ve Robert Redford oynamışlardı. Ben Bradlee ve Kay Graham yine işbaşındaydılar: Jason Robards ve Lindsay Crouse’ın oyunlarıyla...

O filmden tam 42 yıl sonra, bize öncesini sunan bu yeni yapım da son derece ilginç. Burada en çok Tom Hanks ve Meryl Streep ön plana çıkıyor. Özellikle Streep için son yıllardaki en başarılı oyunu denebilir.

Türk aydınları olarak bu filmi mutlaka izleyin ve izletin. Çünkü içerdiği tüm mesajların bizler için daha da önemli olduğunu düşünüyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

Bir sinema tutkulusunun ölümü ve düşündürdükleri

Ölüm ilanlarının dışında ne yazılı basında ne de TV’lerin kültür saatlerinde hiç anılmadı. Oysa kapsayıcı bir bakışla, bugün Yeşilçam öncesi, kendisi ve sonrasındaki onca filmin önemli bir bölümü, bugün Sami Şekeroğlu sayesinde bizim olmuştu

"
"