Şu sıralar sosyal medyada kıyaslama yapmak için yan yana konmuş iki fotoğraf dolaşıyor. Biri 1991 yılından. Televizyonda bir açık oturum görüntüsü. Dönemin tüm politik aktörleri bir masa etrafında toplanmış tartışıyor. Ecevit, Demirel, İnönü, Perinçek, Erbakan, Mesut Yılmaz. Hepsi orada. Bir de altında çok yeni çekilmiş bir fotoğraf yer alıyor. Yine bir televizyon kanalı ve Başbakan tek otururken karşısında dizilmiş dört gazeteciyi görüyoruz. 1991’de çok mu demokratik bir ülkeydik, doğrusu hiç sanmıyorum. Ancak yine de liderlerin televizyon ekranlarında birbirlerinin gözlerinin içine bakıp tartışabilme cesaretleri ve politik nezaketleri olduğu açık.
1983 yılında televizyonda yapılan ilk açık oturumu hatırlarım. 12 Eylül sonrası kırık dökük demokrasi çabaları ekranlara da yansımıştı. Turgut Özal, Turgut Sunalp ve Necdet Calp TRT’de tartışmışlardı. Calp’ın “Sattırmam efendim, Boğaziçi Köprüsünü sattırmam” çıkışı siyasi tarihimize de geçmişti.
2008 yılında Star TV’de Uğur Dündar moderatörlüğündeki Kılıçdaroğlu-Gökçek buluşması da ekranlardaki nadir politikacı yüzleşmelerinden biriydi. Kılıçdaroğlu’nun sakinliği, Gökçek’in bağıra çağıra konuşması ve program sonunda bu tavra tepki olarak Kılıçdaroğlu’nun “Beyefendi terliyor, dikkat ederseniz. Mendil verin beyefendiye” demesi hala zihinlerdedir.
Bu iki örnekten sonra da televizyonda hiçbir siyasetçinin canlı yayında bir araya geldiğine, birlikte soru yanıtladığına ve halkın merak ettiği konuları tartıştığına tanık olmadım. Böyle giderse uzun bir süre de tanık olmayacağım.
Oysa pek çok farklı politik konum için yarışan adayların canlı yayında bir araya gelmesi demokrasinin vazgeçilmez bir parçasıdır. ABD’de sadece Başkan adayları değil, Amerikan Senatosu, Kongresi ve valilik için yarışan tüm siyasetçiler açık oturuma çıkar ve bu programlar seçmenler tarafından büyük ilgi görür. Avustralya, İngiltere, Kanada, Almanya, İtalya, Güney Kore, Tayvan, Danimarka gibi pek çok ülkede televizyondaki tartışmalar bir gelenektir. Adaylar bu canlı yayınlar öncesi adeta kampa girerler, beyin takımını oluşturan ekip, adayları gelebilecek her türlü soruya karşı hazırlarlar. Genelde televizyona çıkarken yanlarında notlarını getirmelerine izin verilmez. Beklenmeyen soru ve yorumlar, inceden inceye ölçülüp biçilmiş konuşmalardan çok daha heyecan vericidir. Burada politikacıyı kurtaracak ne prompter ve ne de kulağına fısıldanan cümleler vardır. Özellikle ABD’de formatı farklı üç tartışma programı belirlenir ve iç, dış politika gibi değişik temalar üzerinde yoğunlaşılır. 2008’den beri ABD, İngiltere, Yeni Zelanda ve Avustralya’da canlı yayın sırasında izleyicinin anlık tepkilerini ölçen ve ekrana yansıtan bir teknoloji kullanılmakta. Bir spor karşılaşması atmosferiyle politikaya heyecan ve gerilim katan bu teknoloji başa baş giden seçimlerde özellikle etkili. Bu şekilde kararsız seçmenlere dağıtılan anlık tepki ölçüm aletleriyle bu kitlenin hangi adayın performansını beğendiği anında tespit edilebiliyor.
Televizyon açık oturum programlarının Amerikan Başkanlık seçimlerine umulmadık etkileri olduğu çok iyi bilinir. Malum 1960 yılında artık klasikleşen Kennedy-Nixon tartışması, 1976’da başa baş giden bir yarışı Gerald Ford’un açık oturumda yaptığı gafları sonucunda Jimmy Carter’a kaptırması, 1980’de geriden gelen Ronald Reagan’ın aktörlük yeteneklerini ekranlarda sergilemesiyle seçimi göğüslemesi televizyonun gücünün de bir kanıtıdır aslında.
Son günlerde Afganistan’da bile televizyonda açık oturum heyecanı vardı. Afgan tarihinde ilk kez canlı yayında Nisan’da yapılacak seçimle Cumhurbaşkanı Hamid Karzai’nin yerine yarışan beş aday tartıştı. Değerlendirmelere bakılırsa milyonlarca insanın bu tartışmaya kilitlendiği söyleniyor. Avrupa kıtası ise 22-25 Mayıs arasında yapılacak AB Komisyonu Başkanlığı seçimleri için iki büyük canlı yayın hazırlığında. Avrupa Yayın Birliği (EBU) Twitter üzerinden #TellEurope hashtag’iyle bu tartışmaları duyurmaya başladı bile.
Düşünün hele 2009 yılında Mongolya ve İran, 2012 yılında Mısır ilk televizyon açık oturumunu düzenledi. Dünyanın farklı coğrafyaları politik nezaketi ekranlara taşıyabilirken ve “çanak” olmayan soruları adaylara yöneltebilirken bizim politikacılarımız miting alanlarından birbirlerine hakaretler yağdırıyorlar. Seçim yaklaştıkça gittikçe gerginleşen söylemler siyasetçilerin bırakın ekranlarda yüz yüze tartışmasını aynı mekanda olmalarını bile imkansız kılıyor. Bakalım biz demokrasinin vazgeçilmezi tartışma kültürünü tekrar hangi seçim öncesi keşfedeceğiz?