12 Eylül 2013

'Ergenekon'u da aşan yapı' ve Dink cinayeti

Hrant Dink'in 19 Ocak 2007'de katledilmesinin ardından Dink ailesinin avukatlığını üstlenen ve cinayet davasının dosyasına en hâkim kişilerden biri olan avukat Fethiye Çetin'in yeni kitabı Utanç Duyuyorum – Hrant Dink Cinayetinin Yargısı bugünlerde okurlarla buluşuyor...

Hrant Dink'in 19 Ocak 2007'de katledilmesinin ardından Dink ailesinin avukatlığını üstlenen ve cinayet davasının dosyasına   en hâkim kişilerden biri olan avukat Fethiye Çetin'in yeni kitabı Utanç Duyuyorum – Hrant Dink Cinayetinin Yargısı bugünlerde okurlarla buluşuyor...

Fethiye Çetin, Metis'in "siyahbeyaz" dizisinden yayımlanan kitabında, bir kez daha Hrant Dink cinayetinin, devlet içinde örgütlenmiş “Ergenekon'u da aşan” bir yapılanmanın operasyonu olduğu tezini temellendirmeye gayret ediyor.

Kendi kelimeleriyle:

“İzleyenler hatırlayacaktır, bugüne kadar gördüklerimden, bildiklerimden, okuduklarımdan çıkardığım sonucu, cinayetin ardındaki örgütü soranlara şöyle açıkladım: Hrant Dink cinayeti, pek çok benzeri gibi Ergenekon'u da aşan, onun üzerinde, daha derinde bir yapı tarafından işlendi. Bu yapının izleri dava dosyalarında.

“Yapılacak iş, dosyalardaki izleri takip etmek, üstü örtülmek istenenlerin üzerine gitmek. Hrant Dink cinayeti dosyaları, Ergenekon dava dosyaları, Savcı Doğan Öz, Abdi İpekçi ve daha pek çok dosya, görmezden gelinen, üstü örtülen izleri, işaretleri takip edecek savcıları bekliyor.”

 

'Yapacağı eylemlerden sorumlu tutulmayacağı...'

 

Söylemeye gerek yok ama: “Ergenekon'u da aşan” demek, “Ergenekon dışı” demek değil... Tam tersine, onu içeren ve kullanan bir “yapı”dan söz ediyor Çetin...

Demek ki, bu yapıya ulaşabilmek için öncelikle cinayetin Ergenekon bağlantısı üzerine gitmek, bu bağlantıyı açığa çıkarmak ve bu bağlantı üzerinden de devlet içindeki “Ergenekon'u da aşan” yapıyla hesaplaşmak gerekiyordu... Ne var ki, avukatların bütün çabalarına rağmen dava Ergenekon davasıyla birleştirilmedi ve bu imkân da böylece heba oldu.

Fethiye Çetin'in kitabını okurken, kimi şüpheli şahısların  bütün ısrarlara rağmen davaya dahil edil(e)memiş olmalarının ve korunmalarının anlamı, davaya bu çerçeveden bakınca daha iyi anlaşılabiliyor.

Çetin, bu koruma-kollama faaliyetini ele alırken, Türkiye Büyük Millet Meclisi Darbeleri Araştırma Komisyonu'na gönderilen bir devlet belgesini anlaşılabilir bir dehşet duygusuyla şöyle aktarıyor:

“Süreçte rol alan bazı şahısların, özellikle bazı eylemlerinin neden soruşturma dışında bırakıldığı, bu şahıslara neden dokunulmadığı sorularının cevabını da, MİT'in TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'na gönderdiği bilgi notunda bulacaktım.

“MİT Müsteşar Yardımcısı M.D. imzalı; 'Kayıtlarımızda, Özel

Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı MAK (Muharebe Arama Kurtarma Birliği) hakkında' diye başlayan ve MİT'in kayıtlarında bulunan bilgileri ihtiva eden bilgi notunda şöyle deniyordu:

“'MAK Tim Komutanlığı'nca 1. ve 2. derecede hedef olarak belirlenen yaklaşık 30 kişiden oluşan liste hazırlandığı,  bölgedeki birliklerde görevli bazı rütbeli şahısların bölge halkı ile menfaate dayalı ilişkileri olabileceği nedeniyle, askeri birliklerle istihbari açıdan ilişki kurmayacak olan infaz timinin, Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı olarak çalışacağı, bölgedeki askeri birliklerden bağımsız olarak ve yapacağı eylemlerden sorumlu tutulmayacağı kanaatine varıldığı...'”

 

'Dikkat Çeken 'Özel' Kişiler, Karartma, Örtme Faaliyetleri...'

 

Fethiye Çetin'in doğru bir biçimde yorumladığı gibi:

“Bu bilgi notuna göre, infaz timi, doğrudan Genelkurmay Baflkanlığı'na bağlı, bölgedeki askeri birliklerden bağımsız  olarak çalışıyor ve en önemlisi 'yapacağı eylemlerden sorumlu tutulmuyor'.

“Bu bilgi, kamuoyunun yıllardır gözlemleriyle edindiği bilgiyi,

yani faillerinin bulunamadığı, bulunsa da eylemlerinden sorumlu tutulamadığı cinayetlerin devlet eliyle işlendiği bilgisini doğruluyordu. Kamuoyu, sadece Hrant Dink cinayeti değil, binlerce cinayetin neden 'faili meçhul' kaldığı bilgisini edinmişti ama bu bilgi ilk defa resmi ağızlardan itiraf ediliyordu.”

