02 Kasım 2024

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

ANORA    X  X  X  1/2

Yönetim ve senaryo: Sean Baker
Görüntü: Drew Daniels
Müzik: Matthew Hearon-Smith
Oyuncular: Mikey Madison, Mark Eidelshtein, Paul Weisman, Lindsey Noamington, Emily Welder, Vincent Radwinsky, Luna Sofia Miranda, Sofia Carnabucci, Anton Bitter

Universal filmi, 2024

Son Cannes şenliğinde Altın Palmiye almış bir film... Elbette ağzımızın suyunu akıtmaya aday... Doğrusu bu büyük ödülü tam olarak hak edip etmediğini söylemek kolay değil. Ama yine de son haftaların en iyilerinden olduğu söylenebilir. 

Anora –ki kendisinin Ani diye çağrılmasını seviyor- New York’un Brooklyn semtindeki dünyaca tanınmış seks kulüplerinde strip-tease ve ‘direk dansı’ yapıp tüm bedenini teşhir ederek, önüne gelen erkeği tavlayarak ve utanma denen hissi hiç duymaksızın hayatını kazanan bir genç kızdır. Birden karşısına gayet yakışıklı bir genç adam çıkar. İvan Vanya adlı bu adam bir erkeğe bağlanmayı aklına bile getirmeyen Ani’yi tavlar. Ve hoş bir evlenme teklifinden sonra, iki aşık evlenirler. Tüm bu sahneler büyük ustalıkla çekilmiştir ve kadın bedeni olabilecek en tahrik edici biçimde karşımıza gelir.

Anora filminden bir sahne

Ve iki gencin seks alemleri sürer. Böylece hayli çıplak vücut görürüz!.. İkisi de değişik pozisyonları dener, kimi zaman da ‘acele seks’ yaparlar. İkisi de 20’lerinin başındadır. Ani bundan iyi para kazanmayı becerir; hatta yanında yeterince para olmayan birine ATM’den para çektirir!.. İvan’ın bir derdi Rus kökenli olması ve bu yüzden tipik bir aksanla konuşmasıdır. Zaten onu ustalıkla oynayan Mark Eidelshtein’ın aslen Rus olması filme inandırıcılık kazandırır.       

Ama İvan’ın ailesi bir başkadır. Bir Rus oligarkıdır o baba... Nikolai Zaharov. Ve eşiyle birlikte oğullarının bu “fahişe” ile evlenmesine karşıdırlar. Ona bol para vermeyi de göze alırlar: 10 bin dolarcık!.. Yeter ki sevgili oğullarını özgür bıraksın ve Las Vegas’ta, hep açık duran bir kilisede yasalara göre yapılan o düğünü iptal etmeyi kabullensin...

Oysa Ani, İvan’a gerçekten tutulmuştur. Ve ayrılmaya hiç niyeti yoktur. Uzun filmin (138 dakika) hayli uzun bir bölümü de onun İvan’ı aramasıyla geçer. Hatta bir ara tam bir çığlık koparma krizi yaşar. Çok etkileyici bir sahne... Ama bulduğunda karşısında ayni İvan olacak mıdır acaba? O genç ve tutkulu aşığın yerini içki ve uyuşturucuyla doldurmuş bir zavallı almışsa ne olacaktır? Yeniden kendini bulup bulmayacağı filmin merakla beklenen sonuçlarından biridir.  

Anora filminden bir sahne

Filmde kimi ortodoksluk bölümleri vardır. Kilise sahnesi, Ortodoks duası gibi... Babanın has adamları da başta Toro ve İgor olmak üzere, Rus aile hesabına çalışırlar… Tam bir savaştır bu... Seks sorunlarıyla başlayıp din ve ırk sorunlarına ulaşan ve kendi inançları doğrultusunda gelişen... Araya Rus Ermenileri de girer: Ermenistan başkenti Erivan’ı da anarak...Ve ırklarını savunurlar. Bunlar isimlerinden (ve şivelerinden) anlaşıldığı gibi gerçek Ermeni’dirler ve filmin otantikliğine katkıda bulunurlar.

Finale doğru o uzun mahkeme sahnesi tam bir komedidir sanki... Hukuk ve adalet kolayca ayaklar altına alınır. Bu arada İvan’ın inatçı annesi de ilginçtir. Benim çok Fatoş Güney’e benzettiğim... Ayrıca sevgili Ferzan Özpetek’i andıran bir oyuncu da var.

Ve yine çok hoş bir sahne... Kar yağarken arabada yapılan seks....Öylesine yağıyor ki, kentin ortasında bir çift düzüşürken, gelip-geçen farkına bile varmıyor!...Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Oyuncularda elbette Anora’da Mikey Madison, harika bir oyun vermiş. Yan oyuncular ise iyi seçilmiş. Örneğin o Ermeni’ler hem oyunları, hem konuşmalarıyla tam bir gerçeklik duygusu saçıyor. Son haftaların en iyi filmi bence...

Anora filminden bir sahne

ÖNEMLİ NOT:  Sevgili okurlarım. Bu hafta sonu, belki biliyorsunuz, TÜYAP’ın efsanevi kitap fuarı açılıyor. 2014’de, sinemamızın 100. yılı dolayısıyla beni Yılın Yazarı seçip ödüllendirdiklerinde nasıl bir heyecan yaşamıştım...

Ama bu yıl tam tersi. Çünkü beni sadece iki gün için çağırmışlar: Pazar ve çarşamba. O da sadece birer saat için... Ben ki her şeye rağmen o günden beri kitap sayımı 70’e çıkarmışım... İleri yaşıma rağmen film görüp, olayları izleyip temelde sinema üzerine, ama ayni zamanda siyaset dahil çok şey (örneğin müzik, dostlarım, kayıplarımız, vs.) üzerine de inat ve sebatla yazmış bir kaleme, bu gitmesi bile bir saati çok aşan yerde sadece bir saat geçirmemi kim düşünmüş? TÜYAP’çılar mı; yoksa sevgili yayınevim mi?

Valla gerçek bir bunalım içindeyim. Umarım bu orada bana gelip konuşmak ve kitap almak isteyen sinefil okurlarıma yansımaz!..

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

Bir sinema tutkulusunun ölümü ve düşündürdükleri

Ölüm ilanlarının dışında ne yazılı basında ne de TV’lerin kültür saatlerinde hiç anılmadı. Oysa kapsayıcı bir bakışla, bugün Yeşilçam öncesi, kendisi ve sonrasındaki onca filmin önemli bir bölümü, bugün Sami Şekeroğlu sayesinde bizim olmuştu

Görkemli bir mutfağın içerdikleri: Lezzetten ırkçılığa...

Film içerdiği ve kaderin bir araya getirdiği insanlar sayesinde görkemli bir ırklar, diller, kültürler çatışmasına dönüşüyor. Ve de yabancı göçmenlerin çektikleri... Biri bir ara “Ne olur, hepimize hayal kurma fırsatı verin” diyor. Ama bu kolay değildir elbette...

"
"