30 Mart 2022

Üniversitelerde kadro sorunu

Üniversitelerdeki uzun süredir kemikleşmiş ve kronikleşmiş bu kadro sorunlarını bir anda mucizevi biçimde çözerim diyen yalan söyler. Ne var ki bazı reformist paradigma değişiklikleri ile bu konuda önemli mesafeler almak mümkün.

Sayın YÖK Başkanı geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada üniversitelerin kadro sorununa ilişkin olarak, üniversite içinde kadro bekleyen öğretim elemanları için ilave kadrolar verileceğini açıkladı.

Devlet üniversitelerindeki kadro sorunu, değişik boyutları olan çok yönlü bir sorun.

Öyle kolayca çözümlenecek bir mesele değil.

Buna karşın ülkedeki tüm yüksek öğretim sisteminin düzgün işlemesi ve üniversitelerdeki akademik kalitenin istenen düzeye gelmesi de bu temel sorunun çözümüne bağlı.

Sorunun başlıca somut görünümleri şunlar:

Köklü, yerleşik ve eski üniversitelerde;

Doktor öğretim üyeleri (eski “yardımcı doçentler”) ve doçentler için üst konumlara (doçentlik, profesörlük) yükselme ve atamalarda kadro sıkıntısı (istendiği halde kadro alınamaması ya da kadro istenmemesi),

Doktorasını tamamlamış asistanlar için öğretim üyeliği kadrosu sıkıntısı (doktor öğretim üyeliği veya doçent unvanı almışsa doçentlik kadrosu verilmemesi),

Üniversite içinde yeterli öğretim elemanı varken ve ihtiyaç bulunmamasına karşın, dışarıdan (“taşradan”) ya eş-dost kanalıyla ya siyasi yönden “iltimaslı” ve akademik yönden vasat bazı kişilerin tepeden inme kadrolanması;

Anabilim dalı, bölüm veya fakülte bazında “köşebaşlarını” tutmuş ve “dükalıklarını” ilan etmiş bazı kliklerin “network”üne girememiş ya da girmeyi tercih etmeyen “yalnız kovboyların” veya “itilmiş-kakılmışların”, ağzıyla kuş tutsalar bile hakettikleri kadroları alamaması,

Kadro tahsislerinde bölüm, fakülte, üniversite bazında özellikle siyasi iktidarla iyi geçinmesinin “ödülü” olarak “bal tutanların” istedikleri kadroları alıp “parmaklarını yalamasına” karşın; bu konumlarda olmayanlar için kadro kapılarının ya hiç açılmaması ya da “binbir dereden su getirilmesi”. Yani kadro dağılımında adaletsizlik.

Yeni açılan üniversitelerde;

Aslında kadro verilme sorunları olmamasına karşın, gerek bulunduğu yerin beğenilmemesi (“taşra” psikozu) gerekse yönetsel istikrarsızlık riski nedeniyle, yeni açılan üniversitelere eski köklü üniversitelerden nitelikli akademisyenlerin gelmek istememesi;

Bunun sonucunda derslerin çok büyük bölümünün en tecrübesiz doktor öğretim üyelerince veya doktor unvanı bile bulunmayan “öğretim görevlilerince” verilmesi ve doçent ve profesörlerin mumla aranan ve soyları tükenmekte olan “nadide kuş” muamelesi görmesi,

Doçent olup kendisine büyük kentlerde veya köklü üniversitelerde yer bulabilenlerin de ışık hızıyla mekanı terketmesi;

Böylece akademik kalitede bir tür kısır döngüye girilmesi.

Çözüm perspektifi:

Yukarıda değindiğim gibi, üniversitelerdeki uzun süredir kemikleşmiş ve kronikleşmiş bu kadro sorunlarını bir anda mucizevi biçimde çözerim diyen yalan söyler.

Ne var ki bazı reformist paradigma değişiklikleri ile bu konuda önemli mesafeler almak mümkün.

O kadar da karamsar olmamak lazım.

Yeni açılan üniversiteler için, bu konudaki önerim; köklü ve eski üniversitelerde profesör olmuş ve emekliliği hak etmiş olan akademisyenler için, emekli olduktan sonra yeni açılan üniversitelerde örneğin 75 yaşına kadar sözleşmeli (tam gün veya part time) öğretim üyeliği yapma olanağı tanınması. Böylece emekli maaşı ile birlikte ilave bir maaş daha alma olanağının ciddi bir teşvik unsuru olması.

Bu şekilde eski köklü üniversitelerdeki nitelikli birçok profesör, devletten emekli olup 2. maaş için vakıf üniversitelerinde çalışmak yerine, taşradaki yeni devlet üniversitelerinde bir süre daha hocalık yapmayı tercih edebilir ve bu olgu bir anda yeni üniversitelerin akademik kalitesini yükseltebilir.

Kadro ilanlarındaki “ensest” ilişkiler!

