10 Mart 2024

Eren Keskin: DGM demek korku demekti; herkes "Bir gün DGM'ye düşeceğim" diye korkardı

Hukukçu Eren Keskin, DGM'lerin hayatta olduğu süreçte toplumdaki karşılığının "korku" olduğunu belirterek: "DGM'ler, resmi ideolojinin kırmızı çizgileri dışına çıkan her türlü görüşün ve eylemin yargılandığı mahkemelerdi" diyor

Hukukçu ve aktivist Eren Keskin, DGM yıllarında aktif olarak avukatlık yaptı. Siyasi davalarda görev yapan Keskin aynı zamanda 90'lı yıllarda hakkında açılan yüzlerce davadan yargılandı, cezalar aldı. Keskin'in, şu anda devam eden 143 davası ve Yargıtay'da bekleyen 26 yıl 9 ay hapis cezası var. Ahmet Kaya'nın DGM'deki son davasının da avukatlığını yapan Keskin ile DGM'leri konuştuk.   

Eren Keskin DGM'de yargılanırken.

- Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ni ilk ne zaman duymuştunuz ve hayatınızın hangi evresindeydiniz?

Öğrencilik yıllarımda tarihe özellikle resmi tarihe meraklı bir insan olduğum için de üniversitede okurken duydum. Ama Türkiye'nin özel mahkemeler tarihini çok eskiden biliyordum. Bu devletin özellikle muhaliflere yönelik yargılamaları yapabilmek için İstiklal Mahkemeleri'nden bu yana hep özel bir yargılama usulü olmuş. Ben 85-86 yıllarında başladım avukatlığa. Zaten 12 Eylül sonrası o dönem gündeme hızlı bir şekilde yeniden girmişti.

- Bir hukukçu olarak o zamanki kamusal etkiyi hatırlıyor musunuz?

DGM demek korku demekti en çok. Yani herkes aslında "Bir gün DGM'ye düşeceğim" diye korkardı. Hep dikkatli olmak zorundaydı. Kamuoyunun algısının tam karşılığı korkuydu.

- Kimler yargılanırdı?

O dönem DGM'de en çok yargılananların başında Kürt siyasetçiler gelir.

"Resmi ideolojinin kırmızı çizgisi"

- DGM'nin hukuktaki karşılığı neydi ve neye istinaden kurulmuştu?

Aslında DGM'ler farklı düşünceyi, farklı fikri ve eylemi yargılamak üzere kurulmuş bir mahkeme türü. İşte Kürtler, sosyalistler, o dönem tabii İslami birtakım açıklamalar da suç unsuru olarak kabul ediliyordu. Şeriatın desteklenmesi gibi açıklamalar, yazılar ve konuşmalar da DGM'de yargılanıyordu. Esas olarak resmi ideolojinin kırmızı çizgileri dışına çıkan her türlü görüşün ve eylemin yargılandığı mahkemelerdi.

- Siz meslekte ilk ne zaman karşılaştınız?

Hemen bir avukat olarak mesleğe başlamamla tanıştım. DDKD diye bilinen Devrimci Doğu Kültür Ocakları Davası, Ankara DGM'de idi. Yıl 1986 filandı. Hiç unutmuyorum. İnsanlar zincirle kollarından birbirine bağlı şekilde getirilmişlerdi. DGM deyince aklıma ilk olarak mahkemeye birbirine zincirle bağlı olarak getirilen insanlar gelir. Kelepçeli getirilen insanlar görmüştüm ama zincirlenen insanları ilk kez orada gördüm. DGM'lerin aslında nasıl farklı bir mahkeme olduğunu zaten siz bir avukat olarak da oraya gittiğinizde anlıyordunuz.

- Hakim ya da savcıların farklılığı söz konusu muydu?

Benimle aynı dönem DGM'lerde avukatlık yapan insanlar hep bugünle karşılaştırma yaparlar. O beğenmediğimiz kaldırılması için mücadele ettiğimiz DGM'lerde bile şimdiye oranla daha gerçek hukukçuların görev yaptığını düşünüyorum. Tabii ki o zaman böyle düşünmüyordum. Genel olarak o zaman hakimlerin ve savcıların hangi görüşte olduklarını bilirdik. Belli ederlerdi kendilerini. Bu biraz daha sola yakın, konuşulabilir bir hakim ya da konuşulabilir bir savcı derdik. Mesela faşizan görüşleriyle bilinen yargıçlar vardı. DGM Başsavcıları ve belli mahkemelerin hakimleri genelde militaristlere son derece yakın, askerlerin istediği gibi biçimlendirebildiği insanlardı. Şunu çok net söyleyebilirim ki DGM'lerde o dönem iyi hakimler de vardı. Bu da ilginç bir şey. Ama mesela bugünle karşılaştırdığımızda hiçbir hakimin kendi görüşünü dışa vuramayacağı, siyasal iradenin istemediği kararların hiçbir hakim tarafından verilemeyeceği bir süreç yaşıyoruz. O zaman hiç beklenmedik kararlar da çıkabiliyordu.  DGM'ler genel olarak çok kötü mahkemelerdi. Şimdi olumlamış gibi olmayayım çok kötü mahkemelerdi ama zaman zaman hiç beklenmedik daha hukuka uygun iyi kararlarda çıkardı.

