Yaklaşan yerel seçimler ve geçen yıl yapılan genel seçimler çok açık biçimde gösterdi ki Türkiye'de siyaset ciddi bir krize girmiş ve tıkanmış durumdadır. Sadece uzatmaları oynamaktadır.
Erdoğan'ın popülist-oportünist-muhafazakâr-otoriter karakterli 25 yıllık iktidarı bu siyasi krizi sadece yapay biçimde öteleyen bir parantezdi. Ama bu ara dönemin de sonu gelmek üzere.
Post-Erdoğan döneminde bu krizin daha da ötelenebilmesi hem kendi cenahında yerine geçebilecek karizmatik lider ihtimalinin düşüklüğü; hem de yapay ötelemenin artık kabına sığmayacak boyutta çok fazla patlayacak enerji biriktirmesi nedeniyle çok büyük ihtimalle artık mümkün olmayacak.
Erdoğan sonrası için mevcut iktidar içinde çok büyük ve acımasız bir post kavgası yaşanma ihtimali de oldukça yüksek.
Türkiye'de siyasetin aslında içine girdiği ama Erdoğan etkisiyle sadece yapay biçimde ötelenmiş ve geçici olarak uykuya dalmış derin krizin iki boyutu ve nedeni var:
Merkez Sağ'ın iflasının dip dalgaları
İlki, Özal-Demirel sonrasında ülkede Merkez-Sağ'ın iflas etmesi ve bir türlü toparlanamamasının doğurduğu boşluğun siyasetin dengelerini bozması ve siyasetin olağan mecrada ve evrimsel süreçte gelişmesine engel olması.
Son dönemde bir ara İyi Parti bu boşluğu doldurabilecek bir potansiyele tam da ulaşabilecek gibiyken, liderinin vizyonsuzluk ve basiretsizlikle geçen yılki Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim sürecini aşırı kötü yönetmesi ve salt küçük hesaplarla, kendi mahallesi orijinli "kazanacak adayı" (Mansur Yavaş) Cumhurbaşkanı adayı olarak –gerekirse kendi partisinin ilk tur adayı olarak- ortaya çıkarmayı –iş işten geçmeden- vakitlice kotaramaması muhtemelen kendisinin de partisinin de siyasi sonuna mâl olacak.
Pek muhtemel 31 Mart seçimlerinin en büyük kaybedeni kendi partisi olacak.
Yukarıdaki sorunu bir yana bıraksak da, gerek adaylıkların parayla satıldığı iddialarına karşı, gerekse kendi partisinden seçilmiş birçok milletvekilinin bir anda partisine sırt çevirip iktidar saflarına katılmasına karşı topluma hiçbir inandırıcı öz eleştiri yapamamış bir parti yönetimine artık güvenip de kim niye oy versin?
Kürt sorunu ve din-devlet ilişkisi sorunsalı
Siyasetin krize hatta bitkisel hayata girmesinin ikinci ve belki de daha asli nedeni ise Türkiye'de siyasetin en önemli iki ezeli-ebedi ve hayat-memat meselesi olan Kürt sorunu ile din-devlet ilişkisi sorununun çözümü için ufukta hiçbir realist çözüm perspektifinin görünmemesi.
Her iki temel sorun da ne yapılırsa yapılsın, hangi somut ve aktüel olay veya girişim gündeme gelirse gelsin, o ya da bu şekilde üzeri betonla bir kat daha örtülerek, çözümsüzlük sürekli biçimde daha da perçinleniyor.
Her yeni çözüm niyeti veya girişim hazırlığı sonrasında dönüp dolaşıp en uygun "çözüm" olarak yine "çözümsüzlük" yani statükonun korunmasında karar kılınıyor.
Köy yakmalar veya boşaltmalar bitiyor. Kent merkezinde hendekler kazılıyor ve üzerine bombalar yağdırılıyor. O bitiyor, hemen kayyımlar devreye giriyor. Hatta Kürt siyasi liderler gözdağı amaçlı hapse atılıyor.
