Büyük Hayk Ovası'nın belki de en ilginç şehirlerinden biri Erzincan. Dayk Bölgesi'ndeki bu şehir yıllar boyu göç almış ve bugünkü kozmopolit yapısına kavuşmuş.
Çeşitli kesimlerin dillendirdiği yüzde 25-35 arasında değişen bir Alevi nüfusu var. Büyük bölümü 1870'te Dersim'den Erzincan'a gelip Ermeni köylerine veya yakınlarına yerleşmişler. Ermenilerle iyi dostlukları olduğu gibi 1915 soykırımından birçok çocuğun kurtulmasını da sağlamışlar. Kurtulanlarla evlilikler, kirvelikler derken artık birçok Alevi ailenin bir Ermeni nenesi var.
Bizi de bu Alevi dostlarımızdan birkaçı karşılıyor.
1914'te Erzincan'ın nüfusunun büyük bir bölümünü Ermeniler oluşturuyormuş. O zamanlar adı Erzınga olan şehir önemli bir ticaret merkezi olarak da göze çarpıyor. Bir yanda Munzur dağları ve Dersim diğer yanda Erzurum ile çevrelenen şehir merkezi bir çanak görünümünde. Ermeni yerleşkeleri ise çoğunlukla çevre köylerde.
Taksicilere ve esnafa yer sorarken oldukça zorlanıyoruz. Önce haritadaki isimleriyle soruyoruz, kimse bilmiyor. Bir önceki isim Kürtçe. Onu da hatırlayanlar az. Her köyün adı bugüne kadar en az üç kez değiştirilmiş. Halk kendi arasında Ermenilerden kalan eski adların kulağa uygun harflerle asimile edilmiş Kürtçeleşmiş hallerini kullanıyor.
Erzurum tarafından şehre girer girmez içimize ilginç bir ferahlık hissi doluyor. Depremin ardından yeniden yapılanan kentin geniş yollarından mıdır bilinmez diğer illerde Türkiye'deki yükselen şiddetin yarattığı gerginlik burada yerini bir dinginliğe bırakmış gibi.
Valiliğin çıkardığı ve son baskısı Mart 2015'te yapılan kent turizm rehberinde bölgedeki önemli Ermeni kiliselerin hepsi orjinal isimleriyle yer alıyor. Rehberin kapağındaki 'kaleler, kiliseler, camiler' bölümü birkaç dakika yüzüme bir tebessüm getirse de sevincimi kursağımda bırakmak için sayfaları çevirmem yeterli.
Kiliselere nasıl gidileceği rehberde haritalarla, yollarda da kahverengi kültür bakanlığı tabelalarıyla gayet güzel gösterilmiş. Ancak bu kiliselerin hepsi de 'Osmanlı kiliseleri' olarak adlandırılmış.
Ermenilerden bahseden yok.
Otobanlardaki kahverengi 'ören yeri' tabelaları ise sonu çıkmaza giden patikalara bağlanıyor. Yanınızda köyü bilen birileri olmadan o kiliseleri bulmanız neredeyse imkânsız. Köylüye sorduğunuzda ise sizi defineci sanıp takip etmesi veya jandarmaya haber vermesi kuvvetle muhtemel.
Biz de bu kör geziden dilimizin yanmaması için Hasan amcayı alıyoruz yanımıza. Hasan amca, Ermeniler sürgün edilirken köyün çocuklarını saklayan Alevi Kürt bir aileden. Nenesinin onun üzerindeki etkisi büyük. Kardeşleri arasında Kürtçe bilen bir o var. O da nenesinin sayesinde. Nenesinden ona kalan bir diğer miras da hatıraları:
"Nenem anlatırdı neler yaşandığını. Ermeni köyünden kızları şehre getirmişler genelevde çalıştırmak için. Bizimkiler de gelip kurtarmış köye getirmişler. Gelin etmişler oğullarına öyle kurtulmuşlar."
Osmanlıca yazılı Haçkarlar!
Erzincan'a çok bilinmeyen bir tepesinden yüzyıllardır bakan iki önemli taşı bulmak için yola düşüyoruz. Aslında onlar 4 tane imiş. Ama biri kim bilir nasıl bir deprem veya defineci tarafından yıkılınca 3 kalmışlar.
Ermenilerin izlerinin silinmediği belki de en görkemli yapılardan biri Abrenk Manastırı ve çevresindeki Haçkarlar'dan(Haç taşları) bahsediyorum.
Dostlarımız bizlere 1700 metre rakımdaki manastıra çıkmamamızı, muhtar ve jandarmanın izni olmadan tehlikeli olacağını telkin etse de biz yine de şoförümüzü dinleyip tırmanışa geçiyoruz. Erzurum yolunda Tercan Üçpınar köyünden çıkılan manastıra ulaşmak için önceden kondisyon tutmanız şart. Mart ayından itibaren o yükseklikteki karların erimesiyle birlikte ulaşım daha da kolay olabiliyor. Üçpınar köylüleri kilisenin yerini gösterseler de sonra arabamızı durdurup defineci olup olmadığımız konusunda bizi sorguluyorlar.