Köklü ve eski üniversitelerdeki kadro problemleri için ise naçizane önerim, aynı üniversite içinden kadro ilanları ile o üniversite dışından kadro ilanlarını farklı hukuki rejime tabi tutmak.

Aslında mevcut kadro ilanları, hukuken kişiye özgü açılamıyor. Objektif biçimde ilan edilmesi zorunlu olan kadrolara normalde o üniversite içinden veya dışından hiçbir ayırım yapılmaksızın koşulları sağlayan herkes başvurabilir. Bilim jürisi ise tamamen objektif biçimde akademik olarak kim hak ediyorsa onun lehine karar vermeli.

Ne var ki teoride böyle olmasına karşın, pratikte hiç de böyle olmuyor.

Özellikle eski ve köklü üniversitelerde öğretim üyesi kadro ilanlarının hemen tamamı kişiye özgü açılıyor. Açılan her bir kadronun kime açılacağı herkesin bildiği bir sır oluyor!

Hatta bazı üniversiteler kadro ilanına çıkmadan önce o üniversite içinde o kadro için durumu uygun ve şartları taşıyan kişinin bulunduğuna dair yazılı beyanname dahi istiyor!

Sonuçta tüm akademik camiaya açık objektif kadro ilanı sistemi fiilen bizde işlemiyor. Uzun yıllardır denendi, olması gerektiği gibi objektif olmuyor, olamıyor.

O halde önerim şu:

Bir anabilim dalı veya bölüm bazındaki öğretim üyesi kadrolarının dörtte üçü o üniversite içindeki kadro bekleyen öğretim elemanlarına tahsis edilsin; dörtte biri ise o üniversite dışından nitelikli ve o bilim alanına gerçekten katkı sağlayacak başarılı akademisyenlere tahsis edilsin.

O anabilim dalı veya bölüm, kendi içinden 3 öğretim üyesini kadroladı ise, dışarıdan gerçekten hak eden 1 öğretim üyesi almadan kendi içinden geleceklere tekrar kadro açamasın.

O üniversite içinden üst akademik unvanlara atanacaklar için ise gerek kadro ilanı gerek atama prosedürü gereksiz biçimde güçleştirilmesin. Örneğin aynı bölümde zaten doçent kadrosunda bulunan için, profesörlük koşullarını sağlıyorsa, aynı bölüme profesör olarak atanmak/yükseltilmek için kendi doçent kadrosu profesör kadrosuna otomatik dönüştürülebilir. Zaten aynı kürsüde doçent kadrosunda bulunan için ayrıca bir de profesör kadrosu ilanı için beklenmesinin gerçekten objektif mantığı yok. Önemli olan akademik kriterleri sağlamış olmak olmalı.

Böylece bir yandan aynı kürsü içinde akademik ölçütler sağlanmasına karşın salt kadro ilanı beklemekten kaynaklanan kurum içi huzursuzluklar önlenmiş olur.

Diğer yandan, üniversitelerde kürsülerin tamamen kendi içlerine kapanmaları ve sanki bir tür “ensest” ilişki gibi tüm akademik yükselmelerin tamamen aynı kürsü içinde devir daim yapması önlenerek, dışarıdan gelecek nitelikli “taze kanlar” ile kürsülerin biraz da olsa dışarıya açılarak akademik yönden tazelenmeleri sağlanabilir.

Ancak burada dışarıdan yapılacak alımlarda tamamen objektif ve salt akademik niteliklere göre alım yapılması şart. Yoksa istenilen kalite yakalanamaz.

Nitekim dünyanın önde gelen üniversiteleri de aslında bu önerime benzer yöntemler uyguluyor.

Bir yandan kendi yetişmiş nitelikli elemanlarını dışarıya kaptırmamak için kurum içi atama ve yükselmeleri daha kolay ve pratik prosedürle yaparken; mutlaka her kürsüde bazı kadroları da tüm ülke hatta tüm dünyaya açık olarak ilan ederek, bazı kadroları kurum dışından gelenlere rezerve ediyor. Böylece dünyadaki diğer tüm üniversitelerden en iyileri de çekmeye çalışıyor.

Bilim ve akademik kalite de böyle ileriye gidiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği hukuken var mı yok mu?

CBK ile konulan genel bir hükümle “mevzuatta” Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığına yapılan atıfların bundan böyle Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine yapılmış sayılacağı belirtildi. Bu isim değişikliğine zaten en başta niçin gerek duyulmuştu?

İktidarın siyasi intihar denemeleri

Artık yeni bir hikaye yazma yetisini kaybetmiş ve duraklama dönemini bile tamamlayıp gerileme dönemine geçmiş iktidarın, muhalefet üzerinde denemeye çalıştığı belden aşağı vurmalar ve yapay hukuksal ve idari baskılar sonuçta siyaseten muhalefete yarar ve iktidara eksi yazar

Suriye’de Dışişleri Bakanı’ndan çalınan rol

Şam’daki namaz ve HTŞ lideri ile görüşme “şov”unda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan rol mü çalındı?

"
"