Birkaç yıl önce Dicle Üniversitesindeki bir doçentlik jüri üyeliği için Diyarbakır'a gitmiştim.
Bir öğretim üyesi arkadaşın utana sıkıla söylediği şeyi unutmuyorum:
"Hocam, hendekler zamanında Sur mahallesinin üzerine helikopterlerin bomba yağdırmasını öğrenciler derste sınıfın camından naklen izlerken, ben derste sıra o konuda olduğu için 'hukuk devleti' konusunu anlatıyordum!" demişti.
Başörtüsü sorunu ve muhafazakÂr parti kapatmaları bitiyor. Bu kez de türban ilkokullara hatta askerlere bile sokuluyor. Artık kamuda birçok yerde başörtüsü takmayanlar hatta giyim tarzı biraz fazla "modern" olan kadınlar psikolojik baskı görüyor.
28 Şubat'ta başörtüsü sorunu yaşayan kadınlar, iktidar kendilerine geçince, şimdi benzer baskıları gören "karşı cenahtan" kadınlara hiçbir empati ve destek göstermiyorlar.
"Kimin yaşam tarzına karıştık!" diye diye ülkenin çoğu yeri alkolden fiilen arındırılmış durumda ve içki içilebilecek yerler sadece belli noktalara sıkıştırılarak "gettolaştırılmış" halde.
Kadınları şiddetten korumayı amaçlayan uluslararası sözleşmeden bile birtakım tarikat-cemaatler veya radikal muhafazakâr kesimleri memnun etmek adına çıkılmış durumda.
Çözümsüzlük çıkmazı
Dönüp dolaşıp elde var sıfır oluyor.
İşin daha da vahimi, hiçbir siyasi partinin bu iki ana sorunu çözmek adına rasyonel ve realist bir planının olmaması.
Kürt eksenli politika yapan partilerin Kürtlere anayasal ya da hukuksal statü talebinin sağda olsun solda veya merkezde olsun, marjinal partiler dışındaki ana-akım partilerde en küçük bir karşılığı bile yok. Daha kabul edilebilir, realist ama çözümü hedefleyen alternatif bir planı olan parti de yok.
Kayyım uygulamasına son verilmesi bile siyasi kazanç sayılacaksa ve sorunun ana kaynağında en küçük bir taş bile yerinden oynatılmayacaksa, ayrılıkçı terörü nihai olarak sona erdirecek ortam nasıl sağlanacak?
Sonuçta kaybeden, kısıtlı kaynakları oralarda harcanan silah, mühimmat ve askeri-güvenlik masraflarına giden tüm halk ve kazanan, silah tüccarları ve oradaki statüden beslenen mevcut güvenlik bürokrasisi, uyuşturucu baronları ve aşiret ağaları olmayacak mı?
80'lerden itibaren yaklaşık 40 yıldır Kuzey Irak'ta Kandil dağı civarlarına her terör tehdidi sonrasında sanki mataf bir çözümmüş gibi atılan pahalı bombaları ve mühimmatı finanse etmekten bıkmadınız mı? "Yahu el insaf! Böyle çözüm mü olur? 40 yıldır sürekli aynı film geri sarıp sarıp tekrar izletiliyor! Böyle iş mi olur?" demek vakti gelmedi mi?
40 yıldır bir dağ ve çevresini sürekli bombalayarak bir etnik terör sorununu çözmeye çalışmak bana bir filozofun "aptallık" tarifini hatırlatıyor:
Sürekli aynı şeyleri yapıp sonucun farklı çıkmasını ummak!
Çözüm perspektifi
Peki bu karamsar tablodan nasıl çıkılablir?
Siyasetin tıkanması sorununun ideal, kesin ve net bir çözümü yok öncelikle.
Kimseye sahte umut vermeyelim.