Gezimiz boyunca çokça karşılaştığımız "definecileri istemiyoruz burada" veya "kiliseyi korumaya çalışıyoruz" şeklindeki sözlerin aslında çok da samimi olmadığını anlatıyor bize Erzincanlı şöförümüz: "Kendileri çıkaramadığı için dışarıdan biri gelince yeri biliyor sanıyorlar" diyor.
Birkaç dakika konuşup defineci olmadığımız konusunda köydekileri ikna ettikten sonra araba yolundan 5 dakika devam ediyoruz. 6-7 metrelik haçkarlar göründü.
Yarım saatlik ritmik bir tırmanışla yanlarına varıyoruz. Şoför "Yanınızda silah var mı?" diye soruyor.
Erizincan'ın çevresindeki dağların hepsine sanki gerilla varmış gibi davranıyor şehirdekiler. Dolayısı ile dağa doğru yola çıkan da 'tehlikeli' atfediliyor.
"Bizi şu dağlara çıkarır mısın?" dediğimiz her şoför önce bir düşünüyor. Zira Dersim tarafına giden yollar kapalı. Ya asker ya gerilla durduruyormuş otobüsleri. Birkaç otobüs de yakılınca şoförü Kürt olanlar dışında dğa yolundan Dersim'e giden otobüs kalmamış. İşte bu ortamda dağ ya da tepeye çıkmak isteyen herkes bir 'tehlike'. 90'larda da bu tepelere gerillanın yerleştiği düşünülürse Erzincanlının kaygısı pek de boş değil.
Yanımızda silah olmadığına ve defineci de olmadığımıza inanan şoförümüz 'tilki ve kurtlardan korunmak için' yanımıza üzerinde 'ağrı kesici' yazısı kazınmış bir sopa veriyor. Oysa yolda gördüğümüz tilki sopadan çok, bizim ayak seslerimizden koruyor.
Tepe üzerinde inşa edilen manastırın ana bölümü ayakta. Kalın ve heybetli duvarlarla çevrilmiş, kule ve siperlikten eser yok. Yakınındaki bir çeşme kalıntısı toparlanıp yeni bir çeşme yapılmış.
Manastırın güney kısmında ise ana kilise Surp Hovhannes duruyor. İçinde neredeyse kazılmadık yer kalmamış. Buna rağmen direniyor manstır gelenleri tüm heybetiyle karşılamak için.
1990'dan önce kapı üzerindeki haçlı kitabedeki yazılardan birinde 1854 tarihi okunabiliyormuş.
Bölgedeki diğer kiliseler gibi bu da 1990'da gerilla tarafından sığınak olarak kullanıldığı bahanesiyle çevre köylerden getirilen zoraki korucularla birlikte dinamitlenmiş.
Abrenk'ın hemen yakınındaki küçük şapel ise kaynaklarda Surp Tavit olarak geçiyor.
Binanın iç duvarında eskiden yazılar ve heykeller varmış.
Şimdi yok.
Girişi de birkaç kez defineciler tarafından kazılmış. Kilisenin girişindeki taşta burada David’in mezarı olduğu yazılı.
Şapelin bir köşesinde ise kartal figürlü bir haçkar mezar taşı var.
Buranın kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1830’da yapılan Osmanlı Hükümeti tapularında “Abrenk Kariyesi” diye yazılmış. Bu bölgenin 34 Ermeni köyünden oluştuğu biliniyor.
Bugün o Ermeni ailelerin ruhlarını tepedeki haçkarlar yaşatıyor.
3 taştan sadece ikisi ayakta.
Diğeri yıkılmış.
Haçkarlarla ilgili Turizm Müdürlüğü rehberinde Osmanlıca olduğu yazıyor. Bu şekilde tahrip edilmekten kurtulmuş olsa gerek diye düşünüyoruz. Rehbere girmiş, koruma altına alınmış olsa da Abrenk, definecilerin saldırısından kurtulamamış.
Üzerlerindeki yazılarda 1191 ve 1194 tarihleri okunabiliyor. 1970 senelerine kadar yanlarında dikili duran bir üçüncü haçkar, daha küçük, devrilmiş. Yine yakınlarında bir kayaya oyulmuş bir haçkar yuvası, muhtemelen bir dördüncü haçkarın varlığını gösteriyor. Ama nerede bilen yok.
Haçkarın Golgotha tepesini tasvir ettiği söylenir. Ortasında bir disk üzerinde altı köşeli bir yıldız ve onu takip eden sapın, hayat ağacı olarak verimliliği tasvir ettiği söyleniyor.
En üstünde ise ortada bir taht üzerinde oturan kişi takdis eder vaziyettedir (Isa gibi) sağ elinde ise bir kitap tutuyor.
Yanındaki ikinci haçkar ise aynı şekilde temsil edilmekle birlikte üzerinde Müslüman mezar taşları gibi başlık bulunuyor. Üzerinde Arapça yazılar da göze çarpıyor. Şehir rehberine haçkarların Osmanlıca olarak geçmesinin sebebi bu yazılar olsa gerek.