01 Ocak 2025

İktidarın siyasi intihar denemeleri

Artık yeni bir hikaye yazma yetisini kaybetmiş ve duraklama dönemini bile tamamlayıp gerileme dönemine geçmiş iktidarın, muhalefet üzerinde denemeye çalıştığı belden aşağı vurmalar ve yapay hukuksal ve idari baskılar sonuçta siyaseten muhalefete yarar ve iktidara eksi yazar

Muhalefetin elindeki belediyelere SGK borcundan dolayı haciz başlatmalar.

Asgari ücretde sadece işverenleri mutlu eden ve beklenenden çok düşük artış.

RTÜK’ün sadece muhalif yayın kuruluşlarını hedef alan ve muhalefetin sesini kısmayı amaçlayan yaptırımları.

Başta ifade özgürlüğü olmak üzere insan hakları, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığında her geçen gün daha da vahim hale gelen kötüleşme örnekleri.

Kürt sorununda bir yandan terör örgütünün hapisteki liderini muhatap alma ve meşrulaştırma, diğer yandan seçilmiş Kürt siyasetçileri hapse atma girişimleri ile ayyuka çıkan çelişkiler.

Ekonomide enflasyon-faiz-kur dengelerinin oturtulamaması sonucunda durgunluğun aşılamaması, yatırım ortamı için güven sağlanamaması ve pastanın büyütülememesi nedeniyle krizden çıkılamaması ve halkın büyük çoğunluğunun daha da fakirleşmesi.

Bunlar son zamanlarda ülkede yaşanan bazı çarpıcı gelişmeler.

Ortak noktaları ise siyasi iktidarın artık ülkeyi yönetmekte çaresizliğini ve tıkanmışlığını göstermesi.

Hatta kulağıma fısıldanan son bilgiye göre Rekabet Kurulu muhalif belediyelerin çok talep gören “kent lokantaları” hakkında rekabet ihlali soruşturması başlatmayı değerlendiriyormuş.

Demek ki siyasi acizlik bu noktalara varmış.

Muhalefete hacizde iktidarın açmazları

Örneğin muhalif Belediyelere haciz işini ele alalım.

SGK yönetiminin siyasi baskı sonucu olduğu anlaşılan bu girişimleri hem hukuken, hem de siyaseten ciddi biçimde sorunlu.

SGK’nın prim borçlarının toplamının sadece küçük bir kısmının (yüzde 10-15) belediyelerden ve belediye şirketlerinden kaynaklandığı anlaşılıyor.

Bu noktada iktidara yakın büyük şirketlerin ve iktidar belediyelerinin prim borçları için ciddi bir çaba gösterilmeyip veya sadece göstermelik girişimler yapılıp, salt ana muhalefetin elindeki belediyelere “abanılması” öncelikle hukuken kanun önünde eşitlik ve ayırımcılık sorunu ortaya çıkarıyor.

Diğer yandan muhalefetin elindeki belediyelere yapılan haciz uygulamalarının, siyasi iktidarın en üst konumundan gelen “silkeleme” dahil talimat niteliğindeki açıklamaların hemen ardından ve bir düğmeye basılmışçasına başlatılması idare hukukunda “yetki saptırması” olarak adlandırdığımız amaç unsuru yönünden hukuka aykırılığın bariz göstergesi.

Nitekim Ankara Büyükşehir Belediyesi için olduğu gibi, çözüme ve ödemeye yönelik teminat önerilerinin önyargılı biçimde aceleyle reddedilmesi de bu hukuka aykırılığın göstergesi.

Vakti zamanı geldiğinde de bu tür netameli işlere imza atan ya da siyasi baskılara direnemeyip yapmaları gerekenleri yapmayan bürokratlar tabii ki hukuk önünde hesabını vereceklerdir.

İşin siyasi boyutunda da iktidarın bu girişimden, muhalif belediyeleri çalıştırmama yoluyla siyasi bir kazanç elde etmesi zor gibi.

Zira tam tersine, kamuoyu ve halk bu tür belden aşağı vurma girişimlerinde hep mağdurun yanında yer alır. Bu tür yapay zorlamalar siyaseten genelde ters teper.

Asgari ücrette aslında artış değil düşüş oldu

Asgari ücretin 17 bin TL’den 22 bin TL’ye getirilerek sadece yüzde 30 zam görmesi ise ayrı bir garabet.

