23 Ağustos 2013

Başbuğ'un avukatının söylemediklerime verdiği cevaplar üstüne...

Ergenekon davasında müebbet hapse çarptırılan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un avukatı İlkay Sezer, T24'te yayımlanan "Bilgiyle konuşmak isteyenler için İlker Başbuğ dosyası” başlıklı yazıma bir cevap gönderdi

 

Ergenekon davasında müebbet hapse çarptırılan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un avukatı İlkay Sezer, T24'te yayımlanan "Bilgiyle konuşmak isteyenler için İlker Başbuğ dosyası" başlıklı yazıma bir cevap gönderdi.

T24 o cevabı da yayımladı, okumuşsunuzdur.

Avukat İlkay Sezer'e göre, yazımda “Başbuğ hakkında asılsız değerlendirme ve iddialara yer verilmiş”ti.

Sezer'in “asılsız” bulduğu ve beş maddede topladığı değerlendirmelerimle ilgili yazdıklarını birazdan tek tek ele alacağım... Fakat ondan önce, tartışma konusu yazımla ilgili olarak bana gelen, İlkay Sezer'in yukarıdaki cümlesinde de içkin olan bir eleştiriyi kısaca cevaplamak isterim...

Bu eleştiriye göre, yazımda somut, olgusal verilerin yanı sıra “kuşku uyandıran” durumlara da işaret ediyordum... Bunu yapmamalıydım, çünkü ispat edilmemiş kuşkulu durumların hukuken hiçbir geçerliliği yoktu ve bunlar sanık aleyhine kullanılamazdı...

Bu çerçevede, Genelkurmay karargâhındaki, izinli personelin (dahi) çağrıldığı, geceleri de devam eden “bilgisayar silme ve belge kırpma” faaliyetinden Genelkurmay Başkanı'nın haberinin olmamasının “hayatın akışına uygun olmadığı”na dair cümlelerim, özellikle eleştiri konusu olmuştu.

İlkay Sezer de mektubunda şu satırlarla katılmıştı bu eleştiriye:

“Hayatın olağan akışına uymamak şeklinde ifade edilen değerlendirme daha ziyade hukuk davalarında dikkate alınan bir görüş olmakla birlikte Ceza hukukunda yeri bulunmamaktadır. Sanık hakkında her türlü şüpheden uzak somut ve inandırıcı delil olmadan sanığın cezalandırılması hukuken mümkün değildir.”

 

Gazetecinin işi kamuoyuyladır, mahkemeyle değil...

 

Bu eleştiriler, gazetecinin bir davayı ele alırken savcıların ya da yargıçların kullandıkları, kullanmak zorunda oldukları delil kriterleriyle konuşup yazmaları gerektiği varsayımından hareket ediyor...

Oysa bu doğru değildir. Savcılar iddialarını; yargıçlar kararlarını elbette “sanık ile fiil arasındaki illiyet bağı açıkça gösterilmiş” somut deliler üzerinden oluşturmak zorundadırlar...

Fakat bir gazeteci sadece bunlarla konuşmak zorunda değildir. Hukuken delil olmanın sınırlarında gezinen kimi kuşkulu durumlara dikkat çeken bir gazeteci, “hukuken geçersiz delil üretme çabası” içinde olmakla suçlanamaz... Çünkü gazetecinin işi, mahkemelerle değil kamuoyuyladır. Savcılar ve yargıçlar, doğru, sadece deliller üzerinden konuşmalıdırlar... Fakat gazetecilerin yalnız deliller değil, şüpheler üzerinden de konuşma hakları vardır.

Savcılar ve yargıçlar böyle yapmak zorundadırlar, çünkü onların “söz”lerinin sonunda sanıkların cezalandırılması ihtimali vardır... Oysa gazetecinin “söz”ünün böyle bir sonucu yoktur, dolayısıyla savcı ve yargıçlara “yasak” olan bazı şeyler onlara “yasak” değildir.

Şimdi artık İlkay Sezer'in sözleriyle “Başbuğ hakkında asılsız değerlendirme ve iddialar” bahsine geçebiliriz...

İlkay Sezer sadece beşinci maddede haklı, o nedenle onu başa alıyorum:

“Yazarın 5. İddiası: Müvekkilimin dava konusu andıca 'yasa dışı' dediği iddiası...”

Bu ifadem, konuya dair eski bir yazımdan yaptığım alıntıda yer alıyordu ve Başbuğ'un iptal ettiği eski internet siteleri için kullandığı ibareyi, İnternet Andıcı için kullandığını öne süren birkaç yanlış haberden kaynaklanıyordu...

Doğrudur, İlker Başbuğ, yargılandığı İnternet Andıcı'nın “yasadışı” olduğunu hiçbir zaman söylememiştir. Sadece, hazırlanması için emir vermediğini ve ve kendisine arz edilmediğini savunmuştur.

Bunu hemen düzeltiyorum.

