Nasıl bir döneme girmekteyiz? Gittikçe daha muhafazakâr, daha reaksiyoner, daha dini kurallara dönük, kadınların serbestleşme hareketlerine rağmen siyasette daha erkeksi, daha ırkçı, daha akıl dışı söylemlerin ve savaş tehdidinin dile getirildiği bir "sosyal alan" içindeyiz. Kürtaj karşıtı kararlar, kadın cinayetlerinin artması, maço bir bakış her yerde kol gezmekte: İdam cezasının ara sıra gündeme taşınması, mızıkçı bir siyaset, hukuk kurallarının çiğnenmesi, uluslararası siyasetteki tavırların ve kararların gittikçe sadece "milli çıkarlar" üzerine (hep böyle oldu tabii, ama ilkeler de düşünülmekteydi) kurulmaya doğru dönmesiyle birlikte ilkelerin ve ana çizgilerin pabucunun dama atılması vb.
Batı dünyasında ve bilhassa Fransa'da 1960'lı yıllardan itibaren başlayan ilerici düşünceler ve pratikler ile özgürlükleri öne çıkaran edebiyat, felsefe, sinema ve tiyatrosuyla eski muhafazakâr dönemlerle hesaplaşma yoluna girmekte olması bu 1960-70'li yılların devrini anlatmakta. Sömürge sonrası bir dönemde, Fransa'nın olduğu kadar Avrupa'nın da sömürgelerinden artık söz etmemeye başlayan söylemleri ortaya konuldu. Siyasetin tersine, edebiyat ve sinema bu "karanlık zamanları" hatırlatma rollerini üstlenemeye başladı.
Fransa 1950'li yılların içinden geçen ve İkinci Dünya Savaşı sonrası direnişlerle "bağımsızlık mücadelesini" kazanmıştı. Bilhassa ekonomik büyüme ve Keynesçi ekonomi-politikalarıyla Dördüncü Cumhuriyet'in bazı kazanımları içinde, Avrupa ekonomisiyle bütünleşmeye başlayan (1951'de "Kömür Çelik anlaşması" ve sonra AET) ve 1962 sonrası sömürgeci politikanın geri çekilmeye başladığı izlendi. Önce Hindiçin'in 1954 yılında bağımsızlaşması sonrasında, Cezayir'e doğru dönen sömürgecilik de hukuk dışı kara yıllarını, Fransa'nın insani değerlerini hiçe sayarak yaşadı. Sonunda, Fransız sömürgeciliğinin önemini bir kazanım olarak ileri süren politikacıların sessizleşmesiyle yeni bir dönem açılmaktaydı (aşırı sağ lideri Jean-Marie Le Pen bu konuyu sıklıkla dile getirmeye devam etti). Bugün dekolonyal tartışmaları geri gelmekte.
Entelektüel ve bilimsel karşı çıkışların Cezayir Kurtuluş Cephesi'nin karşısında Cezayir Fransa'sı krizi yaşanmaya başlamasıyla, Beşinci Cumhuriyet'e geçerek De Gaulle'ü yeniden siyasi sahneye çağırıp, Fransa'nın Kuzey ve Kara Afrika sömürgeciliğinden çıkışını hazırlamıştı. 1962'de Cezayir'in bağımsızlığını ilan etmesinin arkasında sadece Cezayirli direniş değil, aynı zamanda bağımsızlığa soyunanlara destek olan bir zihniyet hâkimdi. Bugün ise eski sömürge Üçüncü Dünya krizlerle, fakirlikle, eğitimsizlikle, çarpık şehirleşmeye boğuşarak, Tunuslu A. Memmi'nin dikkat çekmiş olduğu gibi bazen bağımsızlık sonrası dönemde "gelen gideni aratır" hale girmekte. Özgürleşme hareketi, Fransa'yı olduğu kadar Amerika Birleşik Devletleri halklarını da köleci, sömürgeci bir zihniyetten çıkarmaya başlamıştı (Devlet siyaseti devam etti elbette, hem de hiç yılmadan. Devlet siyasetini her zaman sosyal alan zihniyetinden ayrı tutmak gerek).
Edebiyat ve sinema olduğu kadar sosyal bilimler ve felsefi düşünce de aynı yönde gelişmekteydi. Tarihçiler ve antropologlar hiyerarşik bir şekilde ilkel ve uygar ilişkisinin ötesine geçmekteydiler. Yapısalcılık olarak adlandırılan bir antropoloji yaban ve uygar ilişkisini fark üzerinden ortaya koymaya başlamıştı. Biri diğerinden daha insani veya akıllı olarak kabul edilmemekteydi. Başka bir rasyonalite hakimdi. Dolayısıyla "akıllı ve çalışkan Batılı ve tembel Üçüncü Dünyalı" ilişkisinin ırkçı, sömürgeci bakışından çıkılmaktaydı. 151'ler Bildirgesi Sartre ve diğer aydınlar tarafından sömürgeci karşıtı bir beyan olarak ortaya konulmuştu. De Gaulle Cumhurbaşkanı olarak Cezayir halkına seslendi: "Sizi anladım!" Bu Fransa ile Cezayir'in tek devlet olma fikrinden çıkarak iki devlet olarak kabulü anlamına gelmekteydi. Hem Sartre hem de Raymond Aron haklı çıkmıştı.
