05 Nisan 2016

Oslo ve Dolmabahçe’nin önemi

PKK, Özal'ın uzattığı eli tutmadığı için en küçük siyasi çözüm fırsatını kaçırmak istemiyor

Kanlı bir kış sonrası, belki daha kanlı geçecek bir yaza doğru giderken, Ankara’dan soğukkanlı mesajların gelmesi sevindirici. Başbakan Davutoğlu’nun, PKK’nın silahlı güçlerini sınır dışına çekmesi durumunda, müzakere sürecine dönülebileceğini söylemesi iyi bir haber. Gündemi belirleyen demeç olmaması, demecin arkasında ciddi bir girişim olmadığını belgelese de, iyi bir haber. HDP grubunun meclise sunduğu, müzakere kapsamını bir kanun çerçevesinde düzenleme girişimi de bu kapsamda ilginç ve umut verici. Bu iki mesaj Türkiye’de barışın çözüm yolu olduğuna inan kaynakların henüz kurumadığını gösteriyor. Güneydoğu’da derin yaralar bırakan, basın ve düşünce özgürlüğünün, hukuk devletinin ayaklar altında olduğu soğuk kış günlerini geride bıraktığımız bu günlerde, bunar iyi haber. Oslo ve Dolmabahçe süreçlerinden sonra, belki çözümü kucaklayan üçüncü bir müzakere sürecinin bahar tomurcukları olabilir. Saray’dan esen zemheri havasının gölgesinde yeni bir siyasi bahar yaşar mıyız, bilemiyorum. Ama çözüm süreci ve müzakerenin alternatifi çılgınca sürdürülen savaş ve ölüm olduğu için, mantık masanın er veya geç kurulacağını söylüyor. Oslo ve Dolmabahçe süreci nasıl mümkün oldu ise, üçüncü bir müzakere sürecinin de mümkün olduğunu söylüyor mantık. “Başarı” ile sonuçlanmamış olsalar da Oslo ve Dolmabahçe süreçlerini kıymetli kılanda bu gerçek. Biraz yakından bakmak bu iki sürecin ders çıkarabileceğimiz çok kıymetli veriler içerdiğini de gösteriyor.

İlk veri Oslo ve Dolmabahçe sürecinin siyasi kapsamı. On yıllarca sadece savaş ve şiddet dili konuşan devlet ve PKK’nın ilk defa Oslo süreci ile masaya oturmuş olması kendi başına tarihi bir adım teşkil ediyor. Bu adım tarafların sorunu konuşulabilir “ortak” bir mesele olarak algıladığının belgesi olduğu gibi, olayın muhatap boyutunda da mesafe alındığını gösteriyor. Ayrıca Oslo ve Dolmabahçe’de denenen farklı müzakere masası, değişen muhataplar, çözüm modelleri üçüncü bir müzakere süreci için önemli “teknik” veriler de içeriyor. HDP’nin TBMM’ye sunduğu kanun teklifinin bu tecrübeler, süreçlerden çıkarılar dersler ışığında kaleme alındığını düşünmek yanlış olmaz. Hükümet ve ana muhalefet partisinden “silahı bırakın” çağrısını aşan bir girişim henüz yok. Belki şartlar, siyasi irade, müzakere zemini henüz olgunlaşmış değil. Saray’dan esen zemheri havasını durduracak yüksek bir siyasi basınç ta henüz oluşmuş değil.

Her neyse, isterseniz Oslo ve Dolmabahçe süreçlerine biraz yakından bakarak olası gelişmelere ışık tutmaya çalışalım. Oslo süreci üzerine elimizde veriler oldukça sınırlı. İnternete düşen müzakere tapeleri görüşmelerin ciddiyetini belgeler nitelikte olduğu gibi, masada samimi bir hava olduğunu görüyoruz. Bu havadan görüşmeye katılan kadroların uzun zamandır birlikte olduklarını çıkarıyor, kurumsal sıkıntıları aşmak için karşılıklı “destek” arayışında olduklarını anlıyoruz. Oslo görüşmelerinin internete düşen konuşmaları bir veya iki toplantıda kayda alınan görüşmeler olduğu izlenimi doğuyor. Masada olan aktörler kayıtların birçok görüşmeden özenle kesilerek bir nevi “harmanla” olduğunu söylüyor. Bu bizi iki veriye götürüyor. Görüşmeleri sızdıran kaynak tüm görüşme kayıtlarına ulaşabilen bir “kurum” olduğu anlaşılıyor. İkinci gerçek ise bizim henüz okuyamadığımız, ama sürecin taraflarına mesaj içeren bir girişim olma ihtimali. Bu mesaja ulaşmak için olayı biraz derinlemesine irdelemek ve mesajı zorunlu kılan siyasi gelişmelere yakından bakmak gerekecek. En kestirme yol şüphesiz masadakilerin konuşması. Ama nedense susuyorlar.