Şimdi artık diğer dört maddeyi ele alabiliriz...

 

Başbuğ'un İnternet Andıcı'ndan haberinin olmaması bahsi...

 

“Yazarın 1. İddiası:

“Başbuğ'a yöneltilen iki temel suçlamadan birinde (İnternet Andıcı), suç içerdiği öne sürülen eylemlerini inkâr etmeyen subayların bir bölümü, yapıp ettiklerinden İlker Başbuğ'un (da) haberinin olduğunu açık bir biçimde dile getiriyorlar.”

“Değerlendirme: 

“Soruşturma aşaması dahil olmak üzere dava dosyası incelenir ise hiçbir subayın davaya konu internet siteleri konulu andıcı yasadışı bir belge olarak tanımlamadığı görülebilir.”

Benim iddiam ne? Diyorum ki, İnternet Andıcı'nda imzası olan subayların bir bölümü, bu andıçtan İlker Başbuğ'un da haberinin olduğunu dile getirmişlerdir...

İlkay Sezer ne diyor? Diyor ki, hiçbir subay İnternet Andıcı'nı yasadışı bir belge olarak tanımlamamıştır...

Anladığım kadarıyla (iyimser okuma), İlkay Sezer, yazımdaki “suç içerdiği öne sürülen eylemlerini inkâr etmeyen subaylar” cümlesini yanlış yorumlamış ve böylece benim bazı subayların İnternet Andıcı'nı “yasadışı” ilan ettiğini söylediğim gibi bir sonuca varmış.

Oysa cümle açık: Bu pasif cümlenin gizli öznesi “savcılar”dır ve ben bununla sadece İnternet Andıcı'nı hazırlama eylemini  savcıların “suç içeren eylem” olarak değerlendirdiklerini söylüyorum. Bu cümleden, sanıkların “İnternet Andıcı'nı yasadışı bir belge olarak tanımladıkları” sonucu kesinlikle çıkmaz.

İlkay Sezer, bu başlık altında, bundan sonra da sadece “İnternet Andıcı'nın yasadışı olmadığı”nı ispat etmeye çalışıyor, fakat benim asıl iddiam olan, “sanıkların bir bölümünün, İnternet Andıcı'ndan İlker Başbuğ'un da haberinin olduğunu açık bir biçimde dile getirmeleri”yle ilgili olarak hiçbir şey söylemiyor.

Yazı çok uzayacağı için, bu ifadeleri görmek isteyen okurları ben yine 39 sayfalık iddianameyi okumaya davet edeceğim.

İnternet Andıcı'ndan “İlker Başbuğ'un haberini olup olmadığı” bahsini kapamadan önce, geçen yazıda aktarmayı unuttuğum bir ifadeyi dikkatinize sunmak istiyorum.

Bu davanın bir numaralı sanığı ve İnternet Andıcı'nın son imzacısı emekli orgeneral Hasan Iğsız, tutuklanmadan önce mahkemede verdiği ifadede kendisinin yerine avukatı Orhan  Önder'in konuşacağını söylemiş, o da şöyle demişti:

“Yüzbaşıdan 2. başkana kadar bir silsile içinde andıç hazırlanmıştır. En üst makama da sunulmuştur. Bu silsilede yer alan subayların hepsinin terör örgütüne üye olması hayatın olağan akışına uygun değildir.”

 

Başbuğ'un karargâhtaki "silme ve kırpma"dan  haberinin olmaması bahsi...

 

“Yazarın 2. İddiası:

“Başbuğ'â yönelik ikinci temel suçlamaya (İrticayla Mücadele Eylem Planı) gelince... Bu defa astları ona ilk örnekte olduğu gibi 'senin de haberin vardı' demiyorlar... Fakat Başbuğ'un, iki suç delilinin ortaya çıkma ânında Genelkurmay karargâhında hafta sonunda geceleri de kapsayacak biçimde yürütülen 'bilgisayar kayıtlarını silme ve belge kırpma' faaliyetinden haberinin olmadığını söylemesini nereye koyacağız?”

İlkay Sezer benim iddiamı böylece ortaya koyduktan sonra uzun uzun İlker Başbuğ'un tıpkı “İnternet Andıcı” gibi “İrticayla Mücadele Eylem Planı”ndan da haberinin olmadığını anlatıyor.

Oysa benim iddiam açık: Diyorum ki, Genelkurmay karargâhındaki “silme ve kırpma” işlemlerinin tam da İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın ortaya çıkmasının sonrasına rastlaması anlamlıdır ve hafta sonunda, Genelkurmay karargâhında, izinli personelin de katılmasıyla, üstelik gece de sürdürülen bu faaliyetten bir Genelkurmay Başkanı'nın haberinin olmaması “hayatın olağan akışı”na uymamaktadır.