İşin trajikomik tarafı ise iktidarın, yeniden değerleme oranı olarak, 1 Ocak itibarıyla kendi alacaklarına ve para cezalarına yüzde 45 artış yapması.

Enflasyonun bu yılki (2024) ortalamasının ise yaklaşık yüzde 55 olması.

Bunun anlamı ise 2024 başındaki TL bazındaki paranın hiçbir artış olmadan sadece mevcut değerini koruyabilmesi için 2025 başı itibarıyla yüzde 55 artış görmesinin zorunlu olması.

Yani yüzde 55’in altındaki bir zam aslında artış filan değil, azalma anlamına geliyor.

Bu durumda asgari ücretin sadece mevcut değerini koruyabilmesi ve geriye gidip reel olarak azalmaması için en az 26 bin TL olması gerekirdi.

Kendi alacaklarına yüzde 45 zam yapan devletin asgari ücretliye sadece yüzde 30’u reva görmesi ise ayrıca en hafif ifadeyle siyasi bir ayıp.

Kaldı ki tüm çalışanların yaklaşık yüzde 60’ının asgari ücret aldığı ülkede bu ücretin adil belirlenmemesi hem hukuken hem siyaseten hem de sosyolojik açıdan çok ciddiye alınması gereken bir konu.

Gelir düzeyi ne olursa olsun vicdanı olan hiç kimsenin duyarsız kalamayacağı bir durum.

Anlaşılan o ki işin siyasi boyutunda iktidar, asgari ücretlilerin bu derece fakirleşmesini önemsemiyor.

Tüm hesap, seçimlere kısa süre kalana kadar para musluklarını kısıp ve Bütçeyi biraz doğrultup, tam seçim öncesinde bir anda para musluklarını tekrar açarak ve çalışanlara ilave fazla zam yaparak, seçimleri bir kez daha alıp götürme odaklı gibi.

Lakin kışın yediği soğuğu unutmayan kurdun hikayesi gibi, bir süredir ciddi biçimde fakirleşen halkın büyük çoğunluğunun tekrar tekrar aynı siyasi numaraları yutması artık zor.

Hele de artık önümüzdeki seçimde muhalefetin şimdiden belli gibi görünen ve mevcut iktidarı hallaç pamuğu gibi “silkeleyebilecek” ve halka umut vadeden iki potansiyel adayı varken.

Yani öncesindeki reel alternatifsizlik artık mevcut değil.

Artık bir iktidar değişiminin ilk seçimlerde kapıyı çalacağının herkes farkında.

Gözlemlediğim kadarıyla gerek İktidar cenahında gerekse “derin” idari ve yargısal bürokraside bile pozisyonlar yavaş yavaş buna göre alınmaya başlanıyor.

Siyasette hava bir kez dönmeye görsün. Yaydan çıkan ok gibi geriye dönüşü olmaz.

Artık yeni bir hikaye yazma yetisini kaybetmiş ve duraklama dönemini bile tamamlayıp gerileme dönemine geçmiş iktidarın, muhalefet üzerinde denemeye çalıştığı belden aşağı vurmalar ve yapay hukuksal ve idari baskılar sonuçta siyaseten muhalefete yarar ve iktidara eksi yazar.

NOT: Tüm okuyucularımın yeni yılını kutlar, mutlu ve sağlıklı bir 2025 yılı dilerim.


*Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi.

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye’de Dışişleri Bakanı’ndan çalınan rol

Şam’daki namaz ve HTŞ lideri ile görüşme “şov”unda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan rol mü çalındı?

Kürt sorunu çözülemez, kimse kimseyi kandırmasın!

Tüm vatandaşlara tanınmış haklardan Kürtleri de yararlandırmak, yani “eşit vatandaşlık hakları” yeterli mi? Yoksa Kürt kimliği hukuksal boyutta resmen tanınmadıkça ve korunmadıkça Kürtler açısından gerçek çözüm sayılmayacak mı?

Özgür Özel’in liderlik sınavı

Sayın Yavaş’ın partiden dışlanıp, bağımsız aday olması durumunda ise, pekâlâ mümkün olan kazanması halinde CHP bir kez daha kaybetmiş olacak. Bunun faturası da kuşkusuz Sayın Özel’e kesilecek ve büyük olasılıkla genel başkanlıkta kalması mümkün olmayacak. Belki de siyasi yolculuğunun sonuna gelecek

"
"