Neden? Henüz bilmiyoruz. Verilmiş söz açıklaması yeterli olmayacağı için, diğer gerekçeleri olsa gerek. Dolmabahçe veya “İmralı Görüşmeleri” kitap olarak detaylı paylaşılırken Oslo sürecinin gizemini koruması ilginç. Oslo’nun bilinen bir iki özelliğine dikkat çekmekte yarar var. Oslo sürecinin Norveç ve İngiliz “arabulucuları” tarafından başlatıldığı biliniyor. Kimlikleri hala tam anlamıyla bilinmeyen bu arabulucuların süreçte her bakımdan “kolaylaştırıcı” olduğu da biliniyor. İnternet konuşmaları bu konumlarını belgeler nitelikte. Bu aktörlerin güvenilir, önemli siyasi konumları olan kişiler olduğundan şüphe yok. Sürecin selameti için sadece tarafların buluşmasını değil, müzakere havasının selameti için olayın Türkiye ve Avrupa siyasi boyutuna da eğildiklerini düşünmek yanlış olmaz. Bu aktörler bir gün konuşur, sadece tarihi sürece ışık tutmakla kalmaz, izlenim ve düşüncelerini gelecek süreçler için paylaşırlar mı bilmiyoruz. Ama Türkiye’de bölgedeki gelişmeleri yakından izlediklerinden emin olabilirsiniz.

Oslo sürecini değerli kılan diğer veriler de var. Biliyorsunuz PKK Suriye faktörünün etkin olduğu yıllarda Özal’ın uzattığı elin önemini fark etmemiş ve bu tarihi fırsatı kaçırdığını Özal’ın ölümünden (PKK’ya göre öldürülmesinden) sonra anlamıştı. Öcalan’ın yakalanması ve sonraki yıllarda bu “hatanın” sıkça, mesaj dolu “tek taraflı ateşkeslerle” dillendirildiğini izledik. Oslo sürecinin başladığı 2005, 2006 yıllarında PKK sadece siyasi bir çözüm arayışında değil, siyasi bir çözüme hazır bir süreci geride bırakmıştı. Dolmabahçe görüşmelerinde masaya gelen “program” (PKK), “taslak” (Başbakan Yardımcısı Akdoğan) bu gerçeği belgeler nitelikte idi. 2005-2011 yılları arasındaki hava da PKK ile devletin ana konularda yakınlaştığına işaret ediyordu. Kürtçe yayın yasağının kaldırılması, bu dili suç unsuru olarak gören yaslardaki temizlik, Kürtçe devlet TV kanalının devreye girmesi bu yıllarda gerçekleşti. Yine bu yıllarda PKK sadece “Bağımsız Kürdistan” hedefinden değil, “federasyon” hedefinden de vazgeçti ve “demokratik özerklik” düşünceleri ile “demokratik Türkiye” projelerine odaklandı.

Oslo süreci neden bitirildi, masayı kim yıktı henüz tam anlamı ile anlaşılmış değil. “Kim olacak, Erdoğan” diye düşünen okuyucularım haklı olabilir. Ama bakın Erdoğan Fransa’nın Lyon kentine, Van ve daha birçok konuşmasında dillendirdiği bu konuyu Urfa konuşması ile okuyalım:

"Şimdi bakın biz bu sorunu çözmek için, annelerin gözyaşlarını dindirmek için samimi mücadele verirken önce Oslo sürecini sabote ettiler. Arkasından MİT müsteşarımızı tutuklamak, devre dışı bırakmak istediler. Arkasından Paris'te suikastlar yaptılar. Süreci bozmak istediler. İşte en son 17 Aralık darbe girişimiyle, 25 Aralık darbe girişimiyle çözüm sürecine saldırdılar. 16 Kasım'da Diyarbakır'da tarihi buluşmayı gerçekleştirdik. Irak'tan sayın Mesut Barzani Diyarbakır'a geldi. Şanlıurfalı İbrahim Tatlıses geldi, 38 yıldır ülkesinden, vatanından, toprağından uzak kalan Şivan Perver Diyarbakır'a geldi. Diyarbakır'da muhteşem tablo oluştu. Sadece Diyarbakır değil tüm Türkiye bu tablodan etkilendi, duygulandı. Bana telefonlar geldi ve sevinç gözyaşları döküldü. Türkiye'de barış, çözüm, kalıcı bahar umudu çoğaldı. Peki, ne yaptılar? Dershane meselesi çıkardılar, bu muhteşem buluşmayı gölgelemek istediler. 17 Aralık darbe girişimini başlattılar. Çözüm sürecini tümden baltalamak istediler. Kim yaptı? Pensilvanya'daki bir zat ve onun buradaki maşaları......"

Ne dersiniz, kim haklı, “Erdoğan” diyenler mi, yoksa Erdoğan mı? Tüm veriler “Erdoğan” diyenlerin haklı olduğuna işaret ediyor. Oslo sürecinin sonuçsuz kalmasının en önemli sebebi büyük bir ihtimalle Ankara’nın Kürt meselesinde çözüm projesinden yoksun oluşu idi. Nerde ise altı yıl süren bu görüşmeler biliyorsunuz 2011 yılında, seçimlerden kısa bir müddet sonra çöktü ve oldukça kanlı bir 2012 yılı yaşadık. Tüm veriler bu kanlı bilanço ışığında 2012 yılının son iki ayında Dolmabahçe sürecinin başladığına işaret ediyor. Süreç sağlam başlamış olacak ki Sakine Cansız’la birlikte iki Kürt kadının 9 Ocak 2013 öldürülmesi bile cenaze merasimleri ile dayanışmaya dönüştürüldü. Ayrıca bir milyonun üstünde insanın buluştuğu 2013 Nevruzu ve Öcalan’ın tarihi diyebileceğimiz mesajı gerçekleşti.

 

Dolmabahçe sürecinin düşündürdükleri

 

İmralı görüşmeleri meşhur Dolmabahçe kulisi ile beneklerde olduğu için Dolmabahçe süreci diyebiliriz. Bu fotoğraf artık kitap olarak yayınlan görüşmelerin bir “programa” veya “çözüm taslağına” dönüştüğüne işaret ediyor. Oslo’da olduğu gibi İmralı’da da “devletin” müzakere masasında olduğunu izliyoruz. Karşı tarafta ise “muhatap” sadece Abdullah Öcalan. İngiliz veya Norveçli kolaylaştırıcı bir kurum olmadığı gibi, Öcalan sağlıklı bir müzakere altyapısından yoksun bir tutuklu olarak görüşmeleri sürdürüyor. Devlet sadece taraf değil, kolaylaştırıcı, hatta Öcalan’ın sekretaryası konumunda. Bilgi akışı ve görüşme takvimini belirleyici konumda. Kürtlerin Oslo’da olduğu gibi Kandil, Ankara, İmranlı ve Avrupa arsında bilgi akışını sağlayan konumunda bir altyapıları yok. Tek dayandıkları şey Öcalan’a güven. Tüm bunlara rağmen elle tutulur, devlet için “taslak” ta olsa bir çözüm projesine ulaşılmış olması önemli bir gelişme. Kitap olarak elimizde olan “İmralı Notları” devletin Kürt meselesinde ilk defa elle tutulur bir projeye ulaştığına işaret ediyor. Ama son anda bilindiği gibi Saray’dan esen şiddetli bir rüzgar masayı yıkıyor. Ne hükümet, ne devlet kimse bu havaya direnemiyor. Bugün geldiğimiz yer devletin Oslo ve Dolmabahçe sürecinde mümkün olan çözüm alternatiflerini arar hale geleceğini gösteriyor. Ortadoğu artık yeniden yapılanma sürecinde, IŞİD, YPG gibi siyasi aktörler Suriye ve Irak politikasında devredeler. Türkiye’nin iç politik kimyası da iyice bozulmuş durumda, ülke “Erdoğan sorunu” ile karşı karşıya. Yeni bir müzakere süreci için şartlar iyimser olmak için pek veri içermiyor.