İlkay Sezer, bilgisayarların 35 kez silindiği iddiasının doğru olmadığını, kırpma makinesine gönderilen evrakların zaten önemsiz evraklar olduğunu bana değil mahkemeye anlatmalıdır. Çünkü bunlar benim iddialarım değil. Ben, yalnızca ve basitçe o hafta sonundan İlker Başbuğ'un haberinin olmamasının inandırıcı olmadığını söylüyorum.

... Ve evet: Bu tür kuşkulu durumlara (da) dayanarak “kamuoyu yaratmaya” çalışıyorum.

Özetle, sayın Avukat'ın cevabı, tıpkı “yazarın 1. iddiası”na verilende olduğu gibi bir “cevap” değil... İlkay Sezer, burada da söylediğime hiç değinmemiş, söylemediğim her şeye “cevap” vermiştir...

 

"Silme ve kırpma"nın emrini Başbuğ'un verdiğinin kanıtlanamaması bahsi...

 

“Yazarın 3. İddiası:

“Doğru, savcılar, 'bilgisayar kayıtlarını silme ve evrakları kırpma' emrini Başbuğ'un verdiğini kanıtlayamıyorlar... Fakat böyle durumlar için hukukta, nedense hiçbir zaman ısınamadığım 'hayatın olağan akışına uymamak' diye bir suç karinesi var...”

Bu konuyu yukarıda, giriş bölümünde ele almıştım...

Avukat Sezer'e göre, bu “karine” hukuk davalarında geçerlidir ve ceza davalarında yeri yoktur...

Olabilir, fakat yukarıda dediğim gibi, ben bir gazeteciyim ve  savcıların ve yargıçların katı delil ve “karine” kriterleriyle konuşmak ve yazmak zorunda değilim...

Ben bir “gazeteci sorusu” soruyorum... Sayın avukat bu gazeteci sorusuna ancak Genelkurmay karargâhındaki o hafta sonundan genelkurmay başkanının haberinin olmayabileceğini bize göstererek cevap verebilirdi... Fakat gördüğünüz gibi o bunu yapmak yerine, 

“Başbuğ'un o hafta sonundan haberinin olmaması hayatın olağan akışına uygun olmayabilir, fakat savcılar, haberli olduğunu ispatlayamadıkları sürece, bu karine geçerli değildir” diyor mealen...

 

Andıç'ın Başbuğ'a arz edilip edilmediği bahsi...

 

“Yazarın 4. İddiası:

“Başbuğ'un, İnternet Andıcı davasından yargılanıp mahkûm olan karargâh arkadaşlarının bir bölümü ifadelerinde … 'andıcın komutana arz edildiğini' açıkça söylediler.”

“Değerlendirme:    

“Sanıkların hiçbirisi, soruşturma aşaması dahil olmak üzere dava konusu andıç üzerinde Sayın Başbuğ’un imzasını gördüm demedi.”

İlkay Sezer yine söylediğime değil, söylemediğime “cevap”  veriyor...

Sayın avukat gayet iyi biliyor ki, ben yazımın hiçbir yerinde andıçın üzerinde Başbuğ'un imzasının olduğunu öne sürmedim, yukarıda alıntıladığı paragrafta da yok böyle bir şey... Ben sadece İnternet Andıcı'nın kendisine arz edildiğine dair bizzat çalışma arkadaşlarının ifadelerinin olduğunu söyledim...

Tekrar etmek pahasına, davanın bir ve iki numaralı sanıklarının beyanlarını hatırlatacağım:

“Yüzbaşıdan 2. başkana kadar bir silsile içinde andıç hazırlanmıştır. En üst makama da sunulmuştur.” (Avukatı aracılığıyla Org. Hasan Iğsız.)

“Sayın İlker Başbuğ'un internet andıcından haberi olmadığı şeklindeki beyanlar doğru değildir. Sayın İlker Başbuğ'a andıçla ilgili olarak defalarca bilgi verilmiştir.” (Korg. Mehmet Eröz).

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ne amigoluk, ne düşmanlık... İhtiyacımız eleştirel gazetecilik...

Bu siyasi kültürde “fiil”e değil “özne”ye bakarak karar veriliyor, o nedenle de ya amigo olunuyor ya da düşman... Bu kültürde, “fiil”e bakarak “özne”yi onaylayan ya da karşı çıkan “eleştirel” pozisyon hem “amigo”lar tarafından taşlanıyor hem de “düşman”lar tarafından...

Hrant'ın ruhunu şenlendirecek girişim: Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler konferansı

Hrant Dink Vakfı ile Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nün ortaklaşa düzenlediği “Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler” konferansı 2-4 Kasım 2013 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Salonu'nda gerçekleştirilecek

'Devlet ihalelerine girme hakkı medyayı güçlendirir' tezine bugünden bakmak...

Şahin Alpay'ın Zaman'da (21 Eylül 2003) yayımlanan “Medya için demokrasi paketi” başlıklı yazısı, aynı gün T24'te farklı bir başlık tercihiyle alıntılandı