Fethiye Çetin'in kitabının bence en önemli bölümleri, Hrant Dink cinayetinde izleri bir türlü sürülemeyen, takibin bir noktada mutlaka kesildiği bu “dokunulmazlar”ı ele aldığı bölümler...

Ayrıntılarıyla ele alınan örneklerden bazılarının davaya dahil edil(e)memesi o kadar şaşırtıcı ki, bu tuhaflığı, Fethiye Çetin'in “temel tez”iyle açıklamaktan başka çareniz kalmıyor:

“Bu itiraf, Dink cinayetinde bir türlü dokunulamayan, soruşturulamayan şahısların Özel Kuvvetler Komutanlığı ve bu komutanlığa bağlı Seferberlik Tetkik Kurulu ya da Muharebe Arama Kurtarma Birliği ile irtibatlı olduğu ihtimalini bir kez daha akla getiriyor. Sahi bütün bu şahıslar bu nedenle mi korundular?”

Kitabı okuyacaklara, sözünü ettiğim örneklerin yer aldığı “Dikkat Çeken 'Özel' Kişiler, Karartma, Örtme Faaliyetleri” bölümünü özellikle öneriyorum.

 

Trabzon, nedir?

 

Fethiye Çetin'in özel olarak dikkat çektiği noktalardan biri de özel güvenlik şirketleri... Bu şirketlerin bir bölümünün devlet içindeki örgütlenmelerle irtibatlı olduğunu ve yapılan operasyonlarda rol oynadıklarını savunan Çetin, kitabında bunlardan birini özel olarak vurguluyor:

Bu şirketlerden biri, Veli Küçük'ün emekli olduktan sonra eski İstanbul Valisi Erol Çakır ve eski Narkotik Şube Müdürü Nihat Kubuş ile kurduğu Stratejik Güvenlik Koruma ve Eğitim adlı şirketiydi ve bu şirket şube açmak, cinayet öncesinde yoğun faaliyetler yürütmek üzere Trabzon'u seçmişti. Veli Küçük, bu şubede eğitimler veriyordu.”

Trabzon'un, yalnız Hrant Dink cinayetinde değil genel olarak Ergenekon faaliyetlerinde özel bir yerinin olduğu çok açık...

2005'teki Nevruz kutlamalarında birkaç çocuk kullanılarak gerçekleştirilen “bayrak yakma” provokasyonunu izleyen linç girişimlerinin merkezi de Trabzon'du... Trabzon'un sonraki yıllarda hangi olaylarla anıldığı da herkesin malumu...

Yeri gelmişken, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un Ergenekon soruşturmalarına askerlerin de dahil edilmesine karşı yoğun bir mesai harcadığı günlerde (“kâğıt parçası”, “içi boş boru” günleri) Trabzon'da bir savaş gemisinden yaptığı konuşmayı bir kez daha hatırlayalım...

Orgeneral Başbuğ, Trabzon Limanı'nda demirli TCG Oruçreis Fırkateyni'nde düzenlediği basın toplantısında, son zamanlarda, çeşitli vesilelerle TSK'ya karşı yürütülmekte olan psikolojik harekâta, asimetrik psikolojik harekâta değinmek istediğini belirterek, ''Bu konuya özellikle, bugün üzerinde beraber olduğumuz TCG Oruçreis Fırkateyni'nde değinmemin özel bir anlamı vardır. Herhalde herkes, açıkça ne demek istediğimi anlamaktadır'' diye konuşmuştu.

Başbuğ, sorgusunda, bunun anlamını soran savcıya sadece “Türk Silahlı Kuvvetleri'ne moral vermek için” öyle konuştuğunu söylemişti.

Başbuğ, aynı gün öğleden sonra gittiği Valilik'te sözü yine bu basın toplantısına getirmiş, orada da “Trabzon” vurgusu yapmıştı:

“Basınla olan bu görüşmeyi uzun süredir yapmayı arzu ediyordum. Ama özellikle basınla olan görüşmeyi -ki uzun süreler basınla görüşme yapmamıştık- herhalde niye Trabzon'da yaptığımın da özel bir anlamı var. Onu da sizlerle paylaşmak istedim. Herhalde anladınız. Trabzon çünkü önemli. Bu görüşmeyi, bu ifadeleri Trabzon'da yapmanın en uygun olacağını düşündüğüm için biraz önceki basınla görüşmeyi Trabzon'da yaptım.''

Bugüne kadar bu vurgunun ne anlama geldiğini kimse kurcalamadı...

Fethiye Çetin'in kitabındaki Trabzon vurgularını okuyunca aklıma geldi, bari ben sorayım dedim...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ne amigoluk, ne düşmanlık... İhtiyacımız eleştirel gazetecilik...

Bu siyasi kültürde “fiil”e değil “özne”ye bakarak karar veriliyor, o nedenle de ya amigo olunuyor ya da düşman... Bu kültürde, “fiil”e bakarak “özne”yi onaylayan ya da karşı çıkan “eleştirel” pozisyon hem “amigo”lar tarafından taşlanıyor hem de “düşman”lar tarafından...

Hrant'ın ruhunu şenlendirecek girişim: Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler konferansı

Hrant Dink Vakfı ile Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nün ortaklaşa düzenlediği “Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler” konferansı 2-4 Kasım 2013 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Salonu'nda gerçekleştirilecek

'Devlet ihalelerine girme hakkı medyayı güçlendirir' tezine bugünden bakmak...

Şahin Alpay'ın Zaman'da (21 Eylül 2003) yayımlanan “Medya için demokrasi paketi” başlıklı yazısı, aynı gün T24'te farklı bir başlık tercihiyle alıntılandı