Ülkenin bu siyasi çöküntüden kısa vadede çıkması zor. Dolayısıyla halkın da bu krizin tetiklediği gerek ekonomik sorunlar, gerekse demokrasi sorunlarından dolayı sürüm sürüm sürünmesi bir süre daha kaçınılmaz.
Ama krizden biraz daha hafif derecede ve daha kısa sürede çıkmanın reçetesi ise bence ilk fırsatta şu iki şeyin yapılabilmesinde:
İktidar değişimi ve yerel seçimler
İlki, mevcut iktidarın ilk fırsatta değişmesi.
25 yıl aralıksız iktidar olmaz.
Aralıksız 25 yıl aynı kişi tarafından yönetilen bir ülkede demokrasi de olmaz, hukuk devleti de.
Hatta ülkenin çok zengin doğal kaynakları yoksa, ekonomisi de eninde sonunda çöker.
25 yıl iktidarda kalanın kim olduğunun da aslında fazla önemi yok.
Kim olursa olsun, en demokrat insanı bile 25 yıllık mutlak iktidar yozlaştırır.
Onun için siyasetin bence en öncelikli konusu iktidar değişimi.
Tüm muhalefetin en birinci önceliği bu olmalı. İktidar değişimi için mevcut yönetime karşı salt bu amaçla sınırlı birliktelikler dahil her şey yapılmalı, demokratik her yol denenmeli.
İktidar değişiminde yeni gelecek iktidarın daha iyi olacağının garantisi olmayabilir. Ama bunun hiç önemi yok. En kötü yeni iktidar bile 25 yıllık aynı kişi iktidarından iyidir. Emin olun.
Bu nedenle önceliği iktidarı değiştirmek olmayan ve kendi küçük hesaplarına kapılmış muhalefet partileri ülkenin geleceğine ihanet etmiş olur.
Bu arada, yerel seçimler doğrudan iktidarı değiştirme sonucunu doğurmasa da, özellikle büyük kentlerde ve sembol belediyelerde iktidar kanadının ciddi yenilgiye uğraması ilk fırsatta iktidar değişimi yolunu da açacaktır. İktidarı "topal ördek" konumuna sokacaktır.
Bu nedenle büyük kentlerde ve sembol belediyelerde kazanma şansı en çok olan muhalefet adayına tüm muhalefetin salt seçim bazlı destek vermesi rasyonalite ve realizm gereğidir.
Merkez sağın yeniden inşası
Siyasi krizi daha kolay atlatmanın ikinci şartı ise iflas eden Merkez Sağ'ın yeniden inşası.
Böylece siyasette taşların olağan mecrasında akmasının yolunun açılması.
Böylece siyasal İslam'ın Merkez Sağ'ın mirasına konup, hanesine yapay ve hak etmediği puanlar yazmasının önlenmesi.
Böylece boşta kalan Merkez Sağ oylardan pay kapmak adına CHP gibi Merkez Sol partilerin de kendi asli kimliklerinden uzaklaşma çelişkisi yaşamasına gerek kalmaması.
Merkez Sağ'ın yeniden nasıl ayağa kalkabileceğini tam bilmiyorum.
Tahmin ettiğim gibi İyi Parti 31 Mart yerel seçimlerinde iyice çökerse, bu konuda yeni bir yapılanma ve ciddi bir arayış devreye girmelidir. Solda, merkezde ya da sağda olsun fark etmez, ülkenin tüm demokratlarının önceliği de buna katkı vermek olmalıdır.
Mevcut siyasi çöküntüye karşı bana göre kısa vadede yapılması gereken en acil iki şey bunlardır.
Bunların yapılması asli siyasi sorunlar olan Kürt sorunu ve din-devlet ilişkileri sorunu için de en azından makul çözüm altyapısı sağlayacaktır.
Ali D. Ulusoy kimdir?
Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.
Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.
ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.
Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.
Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.
|