Anayasa Mahkemesi (AYM)'nin Enis Berberoğlu kararının gerekçesi yayımlandı.
Gerekçe daha önce bu konuda yazdığım bir yazıya paralel biçimde tutarlı ve haklı (T24, 17 Haziran 2020).
Berberoğlu'nun dokunulmazlığı kaldırılmadan yargılanmış olmasının Anayasa'yı ve AİHS'yi ihlal ettiğini ve hukuka aykırı olduğunu belirliyor.
Bu karar üzerine ceza mahkemesinin iki ayrı karar vermesi gerekiyor. İlk vereceği karar sonrasında da TBMM Başkanlığının "tersine işlem" ile Berberoğlu'nun düşmüş olan milletvekilliğini hukuken "canlandırması" gerekecek.
İlkin, ceza mahkemesi yargılamanın "durmasına" yani "yenilenmesine" karar verecek. Böylece Berberoğlu hakkındaki önceki kesinleşmiş yargı kararı hukuken ortadan kalkmış olacak. Zaten bunu AYM de kararında açıkça söylüyor (p.140). Yani mahkemenin böyle bir karar verme dışında seçeneği yok.
Mahkemenin bu kararı üzerine TBMM Başkanlığı, AYM'nin ihlal kararını ve ceza mahkemesinin bu yargılamanın "durması" yani "yenilenmesi" kararını TBMM Genel Kurulunda "okutacak". Böylece önceki "düşme" kararı tersine bir işlem ile ("usulde paralellik" ilkesi) kalkacak ve Berberoğlu'nun milletvekilliği "canlanacak".
Zira AYM kararı ve ceza mahkemesinin "durma/yenileme" kararı ile artık bu kişi hukuken "ceza almış ve cezası kesinleşmiş" kişi statüsünden çıktı. Yani bu an itibarıyla ortada kesinleşmiş bir ceza mahkûmiyeti hukuken "yok". Böyle bir mahkûmiyet yoksa, bu kişinin milletvekilliği de hukuken "düşemiyor"; haksız biçimde "düşürüldü" ise de hata telafi edilip derhal "düştüğü yerden kaldırılması" yani "iadesi" gerekiyor.
Zaten AYM de kararında, kesinleşmiş mahkûmiyete "bağlı sonuçların geri alınması" gerektiğine işaret ederek bunu kastediyor ve TBMM Başkanlığına yol gösteriyor (p.140-2. Cümle). Buradaki mahkûmiyete "bağlı sonuç" milletvekilliğinin düşmesi ve AYM de haklı olarak, bu sonucu "geri alın" demek istiyor. AYM kararının oybirliği ile alındığını da belirtelim.
Bu hususta İçtüzük'te açık hüküm bulunmaması kişinin gerek özlük hakkının gerek anayasal temel hak ve özgürlüğünün kullanımına engel teşkil edemez. Hukukta zaten düzenlemeler "yorumlanmak" için vardır. Açık düzenlemeler olmadığında temel hukuk ilkelerinden de yararlanılarak öndeki akut sorunu çözmek yönetici olmanın "fıtratıdır".
TBMM Başkanlığı tarafından kişinin milletvekilliği bu şekilde iade edildikten sonra ise, yargılamaya devam edebilmek için ceza mahkemesi, TBMM Başkanlığı'na başvurup dokunulmazlığın kaldırılmasını talep edecek ve sonucu bekleyecek. TBMM bu "milletvekilinin" dokunulmazlığını kaldırmadığı sürece de yargılamaya devam edemeyecek.
Burada milletvekilliğinin iadesinin hukuken zorunlu olduğunun bir başka göstergesi ise tam da bu noktada:
Milletvekilliği iade edilmediği sürece Berberoğlu'nun yeniden yargılanması da hukuken imkansız hâle geliyor. Çünkü Yüksek Mahkeme ihlal kararı ile yerel mahkemeye, "dokunulmazlığı kaldırılmadan bu kişiyi yargılayamazsın" demiş oldu. Ne var ki kişi halen milletvekili statüsünde olmadığından (vekilliği düşmüş durumda olduğundan), milletvekili olmayan birinin dokunulmazlığı da kaldırılamayacak! Dokunulmazlığın kaldırabilmesi için öncelikle milletvekili olmak gerekiyor.
Yani Berberoğlu'nun milletvekilliği iade edilmeden dokunulmazlığı kaldırılamayacak. Dokunulmazlığı kaldırılmadan da yeniden yargılanamayacak. Puzzle gibi!
Oysa yargısal ihlal kararının bir gereği de bu kişinin "yeniden yargılanması". Yani milletvekilliği de iade edilmeyip yeniden yargılama da yapılmayıp olayın bu şekilde "kapatılması", hem AYM'nin ihlal kararının "gereği" olmaz; hem de kişinin usulüne uygun biçimde yeniden yargılanıp mahkemece tam olarak "aklanma" hakkının gaspedilmesi anlamına gelir. Ayrıca kalan Yasama sürecinde hukuken hakettiği milletvekilliği yapma hakkı da ayrıca gaspedilmiş olur.
Hukuk bunu gerektirir. Aksi durum yargı kararının uygulanmaması anlamına gelir. Aynı zamanda da "görevi kötüye kullanma" suçu oluşturur. Öyle tazminatla filan geçiştirilebilecek bir şey de değildir.
NOT - 1: Yazı İstanbul 14. Asliye Ceza Mahkemesi'nin Berberoğlu hakkındaki AYM kararını tanımadığını beyan ettiği ve hukuk sistemimiz için çok üzücü kararının öğrenilmesinden önce yazılıp gönderilmiştir. Üst mercilerce düzeltilmesini beklememiz gereken bu son derece hatalı karar yazının içeriğinde değişiklik yapılmasını gerektirmemektedir.
NOT - 2 : İki hafta önceki "İçişleri Bakanı - Anayasa Mahkemesi tartışmasında kim haklı?" başlıklı yazımda (T24, 30 Eylül) küçük bir hata yapmışım. Toplantı ve gösteri yürüyüşünü sınırlayan kanun hükümlerinin 15 Temmuz 2016 Darbe girişimi zamanında yürürlükte olmadığını ifade etmişim. Oysa 12 Eylül kanunlarının kalıntısı olarak bu hükümler aslında o tarihte de yürürlükteydi. Düzeltir, özür dilerim.