Bu şartların ve rüzgarların "özgürlükçülük" yanında esmekte olduğunun bir göstergesidir. Sansür ortadan kalmış olduğu gibi (son sansür edilen kitap Georges Bataille'ın "Eros'un Gözyaşları" kitabı oldu. Beaubourg'daki 1987 yılındaki İncil'den Eros'un Gözyaşları'na Sansür adlı sergi bu sansürü vurgulamıştı) açık bir kamusal alan tartışmayı değil sadece serbestçe ortaya koyan aynı zamanda kadınların özgürleşmekte olduğunu da erkeklerin baskısına boyun eğmeyeceklerinin de bir işareti olarak durmaktaydı. 1972 yılında çok ünlüler de dahil olmak üzere kendilerinin kürtaj olduklarını beyan eden kadınlar "1975 kürtaj serbestisi yasasını" hazırlamışlardı. Rüzgarlar özgürleşme ve tarihi sorgulamaya doğru esmekteydi. Sadece sömürgelerden zenginlikleri aktaran bir Fransa tartıya konulmuyordu, aynı zamanda azınlıklar (etnik, cinsel, dini vb.) kendi hayat biçimlerini kamuya aktarmaya başlamak istenmekteydiler.
Sinema Yeni Dalga akımıyla önemli bir yer edindi; sinemacılar edebiyatı takip etmekteydiler. Yeni Roman yazarları, "Merhaba Hüzün" ile Françoise Sagan'ın Saint-Tropez dünyası ve serbestleşen kadın figürüyle birlikte Roger Vadim'in filminde Brigitte Bardot kamusal alanı kaplamaktaydı. "Ve Bardot "Tanrı Kadını Yarattı" filmindeki dansıyla herkesi büyülemişti.
Diğer yandan Göstergebilim ile dil ve işaretleri dilbilimin sorgulandığı bir düşünce akımını öne çıkaramaya başlamıştı: Roland Barthes modern mitolojiyi öne çıkarmaktayken "yapısal antropolojiye" yaslanmaktaydı. Modernliğin işaretlerini ele almaktaydı. Felsefe ise yeni bir yönete bağlı olarak düşünmeye başlayarak yapısalcı bakışın ötesine geçen bir fark dünyasını ortaya çıkarmaya başladı: Fallüsmerkezcilik ve sözmerkezcilik eleştiriye maruz kalmakta ve düşüncenin ve felsefe tarihinin bir dekonstrüksiyonu yapılmaya başlandı. Tarih de bu anlamda yapısının açılıp detaylarından geçen bir araştırmaya tabi tutulmaya başlandı.
Bu özgür ve dünyayı sarsan düşünürlerinin ortaya çıktığı yıllar olarak anılmaktadır. Sosyal bilimlerden tabiat bilimlerine ve bilim tarihine (epistemolojik bakışa) kadar yeniliklerin yapıldığı bir dönem olarak anılmıştır. Fransa ve bilhassa Paris, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında modern sanatlardaki atılımını bu sefer düşünce dünyasında tekrarlamaktaydı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra işgalden Amerikan ve Sovyetler Birliği sayesinde kurtulmuş olan Fransa, harpten mağlup olmasına rağmen, Direnişçiler sayesinde, "Amerikan para yardımı" sayesinde galip çıkmış ve tüketim toplumuna doğru açılmıştı.
Bugün, eski nesillerin nostaljik bir şekilde baktığı bu dönem kapanmakta gibi! "Ne zaman özgürlükler tekrar geri gelebilecek? Özgürlük ise, ne olduğu tam belli olmayan "yanlış sonsuz" (Hegel) olarak değil de "kavramsal ve somut bir şekilde geri gelecek?" sorusu siyasi bir anlama sahip. Özgürlük, ilk anda, sadece temsiliyet (vorstellung) alanından geçmekten çok sosyal alana ait olarak durmakta. Temsili olan ve keyfiyet siyaseti ise genelde sosyal alanı (bildung) takip etmez mi?
Ali Akay kimdir?
Ali Akay Paris’te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi’nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul’da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü’nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.
Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye’de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.
1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.
Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayınlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.
|