DGM'de ceza aldıktan sonra cezaevinde: Yaşatak Aslan ve Eren Keskin 

- O zaman gözaltı süreçleri nasıldı?

Gözaltı süreçleri çok fazlaydı. Örneğin 90 gün gözaltı hatırlıyorum. Daha sonra işte zaman zaman indirimler oldu. Mesela benim avukatlık yaptığım dönemde 15 gündü gözaltı süresi. İşkence çok yoğun olarak uygulanıyordu. Yoğun fiziki işkencenin çok ağır uygulandığı yıllardı. Bu zaten gözaltı sürecinin 15 gün olması da işkence izlerinin geçmesi geçirilmesi için koyulan süreydi. Zaten izler geçmese bile Adli Tıp Kurumu işkence izlerini gizleyen raporlar verirdi.

- Kötü muamele ve işkence yaygın mıydı?

DGM'lerde bu tabii ki çok yoğun uygulandı. O dönem tabii birçok suç gizli kalıyordu. Çok daha rahat yapıyorlardı işkenceyi. Bugün artık sosyal medya diye bir şey var her şey anında duyulabiliyor. O dönem DGM'de yargılanan insanların istisnasız hepsinin işkence gördüğünü düşünüyorum. Çok fazla davaya girdim, benim işkence görmemiş bir müvekkilim yoktu.

- Siz de DGM'de yargılandınız, hangi davaydı?

Ben Kürdistan kavramını kullandığım için Terörle Mücadele Yasası'nın 8. maddesinden yargılandım. Sonra bu iptal edildi.

- Kaç kere yargılandınız? 

İnanın sayısını bilmiyorum. Ama yüzün üstündedir. Yaptığımız her açıklamaya dava açılıyordu. Özellikle Kürt meselesiyle ilgili işkenceyle ilgili her açıklamaya dava açılıyordu. Sonuçta 2 buçuk yıl ceza aldım. 

- Sanatçılardan müvekkiliniz var mıydı?

Sanatçılardan Ahmet Kaya vardı. O dönem çok büyük bir haksızlık yapıldı kendisine. Tabii ki yine birçok Kürt müzisyen de vardı.

- İfade özgürlüğü alanında o dönem nasıldı? Kamuoyunda "Kendimi İhbar Ediyorum" diye de bilinen "Düşünceye Özgürlük" kampanyası ciddi destek gördü bunun etkisi oldu mu?

O dönemle bugünü karşılaştırdığımızda evet o dönem işkence çok yoğundu operasyonlar çok fazlaydı. Çok fazla fiziki saldırı vardı ama ifade özgürlüğü açısından sanki biraz daha rahattık, öyle düşünüyorum. O dönem devletin yapısı çok farklıydı. Açıkçası esas karar verici makam askerlerdi ve bir de daha az etkili olan hükümetler vardı. Bu tip kampanyalar toplumsal desteği de arttırıyor. O dönemde toplumsal bir destek oluştu. Yaşar Kemal'e destek için birçok sanatçı oradaydı. O dönem bu tür şeylere mesela Zuhal Olcay'lar falan da destek verirdi. Korku bu kadar gelişmiş değildi. İfade özgürlüğü anlamında insanlar kendilerini ortaya atıyorlardı bu da tabii devletin geri adım atmasına sebep oluyordu. Her zaman söylerim, cesaretin insanı koruyan bir şey olduğunu düşünüyorum. Cesaretle karşı çıktığınız zaman geri adım attırabiliyorsunuz.


Yarın: İhsan Eliaçık anlatıyor.

Dizinin diğer yazıları:

 

Yazarın Diğer Yazıları

Mevhibe Turay: Gırgır'ın satışında inanılmaz şeyler yaşandı, polislerle giriş-çıkış yasaklandı, hazırlanmış sayfalar basılsın diye camdan atıldı!

"O dönem üniversiteye giden arkadaşlarımız babalarının 4-5 katı maaş alıyorlardı. Oğuz Aral'a bu konuda hiç kimse haksızlık edemez. Sigortasızlık, Simavilerle ilgili artı bir de -daha yüksek bir para kazanabilme adına- tercihti. Hapishaneden karikatür gönderen arkadaşlara malzeme gönderirdik"

Kemal Gökhan Gürses: 12 yaşında çizmeye başladım, para ödemeleri heyecan vericiydi 

"Koşa koşa gidip kendime çizmeyi hep hayal ettiğim Schoeller marka kağıt ile iyi tarama ucu ve mürekkep aldım. Kalan parayla da yanlış hatırlamıyorsam bir kadife pantolon almıştım. Oğuz Abi bize her zaman iyi ödemeler yaptı..." 

Levent Cantek: 12 Eylül diktası yüzlerce insanı öldürdü, kaybetti, sürgün etti; Gırgır o rejimi gerçekten rahatsız etseydi yayımlanamazdı

"Gırgır'ın muhalifliği daha çok bulvar gazetelerini andırıyordu. Komik manşetleri olur o tür gazetelerin, içeride de vatandaşı kollayan ve hesap soran pahalılık haberleri. İşaret parmağını sallayan ve bağırarak 'yazan' köşe yazarları olur. Haldun Simavi gazeteleri nasılsa Gırgır da o kadar muhalif ve politikti"