Buna rağmen yaşadığımız süreci “masa kavgası” olarak görmek mümkün. Diyarbakır, Cizre ve diğer beldelerde devlet PKK’nın belini kırmak, kendi deyimleri ile “yok etmek” amacı ile 90’lı yılları andıran bir baskı politikası uyguluyor. Örgütün hendek ve barikatlarla simgeleşen etkinliğine son vermek, inisiyatifi ele geçirmek için devletin en sert eli devrede. Tekrar masaya oturduğu zaman beli kırılmış, perişan bir muhatap arayışında.

PKK “yenilmemekte” direniyor. “Yenilmemek” gerilla mücadelesi veren bir örgüt için zor değil. Devlette bunu biliyor. Nerede ise kırk yıldır süren bu kavgada PKK’nın zayıfladığını söylemek gerçekçi değil. PKK, Özal’ın uzattığı eli tutmadığı için derin pişmanlık duygusundan kaynaklanan bir bilinçle, en küçük diyalog, siyasi çözüm arayışını kaçırmak istemiyor. Ama dayak yemiş köpek gibi kuyruğu bacakları arasında masaya oturmak niyetinde de değil.

Dış etkenler de şüphesiz önemli, doğrudan veya dolaylı devredeler. İki tarafın tutumunda, hesaplarında dış etkenlerin yeri var. Özal el uzattığında PKK’nın yan çizmesinde Suriye etkeni belki belirleyici idi. Bugün bu etken çok daha bariz ve önemli bir etken oldu. PKK otuz yıldır Türkiye’de başaramadığı “kurtarılmış bölgeyi” Suriye’de buldu. Tüm olanakları ile bu bölgeyi savunuyor ve elden çıkarmak niyetinde değil. Barzani’ye diş göstermesi de, bu tarihi şansın bilincinde olmasından kaynaklanıyor. Suriye gerçeği tabii masa kavgasına da yansıyor. Türkiye’nin “Fırat’ın batısı” ile müttefiklerini de karşısına alan tutumu bu açıdan tesadüf değil.

Dış etkenler ve Suriye gerçeği PKK kurmaylarına son yıllarda gerçekçi bulmadıkları için unuttukları rüyaları hatırlatmış olabilir. Boydan boya Suriye sınırının kuzeyi de “Kürdistan” değil mi? Ayrıca “Afrin” nehrinin suları da biliyorsunuz Akdeniz’e akıyor. “Madem kavga etmek zorundayız, o zaman kavga sathını Türkiye şehirlerine taşıyalım.” Veya “Türkiye’yi kazanması mümkün olmayan, güçlü konumda olduğumuz Suriye bataklığına çekelim” demiş, birileri sırtlarını sıvazlamış olabilir. Kürt meselesini uluslar arası bir soruna dönüştürmek zaten PKK’nın devamlı hedefi idi. Ayrıca Ankara-Rusya çelişkisi, Moskova’nın tutumu bu beklentileri rüya olmaktan çıkarmış bulunuyor. Sur, Cizre’de süren direnişi başka türlü kavramak mümkün değil.

Büyük bir ihtimalle Ankara tekrar masa kurulduğunda Oslo ve Dolmabahçe masalarını arayacaktır. Oslo’da konuşulurken Ortadoğu çok farklı durumda idi. Bölge’de Rusya yoktu, “Arap Baharı” zemheriye dönüşmemişti.

Oslo ve Dolmabahçe’yi müzakere tekniği ile de tartışmakta yarar var. Benzerlikleri ve eksikleri ile bu iki süreci mercek altına almak, üçüncü masanın mimarisinde benzer hataları tekrarlamamak için önemli. Ama en önemlisi AKP şantiye başlatıp bina yapamayan, her şeyi seçim malzemesi yapan popülist kültürü aşması gerekir. Kürt meselesini yıkıcı bir kansere çeviren bu kültür aşılmadan müzakerelerde olmazsa olmaz “güvenirlik” olgusunun inşası mümkün değil. Erdoğan’la hiç mümkün değil.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

“Erdoğan/Böhmermann” dosyası

Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da da tartışılan tek konu Erdoğan...

Antep, Paris, Brüksel

Türkiye'nin bir aktörlü politika sahnesi ile hiç ciddiye alınır değil...

Brüksel’de 'Değirmen Deresi' ve terör

'Molenbeek' Paris saldırısı ile gündeme oturmuştu, Brüksel saldırısı ile iyice mercek altına alınacağından şüpheniz olmasın...